Orduya kumpas düzenlemeler devam ediyor…
Birinci kumpas Ergenekon’la yapılmıştı…
İkinci kumpas FETÖ darbesiyle…
Üçüncü kumpas AKP eliyle gerçekleşti…
Ezelden ebede, AKP’nin hedefinde iki kurum vardı: Ordu ve yargı. AKP, bu iki kurumu ele geçirip, İslam cumhuriyetinin önündeki engelleri ortadan kaldırmayı düşündü her zaman. Önce yargıyı ele aldı. Şimdi sıra ordunun siyasallaşmasına ve sivilleşmesine geldi.
2002’den önce de 2002’den sonra da AKP ve tüm dinci partiler, bu hedefe kilitlenmişti. Çünkü geçmişte kurulan bu şeriatçı partiler de aynı engellerle karşılaşmışlar ve siyasal yaşamlarını sürdürememişlerdi…
Yargı onların önünde en büyük engeldi… Yakın zamana kadar bu kâbusu AKP de yaşamış, bir kez de “kapanma tehlikesi” geçirmişti.
Türk ordusu, hem Amerika’nın hem de siyasal İslam’ın en büyük düşmanı, korkulu rüyasıydı.
Fethullah Gülen davullarla, zurnalarla, törenlerle Türkiye’ye dönüp, Humeyni gibi yönetime el koyacağı günleri sabırsızlıkla bekliyordu ama karşısında Mustafa Kemal’in ordusu vardı.
Amerika ve yerli ortakları Ortadoğu’yu bir Amerikan kıtası yapmak için can atıyor ama yüce Türk ordusunu en büyük engel görüyor, ne yapıp edip bu engeli aşmak için planlar hazırlıyorlardı…
Amerikan yönetimi ve CIA ajanları, bu nedenle çeşitli programlar yaptılar. Projeler geliştirdiler. Tertipler düzenlediler. Ordunun gücünü kırmak, moralini çökertmek, onu komutansız ve başsız bırakmak için BOP Eş başkanlarını görevlendirdiler. Yandaş basını oluşturdular.
Orduya İlk kumpas Ergenekon davası ile ortaya çıktı.
Yandaş basın durmadan darbe senaryoları ve çete adları ortaya atarak ihbarlarda bulunuyor; subay, sivil demeden tüm ulusalcıları suçluyordu…
Bunun sonucunda “Ergenekon” denilen, hayali bir terör örgütü yaratıldı. Türkiye’nin hemen hemen tüm kentlerinde üyesi bulunan ama birbirini tanımayan, her meslekten kişilerden oluşan bir çeteydi bu. Darbe yapıp hükümeti alaşağı edecekti. Hazırlanan dosyalarda yıllar önce emekliye ayrılmış, hatta yaşamını yitirmiş komutanlar bile vardı.
Önce sivilleri tutukladılar. Kimse ses çıkarmadı… Kimse karşı koymadı. Çünkü onlar yaşamlarını sürdürüyorlardı ve kendilerine karışan, görüşen yoktu. Başkalarının sorunları onları ilgilendirmiyordu. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyorlardı.
Derken sıra emekli subaylara, ardından muvazzaflara, daha sonra da görev başında olan paşalara, ordu komutanlarına geldi. Şaşkınlık, telaş, korku diz boyuydu ve sessizlik devam ediyordu.
Gencecik teğmenler tutuklanıyordu. Ne ilgilenen ne arayan vardı… CHP de MHP de “Yargıya bırakalım, yargı sorunları çözer…” diyordu.
Sendikalar, dernekler uykudaydı. Parti başkanları, parti yöneticileri rahat, sakin, olan biteni meclis salonlarından yarım ağızla eleştirmekle yetiniyorlardı, o kadar.
Oysa bu faşist uygulamalar ve tertipler karşısında yer yerinden oynamalı, tüm yurt yüzeyi direniş alanına dönmeliydi…
Daha önce de bu yolu deneyenler olmuştu. Bir zamanlar Menderes dönemimde de “Battal Gazi Ordusu”, “Omuzları kalabalıklar” gibi sözlerle ordumuz aşağılanmak istenmişti.
Mütareke yıllarında ise saray ve çevresi İngilizlerle işbirliği yapıp orduyu felç etmek için büyük çaba göstermişti.
1918 yılında Mondros Mütarekesi ile ordu lağvedilmiş, elinden tüm teçhizat ve silahları alınmıştı Türk subayları Malta’ya sürgüne gönderilmişti. Geride kalan çok az sayıda subay, Mustafa Kemal’le birlikte Anadolu’ya geçip, Kurtuluş Savaşını başlatmıştı. Mustafa Kemal şunları söylüyordu o yıllarda:
“Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Bu kuvvet ordudur.
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için pek tabii olarak evvelâ onu ordudan mahrum etmek çarelerine başvurdular… “
Bugün de aynı oyunlar oynanmaktadır… Yasalara ve Anayasaya aykırı KHK’larla orduya kumpas düzenlendi…
Kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığına bağlandı, askeri okullar kapatıldı… Okulların yerine yakında AVM’ler, yalılar, köşkler yapılırsa hiç şaşırmayalım…
Bu yeni yapılanmadan en çok PKK, ABD ve AB mutlu oldu… Bu konuda övgü dolu demeçler veriyorlar…
Ama dostun da düşmanın da bilmesi gereken şudur: Tarih boyunca Türk ordusu (geçici dönemler hariç) hiçbir zaman yenilmedi. En kötü dönemlerinde bile bağrından bir Mustafa Kemal Atatürk çıkardı, onurumuzu kurtardı.
Ordumuzun içine düşürüldüğü bugünkü durum da gelip geçicidir. Mutlaka gerçek gücüne, yerine, onuruna ve eskiden olduğu gibi halkın güvenine kavuşacaktır.
Şimdi buradan çok açık ve net olarak sesleniyor ve diyorum ki: “Orduyu kumpaslarla, tertiplerle yıpratmaya, dize getirmeye, bozguna uğratmaya ve emir komuta zincirini kırmaya uğraşmak kimseye iyilik getirmez.”
Orduyla oynayanlar, ateşle oynadıklarının bir gün farkına varacaklardır… Öncekiler gibi onların da sonu hüsran olacaktır…