DİBEK DÖVÜCÜNÜN HINK DEYİCİLERİ

 
İslam düşüncesi ve pratik siyaset geleneği, İslami sayılabilecek bir siyaset teorisine ya da  İslami sosyo-politik kurumsal modele dayalı bir devlet teorisine sahip değildir.
Rağmen dini lider F.Gülen’le cemaati ve siyasi lider R.T Erdoğan’la AKP iktidarı;
Büyük Ortadoğu ve Medeniyetler İttifakı projelerinden aldıkları destekle,
İslamcıların küresel ekonomi ve siyasete entegrasyonu ve egemenliklerini teminen “Hakimiyet”in  İslami bir orijin, tanrısal egemenliği dünyevi-siyasal alanda da tesis etmenin dini bir zorunluluk olduğundan hareket ettiler…
 
*
ABD-İsrail-NATO-AKP-Cemaat işbirliğince çözülememiş dosyalar ve sahte belgelerle tertiplenmiş Ergenekon,Balyoz,Casusluk gibi davalarla, Kemalist ideolojinin tarihten silinmesine yönelik operasyonları düzenlediler.
Adalet anlayışını ayrıştırdılar.
CHP’ye darbe yaptılar, Kemalizmin silinmesi ve yerine Liberal Sosyal Demokrasinin yerleştirilmesi için  K.Kılıçdaroğlu’nu ürettiler.
Eğitim ve Öğrenimi tüketici jenerasyonlar yetiştirmeye endekslediler.
Silahlı Kuvvetlerin bir bölük mensubunu ağır cezalara çarptırdılar ve askerin caydırıcılığına çok,çok,çok şey kaybettirdiler.
TSK’yı küçülttükçe NATO’yu büyüttüler…
 
*
Halbuki Genelkurmay Başkanları, Silahlı Kuvvetlerin Komutanı olarak temel sorumlulukları yanında sivil-asker ilişkilerinin yürütülmesinde de yetkili ve sorumludurlar.
Siyasi makamlara ilettikleri profesyonel tavsiye ve tekliflerinin dikkate alınmaması halinde çıkacak olumsuz sonuçların ancak bir ölçüde siyasi makamlara ait olması nedeniyle en azından sürecin kayıt altına alınmasını sağlamalıdırlar.
Doğrusu bugün bu kayıtlar bulunmuyor.
Bu Genelkurmay Başkanlarının özgün Türkiye Cumhuriyeti Ordusuna komuta ettiklerini algılayamadıklarının bir göstergesidir.
Sessiz kalmışlardır, Erdoğan ve Gülen’in ulusal siyaset yerine islami siyasete verdikleri önemle ulusal aklı bulandırmalarına hizmet etmişlerdir. 
 
*
Bugün emperyalizmin oluşturduğu siyaset dinamiğinin bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek,
Diğer ucunda ise devletin içine aldığı CIA ve MOSSAD istihbarat örgütleri yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıkların olduğu bir hilkat, yeni Türkiye bulunuyor…
Bir azınlığın dışında ne antiemperyalist ne bağımsızlıkçı, ne aklın rehberliğinde ne de çağdaş…
 
*
Öyle ki; Fethullah Gülen Cemaati daha 2005’te TSK’nın yüzde 45’ini, Emniyet’in yüzde 75’ini, Yargı’nın da yüzde 60’ını ele geçirmişti.
Daha o zaman Gülen, geniş kitleleri etkileyen cemaatinin partilere siyasetleri bazında destek vermesi ve gerekirse bunu geri çekmesi halinin toplumsal sigorta mekanizması gibi düşünülmesini istiyor,
Açıkça cemaatinin hükümet dışındaki güç ya da yeni Türkiye’nin kurucu-kollayıcı iradesi olduğunu söylüyordu…
Kemalizm’in reddi:Kimlik tartışmaları: Kürt Sorunu çözümü: Anayasa konuları: Eğitim: Yeni bir jenerasyon yetiştirilmesi gibi konularla gündemi belirliyordu…
Sıra gözyaşı dökmeye geldiğinde siyaset güruhu ile birlikte ağlaşılıyordu.
 
