AKP’nin politik güç ve geçim kaynağı dincilik, sadaka ekonomisi ve cehalettir…
Seçimlerde AKP’nin nerelerden oy aldığına bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlamış olursunuz…
Bu bölgelerin en büyük özelliği 21. Yüzyılda bile hâlâ feodal bir yapıya sahip olmasıdır… Bu bölgelerde hâlâ ağalık, beylik, tarikat, cemaat, şeyhlik, aşiret düzeni hüküm sürmektedir…
Ağanın, beyin, şeyhin isteği, arzusu, kesin emirdir… Ağa, bey, şeyh hangi partiyi desteklerse, sandıktan o parti çıkar…
Çünkü emir demiri keser…
Ayrıca bu feodal gücün yanında, yeni dinci eğitim sistemi de AKP’ye durmadan yandaş ordusu ve seçmen kitlesi yetiştirmektedir.
Şimdi şu rakamlara bir göz atalım:
Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürünün belirttiğine göre, bugün, ülkemizde imam hatip okulu sayısı 500’den, 3 bin 500’e, İlahiyat Fakültesi 17 binden 100 bine, imam hatipli öğrenci sayısı ise 60 binden 1,5 milyona çıkmıştır…
Durum, açık seçik ortadadır… Yoruma hiç gerek yoktur… Bu eğitim sistemi ve bu feodal toplum yapısı devam ettiği sürece, AKP’yi tahtından indirmek hayli zor olacaktır…
Oysa Batı ülkelerinde din eğitimi “Dini özgürlükler” içerisine algılanmakta, devlet, vatandaşın dinine karışmayı onun özgürlüğüne müdahale saymaktadır… Bu nedenle din eğitimini özel kesime bırakılmıştır…
Fransız okullarından din dersleri bütünüyle kaldırılmıştır…
Ülkemizde ise din eğitimini devlet üstlenmiş ve halka kılavuzluk yapmak için “Diyanet İşleri Başkanlığı”nı kurmuştur. Bakanlıklar içerisinde en büyük bütçe bu kuruma ayrılmaktadır. Bünyesindeki milyonlarca görevli bu kurumdan geçimini sağlamaktadır…
AKP’nin ikinci politik güç ve besin kaynağı ise “Mağduriyet edebiyatı”, “Politik olayları ve gelişmeleri FIRSATA DÖNÜŞTÜRMEK”, kendi lehine çevirmektir…
Bugünlere değin AKP bu yöntemi tepe tepe kullanmıştır…
Bu çerçevede, okullarda ve resmi kurumlarda türban uygulamasının yasak olmasını, sonuna dek istismar aracı yapmış, bunu tam bir propaganda kaynağına dönüştürmüştür…
Hatta eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine AİHM’de türban davası açmış, daha sonra geri çekmişti…
AKP’nin üçüncü politik güç ve besin kaynağı ise MUHALEFETİN YETERSİZLİĞİ, İKTİDARA KOLTUK DEĞNEKLİĞİ yapması ve gericilik, yobazlık karşısında aydınların ilgisiz ve duyarsızlığıdır…
Önce şu gerçeği bir vurgulayalım. İlkesizlik, programsızlık, yalpalama nedeniyle bugüne değin ne ana muhalefet ne yavru muhalefet tek seçim kazanamamıştır… Ve bu başarısızlıklar karşısında çekip gitmeyi de hiç aklına getirmemektedir… Her geçen gün koltuklarına daha sıkı sarılmakta ve onu kaybetmemek için de her çeşit ayak oyununa başvurmaktadırlar…
Ama sözün burasına gelmişken, bir noktaya bir açıklık getireyim: Atatürk’ün partisi, CHP ile bizim bir alıp veremediğimiz yoktur… Başımızın üstünde onun yeri vardır… Bizim sorunumuz, tek seçim kazanamayan, düştüğü yerde AKP’yi kolundan tutup kaldıran, yetersiz, basiretsiz yöneticiler, idarecilerdir… Mücadelemiz onlarladır… CHP ile değil…
Sevgili Bekir Coşkun’un da vurguladığı gibi biz bu “Muhalefet başkanları Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’den kurtulmadıkça,” AKP’den kurtulacağımıza da inanmıyoruz…
Bahçeli’nin AKP yandaşlığını ve cankurtaranlık görevini burada hiç anlatmayacağım, sayfalar tutar… Sonra buna hiç gerek de yok… Çünkü konuyu artık çocuklar bile biliyor… Boşuna zaman harcamayacağım…
Kaset olayı ile başkanlıktan düşürülen Baykal’ın yerine geçen, Kılıçdaroğlu’na gelince… İlk demeci laiklik, tarikatlar ve türban üzerineydi… Partiyi PKK avukatları, Fethullah Gülen hayranları liboşlarla ve Atatürk düşmanı Mehmet Bekaroğluları ile doldurmuştu…
Başkan olunca, kendisinden çok şey beklenen Kemal Bey, bu nedenle CHP’lileri hayal kırıklığına uğrattı. Hangi taşı kaldırsan altından cemaatçilerin, cumhuriyet düşmanlarının çıktığı bir ortamda o şöyle konuşuyordu:
“Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum, ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da… Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler…”
O zaman biz de ona şu yanıtı vermiştik, tarih 23 Eylül 2010’da. Bundan tam 6 yıl önce…
“Bir yerde Nurculuk, Süleymancılık, Fethullahçılık olur da siyasallaşma, siyasal İslam olmaz mı Sayın Kılıçdaroğlu? Bir yerde tarikatlar, cemaatler olur da orada demokrasinin D’sinden söz edilebilir mi? Cumhuriyetin ilanından bu yana Türkiye ne çektiyse bu akımlardan çekmedi mi, hâlâ da çekmiyor mu? Atatürk’ün partisinde, Atatürkçü olduğunu söyleyen, laik bir başkan nasıl böyle konuşabilir?”
O sıralarda parti yöneticileri de başkanlarından geri kalmıyor, şunları söylüyorlardı:
CHP İzmir İl Başkanı Ali Engin / Cihan Haber Ajansı: “Bu cesur insanları (Fethullah Gülen) hakikaten kutluyorum. Aklı olan, vicdanı olan bu hizmetleri takdir eder.”
CHP Bağcılar Belediye Başkan Adayı Muhammet Çakmak / Akşam: “Fethullah Hoca Türkiye’de bir fenomendir, kimsenin görmezden gelemeyeceği bilge bir adam. Saygıyla izliyoruz.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin / Zaman: Zaman Gazetesi’ni tek kelimede anlatmak gerekirse bence o kelime; vicdandır.
CHP İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu / Cihan Haber Ajansı: “Türk okulları, Türkçe Olimpiyatları bir tanıtım aracı aynı zamanda. Bu kentin, bu ülkenin tanıtımı için okullar da dünyanın 100’ü aşkın ülkesinde eğitim faaliyetinde bulunuyor. Buna öncülük yapanlara (Fethullah Gülen) ülke adına teşekkür etmekten başka bir şey söz konusu olamaz.”
Gördünüz mü? Çorbada kimlerin tuzu varmış? Türkiye’nin bugünkü duruma gelmesine kimler katkı yapmış.