Posted on July 28, 2016 by Nacikaptan
SASGEM – Stratejik Araştırma ve Strateji Geliştirme merkezi ve diğer alan uzmanları dünya Siyonizm’i ve CIA hizmetinde üç tarikatı incelemeleri.
2016
Derlenen bilgiler ve yaşanan gelişmeler:
“Opus Dei Tarikatı, Moon Tarikatı ve Gülen Cemaati arasındaki şaşırtıcı benzerlikler ve ilişkiler yumağının özeti.
OPUS DEI TARİKATI: Yeni Opus Dei’nin kurucusu Kurucusu Madrid’li bir Katolik papazı Josemaia Escriya de Balagar. Papaz Ecsriya’nın aslı Hristiyan değildir. İspanya’da Yahudi engizisyonu yapıldığı dönemde Hristiyanlığa geçmiş aslen gizli Yahudi olan bir aile kökeninden gelir. Opus Dei kelime anlamı “Tanrı’nın İşleri.” Diğer bu tür örgütlenmeler Opus Dei örneği ve üzerinden yönlendirilir. 1990’larda Vatikan, Papa 2. John Paul tarafından onaylanan teolojik belgeyle; insanlığın kurtuluşu için tek yolun Katolik Mezhebi olduğunu ve diğer dinlerin Katoliklikle eşit olmadığını ilan etti. Dinler Arası Diyalog, bütün inançları kiliseye döndürme amacı taşımaktadır.
MOON TARİKATI: Kurucusu önceleri Budist, sonradan papaz olan Sun Myung Moon. Moon, 1954 yılında K. Kore’den kaçarak, G. Kore’ye yerleşti ve tarikatını da burada kurdu. Moon Tarikatı’nın resmi adı “Birleştirme Kilisesi”dir (Unity of the Church akımı ve Unification Church kurumu). 1951 ABD müdahalesinin hemen ardından kurulmuş bir Hıristiyan tarikatıdır. Kurucusu Sun Myung ve oğlu Heung Jin göğe çekilmek ve gökten geri dönmek gibi Hz. İsa niteliklerine sahiptirler. Dinlerin birleşmesi yanında ırkların birleşmesinin mümkün olması bu dine geçerek olur. Bugün G.Kore nüfusunun yaklaşık %40’ını Budistlikten Hristiyanlığa devşirmiş ve toplum bölünmüştür.
GÜLEN TARİKATI: 1966 yılında İzmir Kestanepazarı’nda kuruldu. Bu bölgenin bir diğer özelliği Sebatayistlerin merkezi olmasıdır.
Her üç Siyonist tarikatın ortak Masonik özellikleri ilginçtir. Bu üç tarikatın ortak özellikleri:
Opus Dei 20. yüzyılda Franko ile su yüzüne çıkmış, 35 yıl onunla çalışmıştır. 2. Dünya Savaşı sırasında ABD Siyonistleri ve yeni kurulan CIA bunu devşirmiştir. Amerika’ya geçip tarikatı kurmuş, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra öncelikle Almanya’yı hedef almıştır. Çalışma bölgesi Hıristiyan âlemidir.
Moon Tarikatı kurucusu Sun Myung Moon’un da aslı Budisttir. Buradan Yahudi, Protestan, Katolik karışımı Unity Church’e devşirilmiştir. Fakir bir köylü çocuğu olan Sun Myung Moon’un bugün müthiş bir servete sahip olduğu dikkat çeker. Çalışma alanı Budist inancın yaygın olduğu Asya ve Pasifik bölgesinde örtük Hıristiyanlığı yaymaktır.
Gülen’in de ana tarafının İspanya’dan gelen Safarad Yahudilerine dayandığı söylenir. Bir yanında da ihtida eden bir Ermeni bulunduğu bilinir. Türkçe olduğu için Risale-i Nûr tefsirlerini alarak çalışmaya başlamış, sonra Risale’nin para kullanımına karşı, devlete bağlılık, bölücülüğe karşı olma gibi ilkeleri ile bağdaşamayıp, 1978’de, “Ben kendi tefsirlerimle irşad yapacağım,” diyerek Risale-i Nûr’u terk edip, laiklik karşıtı dolaylı söylemlerle çevre toplamıştır. 1970’lerden itibaren yabancılardan destek almıştır. İslam’ın dönüştürülmesi, “Ilımlı İslam” işiyle görevlidir. Çalışma alanı İslam coğrafyasıdır. Fakir bir vaiz olduğunu söyleyerek 1992’de Amerika’ya gittiğinde 25 milyar Dolar, bugün hareketin 150 milyar Dolar (gösterilmeyenlerle 250 milyar Dolar) serveti vardır. Vergisi ödenmemiş himmet, bağış, haraç ve işe yerleştirilen üyelerinin maaş ve ücretlerinin % 40’ı ile bu gelir Türkiye’den sıyrılıp alınmaktadır.
Benzer bir dördüncü tarikat Çin’de yükseltilmektedir: Falun-Gong. Hızla yayılan ve büyük mali olanaklara sahip CIA bağlantılı bu tarikat, Scientology (Bilimcilik) adını da taşıyor. Scientology’nin, gerek ABD’de gerek Avrupa’da en sıkı ilişki içinde olduğu güç, Fethullah Gülen örgütü. Scientology, aynı zamanda Moon tarikatı ile çok sıkı ilişki içinde. CIA’nin denetimindeki bir diğer tarikat da Çin’de faaliyet yürütüyor: Falun-Gong.