*
Hay Allah! Şükür olsun ki, Arap Baharı sürecinde emperyalizm ayıktı!
“İslami dava faaliyetleriyle siyasi parti faaliyetlerinin birbirinden ayrılması” ve “bir siyasi partinin dini alanda vesâyet sağlamasının bir yararının olmayacağı”na karar verdi de işin rengi değişiverdi…
Cemaat deşifre olmaya başladı, bu kez dini çalışmalar yapan bir yapı olarak değil bütünüyle devleti ele geçirmek gibi siyasi hedefleri olan bir yapı olarak algılanmaları sürecine girildi.
Tıpkı Mısır’da Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler Örgütü’nün şeratçı hükümetinin bir askeri darbe ile yıkılması benzeri bir operasyonla FETÖ’nün yıkılması için zaman kollanmaya başlandı.  
 
*
Bir yanda hükümet, diğer yanda FETÖ; herkes bulunduğu konumda ipi kendine doğru çekiyor ama Genelkurmay Başkanları bir türlü sessizliklerini bozmuyorlardı.
Ulusal güvenlik sorunları büyümüş: Kürt Sorunu alevlenmiş: Ulusal birlik, beraberlik bozulmuş: Her seçimde hile yapılırken, Milli İrade’ye selâmlar çakılıyordu.
Anayasada yasama, yürütme ve yargı olarak yer alan güçler ayrılığı ilkesinin demokrasideki denetleme işlevinin güvencesi olduğu akıllara gelmiyordu.
Devlet yönetiminin liyakata dayanması gerektiği umursanmıyor,
Özgürlükçü demokrasinin yerinde yeller esiyordu. 
Devlet kinle, öfkeyle, ön yargıyla yönetiliyor ve herşey bir sorun olarak bir biri üstüne yığılırken;
Yığılmanın altında Türkiye’nin en büyük kurumsal caydırıcı gücü TSK, giderek eriyordu…
 
*
Birçok Avrupalı siyasetçi Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin yeniden masaya yatırılmasını,
Türkiye ile AB arasında varılan mülteci mutabakatına alternatif üretilmesini talep ediyordu.
Türkiye’nin milyonlarca mülteciye vatan olması ciddi ciddi düşünülürken,bunun yaratacağı sorunlar bir yana, onlar üstelik AB’ye üye olmak ve serbest dolaşım sağlamak yolunda Türkiye’den terörle mücadele yasasının değiştirilmesini istiyordu.
Ya da tüm AB ülkeleri vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkının tanınmasını,
Ama Türkiye’nin vize işlemlerinde “Güney Kıbrıs Rum Kesimi” ifadesi yerine “Kıbrıs Cumhuriyeti” ifadesini kullanmasını,
Böylelikle Türkiye’nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs’ı devlet olarak tanıması ve Kıbrıs adasındaki bilumum haklarından vazgeçmesini talep ediyorlardı. 
Ya da işte Suriye’de, PYD’li Kürtler Membiç’i  İŞİD’ten kurtarmış ve bir Kürt koridoru oluşturmak üzeredir.
Ya da Rusya, yakında sorunların çıkması beklenilen Kuzey Kafkas Federal Bölgesini güvenlik açısından en yakın orduyla destekleyerek güçlendirmektedir.
Ne ki hiç bir ses çıkmamaktadır…
 
*
Derken,15 Temmuz’da ABD’nin “başarısız olması plânlı darbe girişimi” ile FETÖ Türkiye’de kök saldığı her alandan sökülüp atılmaya başlanmış,
Yıllardır Kemalist Devrim’e yabancı Genelkurmay Başkanlarının uğruna en büyük zarar yine TSK’nın hanesine yazılmıştır.
Yeniden düzenlenen üst komuta bağlantıları TSK’da komuta karmaşası oluşturmuş, emir komuta birliği bozulmuş, disiplin zedelenmiş, komutanlık gücü ortadan kalkmıştır.
Bu yetenekleri ile Genelkurmay Başkanları, şu toz dumanın seyrelmesiyle yukarıdaki ya da benzeri işlerin gelecekteki tamamlanmasında;
İktidarın hizmetinde “Güçsüz Ordu-Güçsüz Millet”  tanımlamasına denk etkisiz, yetkisiz ve bir merasim görevlisidirler.
 
*
Siz bilgi sahibi olunuz:
Yalnızca Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ konuşmuş ve Türk Milletine “AKP oldukça TSK güçlü olamaz”demiştir.
Yeni Türkiye’deki sivil ve askerler ABD-İsrail ve NATO’nun emri ve çıkarları doğrultusunda “Dibek dövücünün hınk deyicisi”dirler.
 
