HAVA, SU, DOMATES, “T” İZİNLERİ VE KIBRIS-(1)
Hüseyin MÜMTAZ
45 senedir böyle aylarda ne zaman Kıbrıs’la konuşsam, telefonda; “Şimdiye kadar böyle sıcak olmadı” derler.
Meğer işin aslı hiç de öyle değilmiş.
“Güneşin kavurduğu insanlar sadece gece dışarı çıkıyorlardı” diyor Pasaro’lu gezgin Elias.
Zaman Venedikliler zamanıdır, yâni 1000’li yıllar.
“Halk buraya hiç kar yağmadığını ve burada hiç don olmadığını söylemektedir. Ancak sıcağı çevredeki tüm Türk eyaletlerinden fazladır. Yazın sabah bir saat ve gece vakti dışında hiç kimse evinden dışarı çıkmaz. Yaz burada sekiz ay sürer. Bir yerden başka bir yere geceleyin ve at sırtında yolculuk yapılır” diye devam eder Haşmet Muzaffer Gürkan’ın atıfta bulunduğu Psaras. (“KIBRIS’IN SİSLİ GEÇMİŞİ”. Galeri Kültür. 2008- S.32)
Kıbrıs’ın “eski”sini güncel olaylarla beraber okumak hınzır bir keyif veriyor…
Levent Özadam diyor ki;
“Su tankerleri ne olacak! Haftada iki kez bizim bahçeyi sulayan tanker işletmecisinin yüzü bir hayli asıktı… Eminim ki Lefkoşa’ya su verildikten sonra ondan su alıp almayacağımızı merak ediyor ama soramıyordu!
‘Merek etme bahçeyi yine sen sulayacaksın’ dedim…
Bu onu rahatlatmadı çünkü iptaller çoktan başlamıştı!
Sonra açıldı; ‘Abi ne olacak bizim halimiz’ diye dert yandı!
Sonra ekledi; ‘Devlet bize sahip çıkmalıdır…’
Haksız da değil!
Şu anda sadece Lefkoşa’da 70 tane tanker var, evlere, iş yerlerine ve bahçelere su taşıyorlar… Tonu da 15-20 TL arası!
Gürül gürül su akarken elbette işleri tepetaklak olacak… Tankerlere de bir sürü para yatırmışlar! Sahi onların durumu ne olacak, bir bilen var mı?”
Pasaro’lu Elias’a dönelim mi?
“Çeşmeden kimse kendi kendine su getirmeye gidemez. Çünkü Rumlarla kalyoncular hemen testilerini kırarlar. Su taşıyıcıları durmaksızın gelip gitmekte ve bir fıçı suyu 2 Quatrini’ye getirmektedir. Bu miktarda su kişinin bir günlük içme ve pişirme gereksinimine yeter”. (age.S.33)
(Lâf aramızda; işte tam burayı, Lefkoşa Vak’a-Nüvis’i Ahmet Okan’dan önce keşfetmenin hazzını yaşıyorum).
Haşmet Muzaffer’i (tekrar) okumanın, tam da Türkiye’den gelen suyla ilgili anlamsız kavgaya denk düşmesine ne diyorsunuz?
Demek 1000 yıl önce de Kıbrıs’ta problemler ayniydi…
Sıcaklar, susuzluk ve her hâl-ü kârda hiçbir şeyden memnun olmama, her şeyden şikâyet.
Gürkan’ın bu seferki alıntısı Patrick Balfour’dan;
“Kıbrıs’ı bilmek için onun tarihini bilmek gerekir. Bu tarih ise Kıbrıslıların kendi tarihi değildir. Bu tarih Mısırlıların, Hititlerin, Yunanlıların, Asurluların, Perslerin, Makedonyalıların, Romalıların, Bizanslıların, Frankların, Venediklilerin, Türklerin ve İngilizlerin tarihidir. Bu tarih, adayı kendi stratejik amaçları için fetih veya kolinize eden halkların sürekli gelip geçişleridir. Tüm bu olup bitenlerde Kıbrıslıların fikri söz konusu değildir”. (age. S.11,12)
“Kıbrıs (-Rumlar-. H.M.Gürkan) tarih boyunca hep yabancılara boyun eğmiştir… Bütün bunlara rağmen onlar, kişisel bağımsızlık ruhu geliştirmişlerdir. Ama siyasi bağımsızlık ruhu yoktur. Kendileri bir halk olacağına, şimdiye kadar olduğu gibi başka bir halkın parçası olmak isterler. Ne var ki bu halk, onların gönlünün seçtiği olmalıdır. Bundan ötürü de kökenleri belirsiz ve tarihleri de başkalarının tarihi olan Kıbrıslıların (-Rumların- H.M.Gürkan) gönüllerinde kendilerini doğurmamış olan bir Anne Yunanistan ve asla kendilerinin olmayan bir Yunan geçmişi özlemi vardır”. (age. S.13)
(“Patrick Balfour”u hiç yabana atmayın, “II’inci Kinross Baronu” olup oğlu da bildiğimiz Lord Kinross’tur.)
Sonra, a).“Kişisel bağımsızlık ruhu geliştirmişlerdir. Ama siyasi bağımsızlık ruhu yoktur”; b).”Gönüllerinde kendilerini doğurmamış olan bir Anne Yunanistan ve asla kendilerinin olmayan bir Yunan geçmişi özlemi vardır”ın altını kalın kalemle iyice çizin lütfen.
Tanıdık geliyor mu?
“Tam kişisel bağımsızlık” olacak ama “siyasi bağımsızlık yok”.
Kendin bağımsız olacaksın fakat hiçbir otorite ve kural tanımayacaksın… Sen varsın; muhtar, parti, belediye, hükümet, devlet, senin üzerinde hiçbir şey yok.
Hem devleti tanımayacaksın hem “tankercilere yardım et”, kurak gidince sigorta yaptırmayan “çiftçiyi öde”, “limanda beş amele, durakta altı taksici yeter”, “belediyeler toplu taşıma yapmasın”, “korsan minibüsçüler istedikleri güzergâhta, istedikleri yerde dursun” diyeceksin.
Dünyanın en güzel mahallesi olan Lefkoşa Sur İçi’ndeki evini boşaltıp Girne’ye taşınacak, eski evini “yerleşiklere” kiraya vereceksin, sonra “Ne olacak bu Kara Buba, Çağlayan, Sarayönü, Arabahmet’in hâli?” ağlaması yapacaksın.
Dünyanın en güzel antik limanı Girne’nin liman üstü dar sokaklarını “kâr” amaçlı “hane”lere kiralayıp mezbeleliğe çevireceksin…
Sonra “Bana ne, belediye baksın” diyeceksin.
Zaten Baron Balfour; “Şahsî hürriyetim her şeyin üzerinde derler” dememiş mi?
Devamı gelecek… 21 Ağustos 2016
Bir yanıt yazın