Şahin Mengü
06 Ağustos 2016, 09:52
15 Temmuz CIA orijinli başarısız darbe kalkışmasının Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki Atatürkçü vatansever subayların çabasıyla bastırılmasını fırsat bilen Tayyip Erdoğan, “Devleti sıfırdan yeniden yapılandıracağım” diyor, yani Cumhuriyetin bütün kazanımlarını sileceğim, devrimleri yok sayacağım diye, kendisini bir kurucu iktidar yerine koyuyor, CHP’den esaslı bir itiraz gelmiyor.
CHP çıkıp senin ve bu parlamentonun “Devleti sıfırdan yapılandırma hakkın/hakkımız yok” demiyor. İtirazı, aynen “açılım sürecinde de” olduğu gibi yönteme. O açılım sürecinde de içeriğini bilmediği süreci destekliyor, ama yönteme karşı çıkıyordu. Kılıçdaroğlu’nun 1 Ağustos günlü Hürriyet gazetesinde çıkan demecinde “Devlet yeniden yapılandırılmalıymış; ama bu işler Kanun Hükmünde Kararnamelerle olmazmış. Yeniden yapılandırmanın yeri milletin oylarıyla seçilmiş Parlamento olmalıymış, asker sivil otoriteye bağlanmalıymış. Devletin yeniden yapılandırılmasına itirazları yokmuş” diye ifade etmiştir.
Yani Tayyip Bey’in anayasaya aykırı olarak Devleti yeniden sıfırdan inşasına bir itirazı yokmuş.
TBMM dahil, hiçbir kişi veya kurum “yeniden sıfırdan devlet kurmak”gibi bir hakka sahip değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı İmparatorluğu gibi işgal edilip paylaşılmış da yerine yeni bir devlet mi kuruyorsunuz?
Kılıçdaroğlu’na ana muhalefet partisinin “Genel Başkan’ı” olarak düşen görev, bu hukuksuzluğa karşı bangır bangır bağırarak halkı bilinçlendirmektir.
1923’te Cumhuriyet Halk Partisi’nin, kurduğu devlet sıfırlanıyor, CHP Genel Başkan’ı buna itiraz etmiyor, aksine buna katılıyor.
Hep bir kuşkum vardı, dış güçler emperyalistler, Türkiye’yi, Cumhuriyeti kuran parti eliyle mi yok etmek istiyorlar diye düşünürdüm, sanki bu gerçekleştiriliyor.
Kılıçdaroğlu, salı günü grup toplantısında uzun bir konuşma yaparak, ülkenin içinde bulunduğu endişe verici tabloyu anlattı. Ancak bunu yaparken de ne Cumhurbaşkanı’nın ne de AKP’nin adını ağzına almadı. Tabii bu fırsatı kaçırmayan Tayyip Erdoğan, FETÖ örgütlenmesinin sorumluluğunu, Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’e de ortak etti. Bir de veda hutbesi kıvamında “Rabbim ve halkım beni affetsin” diye bağladı.
Kılıçdaroğlu’nun ve Tayyip Bey’in şürekâsının konuşmalarını dinleyen bir yabancı “Türkiye’yi bu vahim duruma kimler getirmiş” diye sağa sola sorarak bilgi almaya çalışırdı.
Majestelerinin muhalefeti böyle bir şey olsa gerek. Geçtiğimiz salı günü de CHP Grup toplantısında, laik cumhuriyeti Kuran partinin genel başkanı Kılıçdaroğlu bir laik eğitim savunması yaptı ki gülmek mi lazım, yoksa ağlamak mı, karar veremedim.
Kılıçdaroğlu laik eğitimin ne kadar önemli olduğunu anlatırken “Bir âlimin ölümü, bir âlemin ölümü demektir”diyen Hadise, “Aklınızı kullanmıyor musun” diyen Bakara suresine atıf yaptı. Böylece laik eğitimin gerekliliğini dinsel söylemlere dayanarak açıklayan bir siyasetçi olarak tarihe geçti. Bu tarz siyaset anlayışı bana bir şey hatırlattı. İngilizler yıllarca, Afyon’la, dinle uyuttukları Müslümanlardan oluşan sömürge halklarına şarlatan sözde bir din âlimi bulurlar, o da Müslüman ahaliye, “Ben gördüm İngiliz veliahdı sünnetliydi” derdi.
Bir tarafta “Bir senatörlük için, dini siyasete alet ederek, bu Cumhuriyete ihanet edemem” diyen İsmet Paşa, bir tarafta da dincilere şirin gözükmeye çalışan Kılıçdaroğlu.