8.8.2016
 
İslam düşüncesi ve pratik siyaset geleneği, İslami sayılabilecek bir siyaset teorisine ya da  İslami sosyo-politik kurumsal modele dayalı bir devlet teorisine sahip değildir.
Rağmen dini lider F.Gülen'le cemaati ve siyasi lider R.T Erdoğan'la AKP iktidarı;
Büyük Ortadoğu ve Medeniyetler İttifakı projelerinden aldıkları destekle,
İslamcıların küresel ekonomi ve siyasete entegrasyonu ve egemenliklerini teminen "Hakimiyet"in  İslami bir orijin, tanrısal egemenliği dünyevi-siyasal alanda da tesis etmenin dini bir zorunluluk olduğundan hareket ettiler...
 
*
ABD-İsrail-NATO-AKP-Cemaat işbirliğince çözülememiş dosyalar ve sahte belgelerle tertiplenmiş Ergenekon,Balyoz,Casusluk gibi davalarla, Kemalist ideolojinin tarihten silinmesine yönelik operasyonları düzenlediler.
Adalet anlayışını ayrıştırdılar.
CHP'ye darbe yaptılar, Kemalizmin silinmesi ve yerine Liberal Sosyal Demokrasinin yerleştirilmesi için  K.Kılıçdaroğlu'nu ürettiler. Eğitim ve Öğrenimi tüketici jenerasyonlar yetiştirmeye endekslediler. Silahlı Kuvvetlerin bir bölük mensubunu ağır cezalara çarptırdılar ve askerin caydırıcılığına çok,çok,çok şey kaybettirdiler.
TSK'yı küçülttükçe NATO'yu büyüttüler...
  *
Halbuki Genelkurmay Başkanları, Silahlı Kuvvetlerin Komutanı olarak temel sorumlulukları yanında sivil-asker ilişkilerinin yürütülmesinde de yetkili ve sorumludurlar.
Siyasi makamlara ilettikleri profesyonel tavsiye ve tekliflerinin dikkate alınmaması halinde çıkacak olumsuz sonuçların ancak bir ölçüde siyasi makamlara ait olması nedeniyle en azından sürecin kayıt altına alınmasını sağlamalıdırlar.
Doğrusu bugün bu kayıtlar bulunmuyor.
Bu Genelkurmay Başkanlarının özgün Türkiye Cumhuriyeti Ordusuna komuta ettiklerini algılayamadıklarının bir göstergesidir.
Sessiz kalmışlardır, Erdoğan ve Gülen'in ulusal siyaset yerine islami siyasete verdikleri önemle ulusal aklı bulandırmalarına hizmet etmişlerdir. 
 
*
Bugün emperyalizmin oluşturduğu siyaset dinamiğinin bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD'dan satın alınan destek,
Diğer ucunda ise devletin içine aldığı CIA ve MOSSAD istihbarat örgütleri yönetiminde ABD ve İsrail'in Ortadoğu'daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıkların olduğu bir hilkat, yeni Türkiye bulunuyor...
Bir azınlığın dışında ne antiemperyalist ne bağımsızlıkçı, ne aklın rehberliğinde ne de çağdaş...
 
*
Öyle ki; Fethullah Gülen Cemaati daha 2005'te TSK'nın yüzde 45'ini, Emniyet'in yüzde 75'ini, Yargı'nın da yüzde 60'ını ele geçirmişti.
Daha o zaman Gülen, geniş kitleleri etkileyen cemaatinin partilere siyasetleri bazında destek vermesi ve gerekirse bunu geri çekmesi halinin toplumsal sigorta mekanizması gibi düşünülmesini istiyor,
Açıkça cemaatinin hükümet dışındaki güç ya da yeni Türkiye'nin kurucu-kollayıcı iradesi olduğunu söylüyordu...
Kemalizm'in reddi:Kimlik tartışmaları: Kürt Sorunu çözümü: Anayasa konuları: Eğitim: Yeni bir jenerasyon yetiştirilmesi gibi konularla gündemi belirliyordu...
Sıra gözyaşı dökmeye geldiğinde siyaset güruhu ile birlikte ağlaşılıyordu.
 
