Başbakan Binali Yıldırım geçen hafta FETÖ’nün sermaye ayağına yapılan operasyonlarda kurumların değil, (Başbakan kurum olarak firmaları kastetmektedir) kişilerin esas alınacağını açıklamıştır:
“Normalleşme esas, normalleşme millet için çok önemli. Nasıl önemli? Şimdi burada diyelim ki bir hakikaten örgütün finans kaynağının sağlayan firmalar var. Artık kamuoyu tarafından bilinen, gizli saklı olmayan, bunlarla ilgili bir tereddüt yok.
Bir de bazı firmalar da var. Bunlarla hakikaten iç içe girmiş yöneticileri, sahipleri bunlarla isteyerek, yahut istemeyerek hareket ediyor fakat firma da ülkenin bir değeri olmuş. Binlerce çalışanı var. Burada da ölçümüz şu; kurumları değil, kişileri esas alacağız. Cezalandırmayı kuruma değil, kişiye yapacağız. Tıpkı bizim parti kapatma konusundaki bakışımız gibi.
Partinin bir mensubu yanlış yaptı diye partiyi kapatma fikri ne kadar demokratik değilse veya hukuki değilse burada da durum aynı. Orada kişiler hedef alınacak, onlar ayıklanacak. Kurum çalışmaya, üretmeye devam edecek.
Aksi halde ekonomi de olumsuz etkileniyor. Şimdi bizi arayan var, ‘Ben vaktiyle buraya mal vermiştim, ben şimdi FETÖ’cü müyüm, ne yapacağım’ diye endişe ediyor. Bankalar, ‘FETÖ’cülere kredi verdim’ diye sorgu sual olur mu, bu tehlikeli bir şey. Böyle yola girdiğimiz zaman maazallah FETÖ darbesinden daha çok sıkıntılar yaşarız. Ekonomik olarak yani istihdamın azalması, ekonomide durgunluk, büyüme oranının ayağı düşmesi gibi risklere karış biz tedbirli olmalıyız.”
Başbakan, darbe girişiminde fiilen görev almamış, fakat arka planında kalmış veya yıllardan beri bu altyapının hazırlanmasında aktif katkısı olmuş herkesin çok titiz bir çalışmayla belirlenip adalete teslim edilmesi gerektiğini ifade etmiştir: “Tespit noktasında da zorlukların olduğu malum. Peki ne yapacağız? Biz belirli kriterleri ortaya koyduk. Bu örgütle irtibatı kendi isteğiyle, kendi azmiyle olanlarla, hasbelkader burayla ilişki içinde olmuş olanları birbirinden ayırmamız gerektiğini düşünüyorum.”
Başbakan haklıdır. Fakat Başbakan’ın benzer durumda olan kapatılan 15 vakıf üniversitesindeki 66.509 öğrenci, 2.517 akademik personel ve yaklaşık 8.000 çalışan arasından gerçek FETÖ’cülerin tespit edilerek üniversitelerden ayıklanması konusunda da benzer tespitleri yapması bana göre yerinde olurdu.
Başbakan’ın partiler için yaptığı açıklamadaki üç kelimeyi değiştirsek, şu tespit kapatılan 15 vakıf üniversitesi için de geçerli olmalıydı: “Üniversitenin (partinin) bir mensubu yanlış yaptı diye üniversiteyi (partiyi) kapatma fikri ne kadar demokratik değilse veya hukuki değilse burada da durum aynı. Orada kişiler hedef alınacak, onlar ayıklanacak. Üniversite (kurum) çalışmaya, üretmeye devam edecek.”
Şüphesiz burada üretim, eğitimin devam etmesi anlamındadır.
Başbakan Yıldırım, diplomatik misyon şefleriyle 18 Ağustos’taki buluşmasında Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu, hukuk devletinde yasalar ne derse o yapıldığını, üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğünün hukuk devletinde temel ölçü olduğunu söyleyerek “yaş ile kurunun aynı şekilde yanmaması” konusu üzerinde önemle durmuştur: “Bu FETO terör örgütünün mensuplarını sızdıkları bütün kurumlarımızdan temizlemek için kılı kırk yararak çalışıyoruz. Amacımız haklı ile haksızın bir arada olmaması. Yaş ile kurunun aynı şekilde yanmaması. Buna çok özen gösteriyoruz.”
Kapatılan üniversitelerde çalışanların hepsinin FETÖ’cü olması mümkün mü? FETÖ terör örgütü ile ilgisi olmayan öğretim üyelerinin işsiz kalması doğru mu? FETÖ terör örgütü ile bağlantısı olamayan öğretim üyeleri acaba hangi suçla suçlanmaktadırlar ki işsiz kalmaktadırlar ? Torba Yasa’da “Bu vakıf yükseköğretim kurumunda çalışan akademik ve diğer personelin hizmet sözleşmeleri hakkında İş Kanunu hükümleri uygulanacak” denilmiştir ama bu öğretim üyelerinin hangi hukuki gerekçeyle işlerine son verildiği konusuna yer verilmemiştir.
Anayasamızın 38’nci maddesi, TCK’nun 2’nci maddesi ve “Kanunsuz suç ve ceza olmaz kuralı” (nullum crimen sine lege, nulla poena sine lege) yok sayılmadığına göre Başbakan Yıldırım’ın “Amacımız haklı ile haksızın bir arada olmaması. Yaş ile kurunun aynı şekilde yanmaması” tespiti acaba ne kadar uygulamaya yansımaktadır?
Bir öğretim üyesinin yetişmesi için harcanan emek ve kaynağı yok etmek akılcı bir yaklaşım değildir. Kendilerine suç isnat edilmeyen öğretim üyelerinin masum kabul edilmesi “masumiyet karinesinin” bir sonucu olması gerekir.
Kapatılan 15 vakıf üniversitesindeki öğretim üyeleri, YÖK’ün tahsis etmiş olduğu kadrolar için açılan sınavlarda, YÖK’ün belirlediği şartları sağlayıp atanmışlardır.
Vakıf Üniversiteleri devletin gözetim ve denetimi altındadır. Eğer geçmişte bu üniversitelerde yasal olmayan tasarrufları olan öğretim üyeleri bulunuyorsa, bunun yolu üniversiteleri kapatmak değil, içindeki hukuk dışı tasarruflarda bulunanları belirleyip onları yargıya teslim etmek olmalıdır.
Cruise gemi turlarına katılanlar bilirler. Yeni bir gemi denize indirildiğinde içinde fare olmaz. Yıllar geçtikçe bu gemilere limanlardan fare girer ve gemilerde çoğalırlar. Gemide fare var diye şimdiye kadar hiçbir gemi yakılmamıştır. Yapılan, gemideki fareleri temizlemektir. 15 vakıf üniversitesinde FETÖ’cü var diye bu üniversiteleri kapatmak, cruise gemisini yakmaktan farklı mıdır?
2016 Yılı Programı’na göre Türkiye’de öğrenci başına düşen öğrenci sayısı 2006’da 41.6, 2011’de 43.1, 2011’de 43.1, 2013’de 43.0 ve 2018 için hedef 36.0’dır. Türkiye’nin yüksek öğretimde dünyadaki öğrenci havuzundan aldığı pay 2006’da 0.54, 2012’de 0.64, 2013’de 0.76 iken 2018 için hedef 1.50’dir. 15 vakıf üniversitesi kapatılınca acaba bu hedeflere ulaşmak mümkün olacak mıdır?
FETÖ/PDY darbe girişiminin ardından başlatılan operasyonların cadı avına dönüşmemesi için Başbakan bakanlıklara talimat vermiştir.
Bu kapsamda kurunun yanında yaşın yanmaması amacıyla kapatılan vakıf üniversitelerinin ilişkili olduğu üniversitelere bağlanarak eğitim ve öğretime devam etmesi mantıklı olurdu. Suçu olanla olmayan arasında bir ayırım yapılmadan 2.500 akademisyenin işine son verilmesi acaba doğru mu? Bu bir kaynak israfı değil mi? Bu öğretim üyelerinin özlük haklarını yok saymak hukuka uygun mu?
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, MHP’nin akademisyen milletvekillerinden oluşan heyetle görüşmesinde, Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarına yönelik alınan kararlar ile yüksek öğretimdeki son gelişmeleri ele almıştır. FETÖ darbe girişiminin ardından alınan Olağanüstü Hal Kararı kapsamında alınan tedbirlere ilişkin KHK ile kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarına yönelik alınan kararlar değerlendirilmiştir.
BBC Türkçe’nin sorularını cevaplayan Mili Eğitim Bakanı, “Eğer bu üniversiteler akademik yaşamlarına devam etmezse, ülke eğitim kurumu olarak planlanmış ve yatırım yapılmış kurumlardan faydalanamayacak. Ayrıca diğer üniversitelerde öğrenci sayısı artacağından akademik seviye düşecek” diyerek doğru bir tespitte bulunmuştur.
Bu kurumlarda işsiz kalan akademik ve idari kadroların içinde FETÖ ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler olduğunu ekleyen Bakan, “Böylece bu kişiler bu okulda çalışmaya devam edebilir. Terör örgütü üyesi olduğu ya da bu tür faaliyetlere katıldığı düşünülen akademisyen ya da çalışan varsa soruşturmalar devam edebilir” diyerek bir mağduriyetin önlenmesi için adım atmıştır.
TBMM Milli Eğitim Komisyonu üyesi CHP Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Gaye Usluer, kapatılan 15 üniversitenin tamamının devlet üniversitesi olarak öğretime devam etmesini teklif ederek, masum öğretim üyelerinin durumunun değerlendirildiğini, FETÖ terör örgütü ile bağı olmayan öğretim üyelerinin durumunun açıklığa kavuşturulması gerektiğini belirtmiştir. Usluer’in “Ülke 15 tane devlet üniversitesi kazansın, akademisyenler de bu okullarda devam etsin” önerisi önemlidir.
MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay da, kapatılan vakıf üniversitelerin devlet üniversitelerine dönüştürülerek öğretim hayatlarına devam etmesi gerektiği görüşündedir: “Aklın yolu bir. Bu üniversitelerden, ismi farklı olmak üzere yeni bir devlet üniversitesi kurulmalı ve öğrenciler aynı fakültelerde eğitim hayatına devam etmeli. Böylelikle öğrenciler de şehir değiştirmeden devam ederler. Biz MHP olarak öğrencileri ve aileleri mağdur etmeyecek en doğru çözümün bu olduğunu düşünüyoruz.”
Yetişmiş 2.500 akademisyenin tamamı FETÖ’cü olmadığına göre, bu öğretim üyelerinin tamamının işlerine son verilmesi Türk yüksek öğretimi açısında telafisi zor bir kayıp olacaktır. Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu tüm ülkelerde Başbakan Yıldırım’ın ifadesi ile “yaş ile kurunun aynı şekilde yanmaması” gerekir. Bunun için YÖK’ün bu konuda inisiyatif alması gerektiği kanısındayım.
Fitch’ten Hem İyi Hem Kötü Haber
Geçen hafta Türkiye değerlendirmesini Fitch, Türkiye’nin kredi notunu “BBB-” ile “yatırım yapılabilir” olarak onaylarken, “durağan” olan not görünümünü negatife çevirmiştir. Fitch, 18 Temmuz’da yaptığı açıklamada, Türkiye’nin kredi notunun darbe girişimi sonrası ekonomik ve siyasi gelişmelere bağlı olacağını belirtmişti.
Daha önce Moody’s değerlendirmesinde Türkiye’nin yatırım yapılabilir kredi notunu ve görünümünü sabit tutmuştu. Notun sabit tutulması olumlu bir gelişme olmakla birlikte görünümün negatife dönmesinin uzun dönemde tehlike oluşturabilir. Türkiye ekonomisi bundan sonra yakından izlenecektir. Notun “yatırım yapılabilir” olarak kalması, önümüzdeki dönemde sürecin kredibilite ve güven açısından iyi geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Özellikle düşen turizm gelirleri açısında cari açığın artmamasına dikkat etmek gerekir.
***
Başbakan Binali Yıldırım idam konusundaki tartışmalara geçen hafta son noktayı koymuştur: “İdam bir sefer ölümdür ama onlar için ölümden daha beter ölümler vardır. O da tarafsız ve adil yargılamadır.” Çünkü, idamın ülkeye alternatif maliyeti çok yüksek olabilir.
Yazıları posta kutunda oku