Her dört tarikatın da teorisi, dini yorumlayışları, çalışma tarzları ve hedefleri arasında olağanüstü uyum var. Kuşkusuz bunun nedeni, komuta merkezinin aynı olması. Hepsi, CIA’nin örtülü faaliyetleri için kullanılıyor ve yönlendiriliyor.
Hindistan Hinduizm’i ise Moon gibi bir şekillendirmeye direnmek için kendi paralel okullar sistemini devreye sokmuştur.
Her üç tarikatın koordine edildiği yer Amerika, hizmet ettikleri merkez de dünya Siyonizm’idir. Koordine eden kuruluş CIA’dır. CIA bu üç tarikat vasıtasıyla hem Budist âlemi, hem Katolik Hıristiyan âlemi, hem de İslam âlemi üzerinde hegemonya kurmayı amaçlamaktadır. Çin boyutu Konfüçyüs felsefesini dünyevileştirip, vaftizler ve kiliseleştirme ve İngiliz dili akımı ile buraya yeni dâhil edilmektedir. Hepsinde amaç, hakikî dinî yaşayıştan uzaklaşıp kapitalizmin her alanda küreselleşmesi için “ılımlı paralel dinler” oluşması, sonunda WASP zihniyetine uygun Hıristiyanlık ve Tanrı İsa altında birleşilmesidir. New Age (Yeni Çağ) akımı bu amaçla yönlendirilmektedir.
Bir başka benzerlik de üçünün de ABD’de ikamet etmeye başlamalarıdır. Moon, 1959 yılında ABD’ye yerleştirilmiştir. Gülen, 1999 yılında ABD’ye alınmış ve göz altında tutulurken, Opus Dei kurucusu Papaz Escriya ise 1940’lardan itibaren sürekli ABD’de bulunmuştur.
İspanya’da Papaz Escriva, Franco diktatörlüğünün sağ koluydu ve Opus Dei Tarikatı’nın lideri Franco’nun 35 yıllık diktatörlüğü ile işbirliği içinde olmuştur. Opus Dei gizli bir Yahudi örgütüdür ve gizemli Kabala geleneğine bağlıdır. Hıristiyan görünmeleri sadece taktiktir. KAYIP KARDİNAL Escriva’nın Yahudilik ve İslam’la ilgili olumsuz bir yaklaşımının olmadığı bilinmektedir. 1974’te Buenos Aires’te Hıristiyanlığı tercih ettiği için bir Müslüman ailenin vaftiz töreninde bu hususu açıkça belirtmiştir. Papaz Josemaria Escriva’nın Opus Dei (Opus Dey) örgütünün temelini oluşturan “rehber” kitabı “Yol” adını taşıyor. 1934 yılında yazılmış, 43 dile çevrilerek tüm dünyada 4,5 milyon satmıştır. Bu kitabın İngilizcesi, THE WAY. Raslantıya bakın ki, Fethullah Gülen’in İngilizceye çevrilen ilk kitabı da, dört ciltlik “Criteria, or LIGHTS OF THE WAY” (İzmir, 1990). Kimilerine göre Escriva, dengesiz, sinirli, paranoyak özelikleri olan biriydi. (Nurettin Veren’in açıklamaları da Gülen’in aynı karakterde olduğunu gösteriyor.) Çok yakınında bulunan, örgütten ayrılan bazı eski üyeler bu tür ithamlarda bulunmuştur.
Moon tarikatının ortağı ise CIA’nın kurduğu Kore’deki CIA’nın Washington temsilcisi Albay Bo Hi Pak’da dır. Bo Hi Pak’da, Moon Tarikatı’nın en güçlü üyesidir. O’nun desteği ile Güney Kore hem askerî, hem de dinî vesayet altına alınmıştır. Kuzey Kore dininden çıkan Güney Kore kadroları, bölünmüş bir Kore milleti ve devletini pekiştirmekte ve Rus destekli Kuzey Kore ordusu karşısında ABD payandası olarak kullanılmaktadır. Bu askerin bir faydası, Kore’nin imalât yapması, meslek eğitimi ve ihracat yapmasındaki ısrarı olmuştur. Yine Güney Kore’den, soyadı da değiştirilerek Hıristiyan Moon tarikatına devşirilen Bak Ki-Moon, Bush döneminde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri yapılarak propaganda amaçlı kullanılmaktadır.
Gülen ise ABD’nin dünyada 1950’ler politikası olan Komünizme Karşı Mücadele Derneklerinin Erzurum ile İzmir şubelerini ilk kuran zattır. 12 Mart’ı desteklemesiyle göze girmiş, 12 Eylül ve 28 Şubat askeri darbelerinin baş destekçisi olmuştur. 35 yıldır CIA bağlantısı vardır. Açıktan Hıristiyanlık veya “Ilımlı İslâm” propagandası yapamasa bile “takiyeciliği” ve “samimiyetsizliği” Müslüman bir toplumun içine sokmuştur. Kenan Evren için “Kenan Evren Cennetliktir. Kucaklayan ve kutsal kurtarıcı bir melektir,” demiştir. 12 Eylül faşizmini şu sözleriyle meşrulaştırmaya çalışır. “Asker tam zamanında yetişmese bütün millet olarak inkisar içinde ağlamak-tan başka çaremiz kalmayacaktı.” “Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadı-mıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” (Sızıntı, Ekim 1980, sayı: 21). Darbelerden sonra kadrolarını devlet içinde yerleştirme, gerçek dindarları ise tasfiye etme imkânını böyle bulmuştur. YAŞ kararları ile grup grup tasfiye edilen cemaatçileri ise 2003’te çıkarılan bir Kanun ile askeriyeye bağlı işyerlerine almıştır.
Üç tarikatın ortak işleri 1980’lerde SSCB etrafındaki Yeşil Kuşak Projesine hizmet etmiş olmalarıdır. 1990’larda Küreselleşme içinde ayrı görevler verilmiştir. 1990’lardan sonra Batı dünyasının amacı İslâm’a bünye değiştirtip geriletmektir.
Üç Tarikatın Faaliyet Yöntemleri Hemen Hemen Aynıdır
Koyu Katolik olan Hıristiyanların bünyesinde yer aldığı bir yapılanma Opus Dei.Opus Dei Tarikatı’nın beş kıtada 475 üniversite ve Yüksek Okulu ve 200 lisesi var. 604 gazete ve dergiye sahip. 52 radyo ve televizyonu yayın yapıyor. Bugün Opus Dei’in Almanya’da 2.8 milyar dolar serveti, 15 üniversitesi, 97 teknik okulu, 36 ilköğretim okulu vardır. Opus Dei Tarikat’ının Hristiyanların yaşadığı her ülkede sorumlu bir Kardinali bulunur.
Moon Tarikatı da benzer alanlarda yükseköğretim, meslek eğitimi, lise eğitimi, yayınlar, kilise okulları ve vaftizler yoluyla devşirme faaliyeti yürütüyor. Moon Tarikatının dünyanın birçok yerinde vakıfları, işletmeleri, okulları, medya kuruluşları mevcuttur. Moon Tarikatında tam tamamına Opus Dei gibi üyelik düzeni vardır. Uzak Doğu, Orta Asya, Türkiye ve Kuzey Amerika göçmenleri arasında kademelendirilmiş ülke papazları aracılığıyla din yayma işi yapmaktadır.
Gülen cemaatinin ise sadece Orta Asya’da dil merkezi, ilkokul, lise düzeyinde 250, dünya genelinde 141 ülkede 600 arasında okulu var. 40 küsur üniversitesi var. Yüzlerce gazete ve dergi, radyo ile televizyon yayını ve yayınevine sahip. Mali ve ticari alanlara girmiştir. Siyasi, askeri, polis içinde teşkilatlanmıştır. Yürütme, yasama, yargı, ordu, polis, eğitim, sağlık, ticaret, maliye vb. cemaatin hizmetindedir.
Gülen Cemaatinin de Opus Dei Tarikatındaki gibi her ülkede bir sorumlusu vardır. Değişen sadece ülke kardinali yerini ülke imamının almasıdır.
Opus Dei Tarikatı ve Gülen Cemaati’nin üye katmanlarının nitelikleri de aynıdır. Her iki Siyonist örgütte de üç tip üye vardır.
1. Opus Dei’de birinci grup olarak adlandırılan “Numerarid” denilen üyeler hiç evlenmiyorlar. Opus Dei evlerinde yaşıyorlar. İhtiyaçları dışındaki tüm kazançlarını tarikata veriyorlar.
Gülen Cemaati’nde “İmam” ve “İmame” olarak adlandırılan abi ve abla denilen üyeler de hiç evlenmiyorlar. Tarikat evlerinde yaşayıp, tarikatın hizmetindedirler. Tüm otorite onlardır. Yedi kişilik İstişare grubu, kıta, ülke, bölge sorumluların bunları içinden seçiliyor.
2. Opus Dei de ikinci üyeler “Sopranumerari” olarak adlandırıyorlar. Tam üyedirler. Fakat evleniyorlar. Tarikat evleri dışında yaşıyorlar. Aylık ödüyorlar.
Gülen Cemaati’nde ise bu tip grup, Şagırd ve Şagırde diye adlandırılan cemaat içinde yetişip evlenenlerden oluşuyor. Cemaate tam üyedirler. Fakat maaşlarından belli yüzdeyi aylık olarak cemaate ödüyorlar.
3. Opus Dei de üçüncü tip üyelere “cooperatori” deniliyor. Tarikatın gönüllü yardım ve eğitim kuruluşlarında yer alıyorlar.
Gülen Cemaati’nde de bunlara ek olarak “himmet” adı altında yardımda bulunan ağırlıktaki üyeler ve destekçilerden oluşuyor.
Bu üçlü Siyonist tarikatların propaganda ve örgütlenme çalışmalarını yürütürken kullandıkları kilit kavramlar da aynıdır. “Diyalog”, “Hoşgörü,” “Dini Araştırmalar” ve “Sevgi”.
Üçünün ortak özelliği misyonerlik faaliyetleridir. Her üç tarikatın ABD’deki NED, CSIS ve CIA gibi istihbarat örgütlerince desteklendiği belirtiliyor.
Bugün üçünün birlikte yürüttükleri bir faaliyet daha var. “Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü” adı altında Siyonizm’in hegemonyasını pekiştirmek ve yaymak için önce ABD, sonrasında 1991 ile 1994 yılında İstanbul sonrasında Riha’da birlikte toplantı düzenlediler.
Avrupa ve Papa’nın Opus Dei’si
Vatikan ve papalık bu kuruluşu kullanmaktadır. “Papa’nın Kutsal Mafyası” adı ile de anılan Opus Dei muazzam bir güce ulaşmıştır. Kanada, Avusturalya, İtalya, Güney Amerika ve Fransa’da büyük topraklar, yeraltı ve yerüstü kaynakları Papalığa aittir. Siyasi, askeri, polis, mali ve ticari alanlarda çok etkindir. Milyarlarca dolara hükme-diyor. Hücre ve eylem gücü nedeniyle Papa 2 John Paul, icracılığının başarısını Opus Dei’ye borçlu olduğunu açıkça ifade etmekten çekinmemiş bir Katolik liderdi örneğin.
Dünya genelinde bilhassa üniversiteler, mali kuruluşlar, finans birlikleri, devasa şirketler Opus Dei’nin müritleri ile doludur.
Başarılı politikacılar, hâkim ve savcılar, parti ileri gelenleri, güçlü sanayici ve işadamları, Avrupa Birliği’nin muktedir parlamenterleri Opus Dei’nin çok sevdiği şahsiyetler arasında yer alıyor.
Alman Hristiyan Demokratlar Partisi’nin önemli isimlerinden Kurt Malangre de yarım yüzyıla yakın bir süredir Opus Dei mensubu olduğunu gizlemiyor mesela. Almanya’da 2 bine yakın çekirdek müridan kadrosu bulunuyor Opus Dei Tarikatı’nın. Bonn kentinde faaliyet gösteren “Öğrenci Temelli Kültür Birliği – Studentische Kulturgemeinschaft” ve Münih’te faaliyet gösteren “Ren – Donau Vakfı – Rhein Donau Stiftung, tarikatın gelir kaynaklarından sadece ikisi. Opus Dei projeleri Avrupa Birliği’nin fonlarında da akla hayale sığmayacak ölçüde istifade ediyorlar.
Almanya’daki merkezini Köln’de ihdas etmiş olan Opus Dei’nin Köln Bürosu’ndan Hans Thomas, adı geçen derneklerin yönetimini yapıyordu. Hans Tomas şu anda Limmat Stiftung – Limmat Vakfı’nın başkanlığını yapıyor. Vakıf dünyanın dört bir yanında projeler yürütüyor. ). Bir başka ilginç nokta ise Köln’de faaliyet gösteren Lindenthal Enstitüsü, Lindenthal Institut. sitesinde de görülebilecek bu enstitünün de başkanı Dr. Hans Thomas.
Opus Dei hakkında çok fazla konuşulan, fakat günümüz dinsel toplulukları içinde hakkında en az şey bilinen örgüttür. CNN televizyonu için Vatikan analizleri yapan, BBC için Opus Dei belgeseli hazırlayan ve araştırmacı kimliğiyle Opus Dei’nin içine sızmayı başarmış isimlerden biri olan John Allen, kitabında tarikatın kuruluşundan günümüze kadar olan gelişimini, yapısını ve işleyişini geniş bir yelpazede göz önüne sermiştir. Opus Dei’de tüm üyelerin ortak amacı bu dünyada bir Civitatea Dei (Tanrı Toplumu) yani teokratik (dini) bir devlet kurmaktır. Opus Dei inananları, bir gün tüm dünyanın Hıristiyan olacağına inanırlar. Gülen de “Vatikan’da ölmek istiyorum” mealinde bir mektubu Papa’ya göndermemiş miydi?
Tarikat dünya siyasetini tıpkı bir ahtapot gibi sarmaktadır. İngiltere Milli Eğitim Bakanı, Polonya hükümetinde görev yapan 3 bakan, Perulu 2 bakan, ABD Anayasa Mahkemesi ‘nin 2 yargıcı, Amerikan Kongresi ‘nin onlarca üyesi, eski FBI Başkanı Louis Freeh ve Fox televizyonunun yorumcusu Robert Novak; Opus Dei müridi olduğunu gizlemiyor.
Neden Fetullahçı hareket, Katolik Opus Dei tarikatı ve Moon tarikatı çok birbirine benziyor?
Çünkü, hepsini kendi hesabına çalışması için CIA kurdurmuştur. CIA’yı da İngilizler örgütleyip Amerika’ya vermişlerdir. Hepsinde aynı model, aynı taktik, aynı yapılan-ma, kullandıkları kelimeler bile aynıdır.
CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Ligi’ni örgütlemiştir.
Dinler Arası Diyalog örtüsü de bir ABD imalâtı. 1950′lerden itibaren dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalararası imparatorluğunu sürdürmek için, her kıtasal din içinde kendisine bağlı bir tarikat örgütledi. Bu tarikatların hepsinin söylemi aynı: Dinler arası diyalog. Arap Baharı ile Ortadoğu’ya ihraç edilmeye çalışılan Türkiye modeli demokrasi anlayışının temelinde de bu diyalogun altındaki Ilımlı İslam niyeti var.
Myung Moon liderliğindeki tarikat, Kiliseleri birleştirmek (Unification Church) felsefesini yaymak amacıyla düzenlediği toplantılarda çeşitli ülkelerin tanınmış isimlerini bir araya getiriyor ve bu ülkelerde örgütlenmeye çalışıyor Tarikat, Hıris-tiyanları birleştirmenin yanı sıra, Müslümanlarla Hıristiyanları da birleştirmeyi gaye edindiği için İslami kesimi de hedef kitle seçmiştir.
Türkiye’deki ilk girişimleri de bu amaca uygun olarak “Dini Araştırmalar” “Hoşgörü” “Diyalog” görüşmeleri adları altındadır ve Türkiye’den özellikle dini çevreden çok aşina isimler tarikatın toplantılarına katılımıyla başlıyor. ABD’de yapılan “Dinlerarası İlişkiler” toplantısına Türkiye’den 40 kadar ilahiyatçı katılmıştır.
Moon Tarikatı, Türkiye’de 1991 yılında İstanbul’da President Otel’de düzenlenen bu toplantıya katılan Hıristiyan din adamları, Müslüman din adamları ile basın ve medyaya kapalı üç günlük bir seminer yaptı. 1994 yılında yine İstanbul’da The Marmara Oteli’nde yine medyaya kapalı olarak yapılan bir başka toplantı da Türk kamuoyu için şok isimler katılımcı oldu.
Bundan sonra Moon tarikatı Türkiye’de müthiş bir MİSYONER faaliyeti başlatmıştır. Ana kavram “hoşgörü” ve “dinler arası diyalog”. Dahası, Moon tarikatının başlattığı dinler arası diyalog girişimine Türkiye’den de Fethullah Gülen destek veriyor. Gülen, Papa ile görüşüp, yetkisinde olmamasına rağmen, “Harran’da, üç semavi dine din adamı yetiştirecek bir İlahiyat Üniversitesi kurmayı teklif ediyor. Yani Gülen, İstanbul’da sorun olan ruhban okulunun Güneydoğu da açılmasını öneriyor. Fethullah Gülen’in CIA ile ilişkilerini sürdürmede en önemli örtülerinden biri, bu Dinler Arası Diyalog faaliyeti olmuştur.
Moon tarikatının, Reagan döneminde İrangate skandalında boy gösterdiğini görürüz. George W. Bush iktidarında Moon tarikatının sahibi olduğu Washington Times gazetesi, yeni-muhafazakârlık (neo-con) ve ABD saldırganlığının başlıca araçlarından biri oldu. Fethullah Gülen’in Türkiye’de yayınlanan Zaman gazetesi ile Washington Times arasında sıkı işbirliği artarak sürüyor. Moon ile Gülen cemaati arasındaki bir diğer ilişkiyi de anlatıp yazımızı noktalayalım. Moon, ABD’de The Washington Post’un da aralarında bulunduğu birçok medya kuruluşunun patronudur. Zaman Gazetesi ilk kurulduğunda, ilk matbaa tesislerini veren Moon’dur. Hatta Moon’un ABD’de “Samanyolu” adlı bir de TV kanalı bulunuyor.
Moon tarikatının, Latin Amerika’daki askeri diktatörlüklerle, İsrail üzerinden kurduğu uyuşturucu ve terör bağı dikkat çekicidir. Fethullah Gülen’in İsrail ile yakın ilişkisi de onun en ayırt edici özelliğidir. Körfez Savaşı’nda, Irak yönetiminin İsrail’e attığı Scud füzesi üzerine İstanbul’da verdiği vaaz ve döktüğü gözyaşları ve ettiği bedduaların kaseti, İslamcılar tarafından elden ele dolaştırıldı.
İsrail ile ilişki, ABD açısından kilit öneme sahip. Graham Fuller’in İslamcı hareketi konu alan “Kuşatılanlar” kitabında, İslamcı hareketlerin Batı ile bütünleşmesi için yapması gerekenlerin başında İsrail ile iyi ilişki geliyor (Graham Fuller, I. O. Lesser, Kuşatılanlar, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, s.126.)
Gülen’in İslamcı kitleleri kendisinden soğutma tehlikesine karşın, Kudüs Başhahamı ile yakın ilişkisi ve cemaatin işadamları derneği ISHAD’in İsrail’le bağları, bu politikanın gereği olarak kuruluyor.
Kasım Gülek ismi, Gülen için çok önemlidir. Zira, Moon tarikatı dâhil kendisine açılan bütün yollara ilk adımı Kasım Gülek’in aracılığıyla atmıştır. Kasım Gülek’in vasiyeti üzerine cenaze namazı bizzat Fetullah Gülen tarafından kıldırılıyor. (Bkz. 01.09.1997 tarihli Zaman Gazetesi, 21.01.1998 tarihli Yeniyüzyıl Gazetesi). Gülen, 1992 yılında ABD’ye gittiğinde, Kasım Gülek’in Amerikan Ordusu’nda albay olarak görev yapan, daha sonra şüpheli bir şekilde ölen, baldızı Aylin Rodomisli (“Adı Aylin” romanında anlatılan kişi) aracılığıyla Pentagon ve CIA ile ilişkiye geçtiğini de bizzat kendisi söyler.
Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek, daha sonra DSP’den Adana milletvekili seçilir. Ecevit’in son yıllarda Fetullah Gülen’e yakınlık duyduğu bilinen bir gerçektir. Tayyibe Gülek’i yetiştiren kişi, teyzesi Aylin Rodomisli olup, bu kişi aynı zamanda Fetullah Gülen’in Pentagon’la ilişkisini kuran kişidir.
Moon tarikatı Mesihliğe soyunurken, Fetullah Gülen İslam’ın temsilciliğine, halife-liğine ve bunu Ilımlı İslâm için Türkiye üzerinden kullanmaya soyunmaktadır. Moon da, Gülen de Amerika’yı üst olarak seçmişlerdir.
Gülen’in reklâmını değişik yayın organlarında yapan yazar Hulusi Turgut, 21 Ocak 1998 tarihli Yeni Yüzyıl’da bu ilişkiyi şöyle anlatıyor: “Kasım Gülek, Fethullah Gülen’le çok iyi dostluk ilişkileri içinde bulundu. Gülen, Kasım Gülek’le sık sık görüşürdü. Vefatı üzerine bu eski dostunun cenaze namazını kıldırmıştı. Fethullah Gülen’e sorduk: ‘Amerika, sizlerle ilgili referansı merhum Kasım Gülek’ten mi aldı?’ Gülen bu konuda şunları söyledi: ‘Kasım Gülek Bey’in baldızı Amerika’daydı. Yani Pentagon’la irtibatları vardı. Eğer kendisine değişik platformlardan, Beyaz Saray’dan sormuşlarsa ‘Bunlar nedir?’ diye, o da ‘Endişe edilecek bir şey yoktur’ demiştir, referans vermiştir.”
Gülen, 1 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde de bu ilişkiyi şöyle açıklıyor:
“ABD’de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz’di. O, Türkiye’de bir zaman elçi olarak kalmıştı. Müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey vardı. Onun vasıtasıyla gıyaben onu tanıyorduk…” 1997 için, “Türkiye, şimdiye kadar çok ölüm-kalım krizlerine maruz kalmıştır. Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim. Hatta bu ses, imkânı varsa Beyaz Saray’a kadar, Kongre’ye kadar, Pentagon’a kadar götürülmeli dedim.” (Zaman gazetesi, 1 Eylül 1997)
İç ve Dış Gülen Okulları
Türkiye’deki diğer tarikatlar, Kuran Kursu ve İmam Hatip Liseleri gibi doğrudan din öğretimine devletin müfredatı ile eğitim kurumlarına önem verirken, Fethullah Gülen cemaati, 1980’lerde Turgut Özal döneminde, yurtiçinde özel Anadolu Liseleri ve kolejler açmaya başladı. Fethullah Gülen, bu okullarda, Hıristiyan misyonerlerinin modelini izleyerek, İngilizce olarak temel bilimler alanında eğitime ağırlık verdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda örgütlenmek isteyen Hıristiyan Misyonerleri de, önce teoloji alanında eğitim veren okullar kurmak istemiş, başarılı olamayınca, temel bilimler alanında yabancı dille eğitim veren kolejler kurmuşlardı. 1915 yılında Osmanlı coğrafyasında, Hıristiyan Misyonerleri’nin Amerika’daki en büyük örgütü Amerikan Board’a bağlı 600′den fazla okulu vardı. Amerikan kolejleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında azınlıkları örgütleyerek çok önemli roller oynadı. Atatürk, Cumhuriyet’le birlikte bu okulları kapattı. Türkiye, NATO’ya girdikten sonra bu okullara benzer okullar MEB eliyle yeniden açtırıldı. İyi yabancı dil öğrenilemediği gibi ülkede fen ve matematik anlama kapasitesi de çok düştü. Bundan sonra örgütlü kopyacılığa başvurma arttı.
ABD’nin Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği’ni içeriden çökertmek için örgütlediği ve büyük olanaklarla yürüttüğü “CIA Muhalefeti”nin, Gülen örgütünün önünü açtığı saptandı.
Sovyet Bloğuna karşı yürütülen psikolojik savaşın en önemli aygıtı Hür Avrupa Radyosu, Fethullah Gülen’i bültenlerinin baş konusu yapmıştır. Amerika’nın Sesi radyosunun değişik lehçelerdeki Türkçe yayınlarında, Gülen ve misyonu sık sık övülür.
Osmanlı İmparatorluğu toprakları içinde açılan Amerikan kolejleri kime hizmet ettiyse, Gülen’in okulları da aynı hizmeti görüyor. Bu okullar hep CIA’nin ilgi duyduğu ülkelerde açılıyor. Okullara ABD’deki Yahudi lobisinin de ilgi duyduğuna dikkat çekiliyor.
Okulları açan şirketler: Çağ Öğretim İsletmeleri AS, Feza Gazetecilik AS, Şelale AS, Eflak AS, Kazak Türk Liseleri Genel Müdürlüğü, Sebat AS, Silm AS, Taşkent eğitim Şirketi, Serhat eğitim Öğretim ve Sağlık Hizmetleri AS, Tolerans Vakfı, Ufuk eğitim Vakfı, Toros eğitim Hizmetleri Turizm ve Ticaret AS, Ertuğrul Gazi eğitim Öğretim AS, Karaçay Çerkes Toros eğitim Hiz. Tur. ve Tic. AS, Palandöken eğitim Öğretim Hiz. AS, Dunae 94 Sti., özel Burg AS, Dostluk Yurdu Derneği, International Hope Ltd. Company, Fezalar eğitim Öğretim Ticaret Limitet Şirketi, Cağlar eğitim Mal. Ltd. Sti, Balkanlar eğitim ve Kültür Vakfı, S.C. Lumina SA Şirketi, Gülistan eğitim Yayın ve Ticaret Ltd. Sti., Sema eğitim Öğretim İsletmeleri AS, Samanyolu AS, Türkiye Sağlık ve Tedavi Vakfı, Yayasan Yenbu Indonesia Vakfı’dır.
Gülen, ABD’de uluslararası okulların, ABD’nin isteği ve desteğiyle kurulduğunu itiraf etti: “Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptır-mazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile bütünleşme adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece böyledir. Yoksa bu projelerin yürütülmesi mümkün olmaz.”
Gülen, gücünü ABD yönetiminden aldığını da saklamaz: “Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı. ”
ABD ile bağı, onun Türkiye Cumhurbaşkanı’nın korumasına girmesine yol açabilecek kadar güçlüydü.
Fethullah Gülen’e bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, 25 Aralık 1997 günü düzenlediği “Ulusal Uzlaşma, Hoşgörü ve Diyalog” ödül töreninde, Cumhurbaşkanı Demirel’e de “şükran plaketi” verilmiştir.
Oysa o tarihte 28 Şubat Darbesi’yle İmam-Hatip Ortaokulları ve meslek Ortaokulları kapatılıyor, Refah Partisi iktidardan uzaklaştırılıyor, Necmettin Erbakan’a hücum ediliyor, Fethullah Gülen’in okulları basılıyor, Gülen’in Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı faaliyetleri nedeniyle hakkında adli soruşturma yürütülüyordu. Demirel’i Fethullah Gülen’in ödülünü almaya ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris ikna etmişti. Mark Parris, İran’da 8-11 Aralık l997 tarihleri arasında yapılan İslam Konferansı Örgütü’ nün Tahran zirvesinden dönüşünde Demirel’i ziyaret etti. Demirel, IKO’nun Türkiye’ ye karşı tutumunu protesto ederek, zirveyi bir gün önce terk etmişti. Parris, Aralık ayının ikinci haftasında yapılan görüşmede, Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’da “Ilımlı İslam”dan yana tavır almasını savundu, Fethullah Gülen’i övdü. Demirel’e ödül töreni için Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın davetiyesini götüren kişinin, kendisine ABD’nin eski Büyükelçisi Abramowitz’in mesajını da ilettiği ifade ediliyor.
Mark Parris, ABD’nin Çelik Çekirdeği’nin has adamlarından biriydi. Beyaz Saray’dan Ankara’ya geldi. Bill Clinton’un yakın kadrosu içindeydi. Ulusal Güvenlik Konseyi’ nin, Türkiye’yi de kapsayan Yakındoğu ve Güney Asya sorumlusu iken Türkiye’ye atandı. Mark Parris’in Fethullah Gülen’e ilgisi, Ankara’ya geldikten sonra başlamıyor. Gülen’in, ABD’de devlet ricali tarafından kabul görmesini sağlayan da, Abramowitz’in yönlendirmesiyle Mark Parris’in başında olduğu Yakındoğu ve Güney Asya Bölümü idi. Fethullah Gülen’in, o dönemde Beyaz Saray’ın yol vermesiyle, ABD’de 14 önemli temasta bulunduğu belirtiliyor.
Fethullah Gülen cemaati tarafından yurtdışında, özellikle de Türk Cumhuriyetlerinde açılan okullarda, diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları, “İngilizce öğretmeni” diye barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye’de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edildi. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelendi.
Tarih, 3 Mart 1997. Yer, Ankara’daki Başkent Öğretmen evi. Önemli bir toplantı yapılmaktadır. Ev sahibi, Milli Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü. Konu, yurtdışında açılan Türk okullarının sorunları.
Toplantıya başta, dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam olmak üzere bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor. Dahası; Başbakanlıktan, MİT’ten, Dışişleri Bakanlığı’ndan temsilciler de katılımcılar listesinde. Ve elbet, yurtdışında okul açmış vakıf ve özel şirket yetkilileri de hazır.
Sıra, Özbekistan’daki 18 okulun sahibi gözüken Silm A.Ş.’nin yetkilisi Mehmet Mesut Ata’ya gelir. Ata, birçok talebini dile getirir. Sözlerini Amerika’nın Özbekistan’daki bir uygulamasını örnekleyerek bağlar. MEB’in yayımladığı yurtdışında açılan özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı adlı kitabın 63-64. sayfalarından okuyalım: “Amerika Birleşik Devletleri, dostluk köprüsü adı altında getirdikleri 70 öğretmene diplomatik statü kazandırmışlardır. Biz de, eğer devletimiz, büyükelçiliği-miz, bu konuda diplomatik statü konusunda bize yardımcı olursa Türk öğretmenleri-nin, Türk eğitimcilerinin itibarlarının biraz daha artacağını zannediyoruz.”
(yurtdışında acılan özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı, sayfa: 63-64. MEB Yayınları)
ABD, CIA ajanlarını kamufle etme ihtiyacı bile duymamış, hepsinin cebine diploma-tik pasaport koymuştu. Özbekistan’da diplomatik pasaportla bulunan ABD’li “öğretmen”lerin çoğu, Fethullah Gülen cemaatinin okullarında yüksek ücretlerle çalışmaktaydılar. İngilizce dil “öğretmeni” olarak gösterilmişlerdi. Örneğin, Kırgızistan’da da 50-60 kadar Amerikalı “öğretmen” vardı. Bunlar da diplomatik pasaportluydu. Ve Kırgızistan’da “Fethullahçı” diye bilinen okullarda “öğretmenlik” yapıyorlardı.
Fethullah Gülen’in okulları, eğitim dili olarak da Türkçe’yi değil, İngilizce’yi kullanmaktadır. Özellikle hazırlık sınıflarında haftalık ortalama 24 saati bulan İngilizce derslerine, çoğu okulda ABD’li ve İngiliz “öğretmenler” girer. Türkçe Olimpiyatları Türkiye’ye yönelik bir propaganda ve reklâm aracıdır. Himmet ve bağışlar böyle toplanıp, yurtdışına kaçırılıyordu. Amerikan kuryeleri bile bu para kaçırma işinde kullanılabiliyordu. Bu okullarda Türkçe seçmeli ders. Türk Cumhuriyetlerinde % 50, diğer ülkelerde % 10 öğrenci seçiyor. Haftada 2 saatte birkaç ezber öğreniyorlar. Konuşabilen parmakla gösterilecek kadar az. Yüksek öğrenim için Türkiye’ye gelen az. Türkiye paraları ödüyor, Amerika o ülkelerde hem İngilizce konuşan ara sınıf insanları oluşturuyor, hem kendi CIA ajanlarına paravan ediyor, hem de kendi ihraç mallarını bizim şirketler eliyle sattırıyor.
Olayın ABD cephesi ise, 1 Mart 1998 tarihli Aydınlık’ta Doğan Duyar’ın haberiyle irdelendi. Fethullah Gülen’in yurtdışındaki okullarında çalışan bine yakın ABD’li öğretmende, yalnızca devlet görevlilerine verilen ABD resmi pasaportu vardı. Çoğunluğu Türk Cumhuriyetleri’nde faaliyet yürüten okullardaki ABD’li öğretmenler, “official passport” sahibiler. Amerikan Eğitim Bakanlığı personeli olmayan ABD’li öğretmenlerin, normal olarak turist pasaportu sahibi olmaları gerekiyordu. Ancak, Amerikan devleti, Gülen’in okullarında çalışanları resmi görevli sayıyor. Bu nedenle diplomatik pasaportla eşdeğerdeki resmi pasaport veriyordu. Türkiye’deki karşılığı “yeşil pasaport” olan “official passport” ABD’li öğretmenlere diplomatik dokunul-mazlık sağlıyordu. Amerikalı kaynaklar, bu pasaportların CIA’nin talimatıyla düzenlendiğine işaret ediyorlar. Gülen’in okullarında görev yapan ABD’li öğret-menler, bu pasaportları özel bir işlem sonucu elde ediyorlar. ABD’de, Türkiye’ den farklı olarak, özel kesimden bir kişi, belli bir sure için devlet memurluğuna getirilebiliyor. Bu konumun kazanılması için, ilgili ABD’de bakanlıkta bir komisyon oluşturulup gerekli üyeler oturtuluyor. Komisyon, kişiyi sorguladıktan sonra, görev için uygun olup olmadığına karar veriyor ve atamasını yapıyor. ABD’de büyükelçilik görevine bile, aynı yöntemle özel kesimden kişiler atanabiliyor.
ABD Adalet Bakanlığı’na yakın kaynaklar, öğretmenlere resmi pasaport verilmesi konusunda Aydınlık’a şu bilgiyi veriyorlar: “Gülen’in okullarında görevli Amerikalı öğretmenlerin büyük bir kısmı Eğitim Bakanlığı personeli olmadığı halde memur pasaportu taşıyor. Eğer bu öğretmenler özel kesimden alınıp görevlendirildiyse, normal işlem sürecine göre bir komisyonda dinlenmeleri (hearing) gerekirdi. Oysa bu öğretmenlerin atama öncesi sorguları böyle yapılmamıştı, bakanlık teğet geçerek yapılmıştı. Bu normal olmayan bir durumdu.”
Amerikan bürokrasisinde normal olmayan durumlara sıkça rastlanabiliyor. Ancak bu tür olağanüstü uygulamalar, devreye gizli istihbarat servislerin girmesiyle mümkün oluyor. Gülen’in okullarında görevlendirilen öğretmenlerin, ABD Eğitim Bakanlığı’ nın ilgili komisyonunda dinlenmeden resmi pasaport almaları için, CIA’nin devreye girdiği belirleniyor.
Amerikalı bir ajan öğretmenin ABD’ye aylık maliyeti 17 000 Dolar. Türklere okul ayda 270 Dolar veriyor, bunun 130 Doları Pennsylvania’ya kesiliyor, ayda 140 Dolarla yaşıyorlar. Türk öğretmeni sömürüsüyle bu ülkelerin çocukları böyle eğitiliyor.
Bir yanıt yazın