*
Hay Allah! Şükür olsun ki, Arap Baharı sürecinde emperyalizm ayıktı!
"İslami dava faaliyetleriyle siyasi parti faaliyetlerinin birbirinden ayrılması" ve "bir siyasi partinin dini alanda vesâyet sağlamasının bir yararının olmayacağı"na karar verdi de işin rengi değişiverdi...
Cemaat deşifre olmaya başladı, bu kez dini çalışmalar yapan bir yapı olarak değil bütünüyle devleti ele geçirmek gibi siyasi hedefleri olan bir yapı olarak algılanmaları sürecine girildi.
Tıpkı Mısır'da Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler Örgütü'nün şeratçı hükümetinin bir askeri darbe ile yıkılması benzeri bir operasyonla FETÖ'nün yıkılması için zaman kollanmaya başlandı.  
 
*
Bir yanda hükümet, diğer yanda FETÖ; herkes bulunduğu konumda ipi kendine doğru çekiyor ama Genelkurmay Başkanları bir türlü sessizliklerini bozmuyorlardı.
Ulusal güvenlik sorunları büyümüş: Kürt Sorunu alevlenmiş: Ulusal birlik, beraberlik bozulmuş: Her seçimde hile yapılırken, Milli İrade'ye selâmlar çakılıyordu.
Anayasada yasama, yürütme ve yargı olarak yer alan güçler ayrılığı ilkesinin demokrasideki denetleme işlevinin güvencesi olduğu akıllara gelmiyordu.
Devlet yönetiminin liyakata dayanması gerektiği umursanmıyor,
Özgürlükçü demokrasinin yerinde yeller esiyordu. 
Devlet kinle, öfkeyle, ön yargıyla yönetiliyor ve herşey bir sorun olarak bir biri üstüne yığılırken;
Yığılmanın altında Türkiye'nin en büyük kurumsal caydırıcı gücü TSK, giderek eriyordu...
 
*
Birçok Avrupalı siyasetçi Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin yeniden masaya yatırılmasını,
Türkiye ile AB arasında varılan mülteci mutabakatına alternatif üretilmesini talep ediyordu.
Türkiye'nin milyonlarca mülteciye vatan olması ciddi ciddi düşünülürken,bunun yaratacağı sorunlar bir yana, onlar üstelik AB'ye üye olmak ve serbest dolaşım sağlamak yolunda Türkiye'den terörle mücadele yasasının değiştirilmesini istiyordu.
Ya da tüm AB ülkeleri vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkının tanınmasını,
Ama Türkiye'nin vize işlemlerinde "Güney Kıbrıs Rum Kesimi" ifadesi yerine "Kıbrıs Cumhuriyeti" ifadesini kullanmasını,
Böylelikle Türkiye'nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs'ı devlet olarak tanıması ve Kıbrıs adasındaki bilumum haklarından vazgeçmesini talep ediyorlardı. 
Ya da işte Suriye'de, PYD'li Kürtler Membiç'i  İŞİD'ten kurtarmış ve bir Kürt koridoru oluşturmak üzeredir.
Ya da Rusya, yakında sorunların çıkması beklenilen Kuzey Kafkas Federal Bölgesini güvenlik açısından en yakın orduyla destekleyerek güçlendirmektedir.
Ne ki hiç bir ses çıkmamaktadır...
 
*
Derken,15 Temmuz'da ABD'nin "başarısız olması plânlı darbe girişimi" ile FETÖ Türkiye'de kök saldığı her alandan sökülüp atılmaya başlanmış,
Yıllardır Kemalist Devrim'e yabancı Genelkurmay Başkanlarının uğruna en büyük zarar yine TSK'nın hanesine yazılmıştır.
Yeniden düzenlenen üst komuta bağlantıları TSK'da komuta karmaşası oluşturmuş, emir komuta birliği bozulmuş, disiplin zedelenmiş, komutanlık gücü ortadan kalkmıştır.
Bu yetenekleri ile Genelkurmay Başkanları, şu toz dumanın seyrelmesiyle yukarıdaki ya da benzeri işlerin gelecekteki tamamlanmasında;
İktidarın hizmetinde "Güçsüz Ordu-Güçsüz Millet"  tanımlamasına denk etkisiz, yetkisiz ve bir merasim görevlisidirler.
 
*
Siz bilgi sahibi olunuz:
Yalnızca Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ konuşmuş ve Türk Milletine "AKP oldukça TSK güçlü olamaz"demiştir.
Yeni Türkiye'deki sivil ve askerler ABD-İsrail ve NATO'nun emri ve çıkarları doğrultusunda "Dibek dövücünün hınk deyicisi"dirler.  
8.8.2016 - vizesizavrupa

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir