Salı günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Başkanı Putin, Rusya’nın St. Petersburg kentindeki Konstantinovski Sarayı’nda bir araya geldiler.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler, geçen Kasım’da bir Rus jetinin Türk savaş uçakları tarafından vurulup düşürülmesinin ardından dibe vurmuştu.
Rusya ile Türkiye arasındaki yeni yakınlaşmanın ön planında ekonomik konular yer aldı.
Daha önce belirlenen 2023’e kadar ikili ticaret seviyesinin 100 milyar dolara çıkarılması hedefi yenilendi.
Rusya’nın yardımıyla inşa edilen Türkiye’nin ilk nükleer tesisinin tamamlanacağı ve Rus doğalgazını Karadeniz ve Türkiye üzerinden Avrupa’nın güneydoğusuna taşıyacak olan Türk Akımı Boru Hattı projesinin yeniden başlatılacağı ilan edildi…
St. Petersburg’da, hem Putin hem de Erdoğan, bugüne kadar çatışan hedeflere sahip oldukları Suriye’de birlikte çalışabileceklerini belirttiler…
*
Ancak Türkiye-Rusya arasındaki ilişkilerin geleceğini görmek için görüşülen konuların geçmiş seyrini iyi hatırlamak gerekiyor.
Bu yazıda Türk Akımı boru hattı projesinin geçmişinde sakladığı çatışmalar ve sonuçları konu ediliyor.
Suriye’de çatışan çıkarlar başka bir yazı konusudur.
*
Mart 2015’te Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan ortak projesi olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) imzalandığında;
Hazar Denizi’ndeki Şah Deniz Gaz Sahası ve Hazar Denizi’nin güneyindeki diğer sahalarda üretilen doğal gaz vasıtasıyla Kafkasya’yı Orta ve Güney Avrupa ile buluşturmak öngörülüyordu.
TANAP Güney Gaz Koridorunda Gürcistan-Türkiye hattını kapsıyor, Türkiye sınırından itibaren Trans Adriyatik Boru Hattı Projesi adıyla İtalya’ya ulaşmayı hedefliyordu.
*
Ancak TANAP; Avrasya İşbirliği Teşkilatı ile Rusya’nın yeniden eski Sovyet bloku ülkelerini eline geçirmesinden duyulan endişeler,
ABD’nin Doğu Avrupa ve Kafkasya’yı Rusya’ya mı terk edeceği sorularından doğan gerginlikler,
ABD ve AB’nin Rusya’ya ardarda ekonomik, siyasi ve askeri yaptırım paketleri açtığı bir süreç,
ABD Temsilciler Meclisi’nin Ukrayna kriziyle ilgili ABD-Rusya arasında “Soğuk Savaş”ı tescil eden 758 sayılı kararıyla yaşanan oldukça kritik bir dönemde karar altına alınıyordu…
*
Rus GazpromBank’a, Vnesheconombank’a, petrol üreticisi Rosneft’e, doğal gaz tedarikçisi Novatek şirketlerine finansal destek sağlanması yasaklanmıştı.
Avrupa Parlamentosu’nun kararıyla Gazprom şirketinin Rus gazını Karadeniz üzerinden Avrupa’ya taşımayı hedefleyen Güney Akım projesine ilişkin çalışmalar askıya alınmış,
Japonya ise Çernomorskneftegaz ve Neftebaz adlı şirketlerin varlıklarını dondurmuştu.
*
Bu sırada,
Birincisi; Türkiye ile AB arasında “Yüksek Düzeyli Enerji Diyaloğu” sürecine start verildi.
Ardından Azerbaycan ve Gürcistan birlikte, İngiliz enerji şirketi British Petroleum’un yüzde 12 ortaklığı ile TANAP ile Azeri doğalgazı küresel pazarların himayesine, işbirliği ve güvenlik ağına katıldı.
İkincisi; Devlet Başkanı Putin, o sırada yaptığı Türkiye ziyaretinde teklif ettiği plana göre Gazprom şirketi, hem Ukrayna’daki doğalgaz dağıtım merkezini by-pass eden, hem de iptal edilen Güney Akım’ın yerine Türkiye topraklarından geçerek Avrupa’ya ulaşacak “Türk Akımı” hattını inşa etmeyi teklif etti.
Buna göre Rusya, Ukrayna ile yaptığı anlaşmanın 2020’de sona ermesinin ardından Avrupa’ya sevkiyatını, Mavi Akım’a paralel bir şekilde Karadeniz’in altından geçerek Türkiye’nin kuzeybatısından Yunanistan sınırına ulaşması ve burada kurulacak bir doğalgaz dağıtım merkezi vasıtasıyla gerçekleştirecekti.
*
Rusya “AB, bizden kesintisiz, garantili enerji sevkiyatlarının gerçekleştirmeyi istiyorsa, Yunanistan üzerinden Makedonya- Sırbistan- Avusturya’ya ulaşılabilir” diyordu.
TANAP ise Rus doğalgazının Trans Adriyatik Doğalgaz Boru Hattı üzerinden geçebileceğini hesaplıyordu.
*
Çünkü böylesi kritik bir dönemde, esasen herşeyin temelinde Hazar Havzası’nın stratejik profili ön plandaydı.
ABD, AB ve Rusya’nın Hazar Havzası ile ilgili stratejileri “Enerji Güvenliği” başlığında bölgenin “demokrasi, barış ve siyasi istikrarını” ilgilendiriyordu…
Bu noktada ABD’nin stratejisini: Büyük Enerji Güvenliği için Avrupa pazarlarına ulaşan enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, Avrupa ülkelerinin de enerji alımının büyük bir kısmında Rusya’ya bağlı olmamasını sağlamak hedefi belirliyordu.
Avrupa Birliğinin stratejisini: hem Rusya’dan ihraç edilen yakıtın yüzde 50’sini almanın, hem de teknolojideki ilerlemesiyle 2035 yılında enerji açısından kendine yetecek ve dünyaya enerji ihraç eden bir ülke olacak ABD’nin arkasını kollamak oluşturuyordu.
Rusya’nın stratejisi ise en büyük tehlikenin ekonomik zayıflıktan kaynaklandığı tesbitiyle enerjiyi ekonominin temel politikası ve dış politikanın belirleyeni haline getirmişlik belirliyordu.
Bu stratejiler bugün de değişmeden devam ediyor…
*
Bu çerçevede Rusya, Hazar Denizini benzeri olmayan bir iç deniz olarak kabul etmekte ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin Hazar’a uygulanamayacağını esas almaktadır.
Göl olarak kabul edilirse,ulusal sınırların belirlenmesinde ya Hazar’ın tamamen kıyıdaş ulusal sektörlere bölünmesi ya da ortak kullanımı gerekiyor.
Nitekim Hazar’ın hukuki statüsünün belirlenmesi için kıyıdaş ülkeler Azerbaycan, Rusya, İran, Kazakistan ve Türkmenistan’ın kurduğu çalışma grupları, henüz Hazar’ın dibinin bölünmesi sorununun kıyıdaş bazı ülkeler arasında çözüldüğü, su yüzeyinin bölünmesi konusunda da beş ülkenin mutabakat sağladığı bir konumda bulunuyor.
*
Hazar; deniz olarak kabul edildiği taktirde 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre her kıyıdaş devletin karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinin olması gerekiyor.
Üstelik Azerbaycan’ın ABD ve Avrupa şirketleriyle petrol anlaşmaları yapmış olması, Hazar’ın statüsünün belirlenmesinde uluslararası hukukun yanında siyasi ve ekonomik unsurların devreye girmesi ve her kıyıdaş devlet ve ilişkide olduğu devletin farklı farklı hukuksal tezlerinin oluşmasına yol açıyor, buna Rusya ve İran açık tepki gösteriyor.
Türkiye ise TANAP’la birlikte ve British Petroleum şirketinin de katılımı ile Hazar’ın hukuk sürecine katılmış sayılıyordu…
*
ABD; enerji kaynaklarını kontrol etmek üzere geliştirdiği jeopolitiklerin bu kaynaklara sahip ülkelerin eski Sovyetler Birliği üyesi olmaları yüzünden,
Rusya’nın Transkafkasya ve Orta Asya’dan sonra Orta Doğu’da da nufuz genişletme çabalarına giriştiği,
Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgeden, Orta Doğu’da “Suriye İç Savaşına Siyasi Çözüm” başlığında manevra alanını genişlettiğini iddia ediyordu.
ABD ve AB: Rusya’nın bu tepkilerine karşılık, NATO’nun vargücüyle mücadele etmesi gerektiği yönünde hemfikirdi.
Nitekim NATO, Rusya’nın olası saldırganlığına karşı koymak için askeri varlığını Doğu Avrupalı üye ülkelere konuşlandırıyor,
NATO’nun doğuya doğru genişlemesiyle Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede ve Hazar Havzasında çatışma alanı oluşuyordu.
*
Halbuki Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan’ın olduğu alanda Türkiye tek NATO üyesidir.
TSK’nın Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ile askeri ilişkileri de bulunuyor.
Bu sırada Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları ardından FETÖ’ün başarısız darbe girişimiyle kendini sıfırlayan TSK’nın dayanacağı tek güç de NATO’dur.
Bu durum ha NATO, ha TSK eşitliğini sağlıyor.
Böylece Hazar’ın bu havzasına uluslararası hukuktan sonra Türkiye sırtından ABD kaynaklı askeri bir güç olan NATO’da girmiş bulunuyor.
*
Putin ise yeniden Türk Akımı teklifiyle ABD ve NATO’ya karşı “Bir adım daha yaklaş ki, kılıcın kısa kalmasın” stratejisi uyguluyor…
“Kazan-Kazan” budur işte…
12.8.2016
Bir yanıt yazın