Orhan Pamuk’un “Kırmızı Saçlı Kadın” adlı kitabı, çıkışından üç ay sonra 250 bin satarak üçüncü baskısını yaptı. Pamuk, pek çok siyasi konuda dünyaya emperyalizmin çıkarları üzerinden ‘mesaj’lar yollayan bir ‘proje edebiyatçı’ olmanın yanı sıra, kitaplarında ciddi araklar bulunan bir intihalci ama bu yüzüyle pek tanınmıyor. Kırmızı Saçlı Kadın‘ın üçüncü baskısı şerefine Ahmet Yıldız’ın konu üzerine yazdığı titiz çalışmayı yayınlamak istiyoruz. İyi okumalar…
***
İlk kez, Orhan Pamuk‘un Cevdet Bey ve Oğulları‘nın, Thomas Mann‘ın ailesinin üç kuşak öyküsünü anlattığı Buddenbrook Ailesi romanına benzediği,Benim Adım Kırmızı adlı romanını Umberto Eco‘nun Gülün Adı adlı eserinden, Kar‘ın ise konusunu ve roman kahramanlarını Dostoyevski‘nin Ecinniler adlı romanından alıntıladığı iddia edilmişti.
Ben, herkesin Orhan Pamuk diye gözünün karardığı dönemde Yeni Şafak‘taki bir yazının ve Murat Bardakçı’nın birer cümleyle dile getirdiği savları ciddi bularak izini sürdüm ve 1996 yılında iki kitabı inceleyerek aşağıdaki benzerlikleri(!) ortaya çıkardım; Edebiyat ve Eleştiri’nin Mart-Nisan 1996, 24. sayısında “Roman Yazma Teknikleri İçin Bir İbret Belgesi” adıyla yayınladım.*
Bir romancı, tarihi romanda elbette tarih metni zengin bir anlatım sunuyorsa, tarihsel gerçeklere sadık kalmak için bunu aktarabilir; ancak kaynağı vererek! Tersi, okuru aldatmaktır!
Türk Edebiyatı sahipsiz değildir!
Orhan Pamuk, yeni kitabında bir bozacıyı anlatırken belki bur gün şıracıyı da anlatır umuduyla bu “ibret belgesi” metni tekrar yayınlıyorum.
Aşağıdaki karşılaştırmada kullanılan bordo alıntılar, Güncel Yayıncılıktarafından Ocak 1996 yılında yayınlanan, Fuad Carım çevirisi, Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati adlı, 16. yy. da Türkler’e esir düşen bir İspanyol’un anılarını anlatan kitaptan, ve İletişim Yayınları tarafından Ocak 1996 yılında l7. baskısı yapılan Orhan Pamuk’un Beyaz Kale adlı romanından alınmıştır.
“…Cenova’dan Napoli’ye giderken, hareketimizi haber alarak Ponza Adaları’nda bekleyen Türk donanmasının hücumuna uğradık…” (Pedro s.11)
“Venedik’ten Napoli’ye gidiyorduk. Türk gemileri yolumuzu kesti…”(Pamuk s.11)
*
“…Ama ne olur ne olmaz, gene esir düşebiliriz korkusu ile, kürekçileri sıkıştırmaktan vazgeçtiler. Malüm a, kürek çekenler ya Türk, ya Mağribi. Gemi bir kere zaptedil mi, bunlar artık serbest. O vakit, Türklere, bu bize şunu etti, şu bize işkence yaptı, derler…” (Pedro s.12)
“… Türk ve Mağripli olan kürekçilerimiz sevinç çığlıkları atıyordu; sinirlerimiz bozuldu… Esir düşerse cezalandırılmaktan korkan kaptanımız kürek kölelerini şiddetle kırbaçlatmak için bir türlü emir veremiyordu…”(Pamuk s.11)
*
“…İlk önce, öyle bir niyetimiz olmadı değil. Fakat bir borda ateşi yiyince teslim olduk…” (Pedro s.13)
“Şiddetli bir borda ateşine tutulmuştuk, hemen teslim olmazsak gemimiz batacaktı…” (Pamuk s.12.)
*
“…Birinin bileklerini, kulaklarını ve burnunu kesip omuzuna bir pafta yapıştırdılar; paftada şu yazılı idi: ‘Böyle eden böyle olur’. Öbürünü kazığa çaktılar…” (Pedro s.12)
“Kazığa oturtulan korkak kaptanımız yeni ölmüştü. Kırbaççıları, burnunu, kulağını kesip ibret olsun diye bir sala koyup denize bırakmışlardı…”(Pamuk s.11.)
*
“…Rampacılar gemiye daldılar ve herkesi çırılçıplak ettiler. Beni tepeden tırnağa soymadılar; sırtımdakiler, onların hoşlanmadıkları ve beğenmedikleri şeylerdi. Hem, sırtımdakilerle uğraşmaya bir lüzum görmediler; yattığım kamara çok daha değerli eşyalarla doluydu…” (Pedro s.13.)
“…Rampacılar gemimize ayak basarlarken kitaplarımı sandığıma koyup dışarı çıktım. Gemi ana-baba günüydü. Dışarıda herkesi toplamışlar çırılçıplak soyuyorlardı…” (Pamuk s.14.)
*
“…Cerrah mısın, diye sordular. Hayır deyince, az kalsın partiyi kaybediyordum. Bereket versin lafa, sözü geçen kaptanlardan Durmuş Reis karıştı. Cenevizli dönme Durmuş Reis ‘İdrar ve nabız hekimidir, cerrahtan daha faydalıdır” dedi, kürekten işte bu suretle kurtuldum…” (Pedro s.13.)
“…Sonradan Ceneviz dönmesi olduğunu öğrendiğim Reis iyi davrandı bana; neden anladığımı sordu. Küreğe verilmemek için hemen astronomi bilgimden, geceleri yön bulabileceğimden söz ettim, ama ilgilenmediler. Bunun üzerine bende bıraktıkları anatomi cildine güvenerek hekim olduğumu ileri sürdüm. Az sonra gösterdikleri kolu kopmuş birini görünce cerrah olmadığımı söyledim. Öfkelendiler, beni küreğe çekeceklerdi ki, kitaplarımı gören Reis sordu: ‘idrardan ve nabızdan anlıyor muydum?’ Anladığımı söyleyince hem küreğe verilmekten kurtuldum…” (Pamuk s.14.)
*
“…En üste Muhammed’in sancaklarını astılar; bunların altına, bizden aldıkları bayrakları, haçları ve Meryem Anamız’ın tasvirlerini astılar. Külhanbeyler, başaşağı asılan bu haçlarla tasvirleri bir ok yağmuruna tuttular… Derken denizlerde eşine rastlanmayan bir top ateşi koptu…” (Pedro s.18.)
“…Bütün direklerin tepesine sancaklar çektiler, altlarına da bizim bayrakları, Meryem Ana tasvirlerini, haçları tersinden asıp külhanbeylerine aşağıdan oklattılar. Derken toplar yeri göğü inletmeye başladı…” (Pamuk s.14.)
*
“…Ulu-Türk, tutsakları görmek istedi. İki bine yakın tutsağı, ayaklarından zincirleyip sıraladılar; kaptan ve zabit olanları boyunlarından çemberlediler ve bizden aldıkları trampetaları çalarak, boruları öttürek ve bayrakları sürükleyerek hepimizi saraya götürtüler…” (Pedro s.19.)
“…Bizleri Padişah’a çıkarmak için zincire vurdular, askerlerimizi gülünç göstermek için zırhlarını ters giydirdiler, kaptanların ve subayların boyunlarına demir çemberler taktılar, gemimizden aldıkları borularımızı, trampetlerimizi alayla ve keyifle çalarak eğlene eğlene bizi saraya götürdüler…” (Pamuk s. 18)
*
“…Sinan Paşa’nın oniki yıldan beri çektiği nefes darlığı artmıştı. Göstermediği hekim kalmamıştı. Sonunda beni de çağırdılar. Paşa’ya elimle bir şurup hazırladım. Nasıl alınacağını sorunca, işi çaktım ve bir kaşık isteyerek, gözü önünde, üç kere doldurup içtikten sonra, ‘alsana senyör’ diyerek, kendisine de içirdim…” (Pedro s.22.)
“…Oysa, derdi, bildiğimiz nefes darlığıydı. İyice sorup soruşturdum, öksürüğünü dinledim, sonra mutfağına inip orada bulduklarımla naneli yeşil haplar yaptım; bir de öksürük şurubu hazırladım. Paşa zehirlenmekten korktuğu için göstererek şuruptan bir yudum içip haplardan bir tane yuttum…” (Pamuk s.17.)
*
“…Amcabey diye anılan, aslen Valencialı birini yollayarak, bir hıyanette bulanmayacağıma dair yemin ettirip zincirimi söktürdü…” (Pedro s.24.)
“…Bir hafta sonra bir gece gelen kâhya, kaçamayacağıma yemin ettirdikten sonra zincirlerimi çözdü…” (Pamuk s.18)
*
“…yolda müslüman olmamı istedi. Yapamam, dedim. Koruya vardığımızda, dostlarından olan ve Hristiyanlıktan dönme, iki kişi beklemekte idi… Ne söylediğimi soran Paşa’ya, ben karşılık vererek, öfkeyle, kestirin kafamı, callada da, sana verilen emri yerine getir, dedim… ‘Seni din düşmanı ve Muhammed düşmanı köpek seni, biraz geçsin, ben sana yapacağımı bilirim…’ deyip yürüdü…” (Pedro s.28-29)
“…Bir kâhya kararımı sordu. Belki kararımı değiştirirdim, ama bana bunu bir kâhya sordu diye değil! Şu sırada din değiştirmeye hazırlıklı olmadığımı söyledim… İkisi, bir duvar dibinde durup ellerimi bağladılar, pek de büyük olmayan bir balta vardı ellerinde. Müslüman olmazsam, Paşa boynumun hemen vurulmasını emretmiş. Kalakaldım…
(…) Orada ellerimi çözerlerken azarladılar beni: Allah, Muhammet düşmanıymışım.” (Pamuk s.30-3l.)
* “Roman Yazma Teknikleri İçin Bir İbret Belgesi”, Edebiyat ve Eleştiri dergisi, Mart-Nisan 1996, No: 24
NOT: “Beyaz Kale” başlıklı çalıntı romanının Almanca baskısının iç kapağında şöyle bir anıştırma vardır: “Bu kitabın Almancaya çevirisi Alman Sanayii ve Endüstri Ticaret Odaları tarafından finanse edilmiştir”
Ahmet Yıldız