Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “La şarkıyye la garbiyye illa İslamiyye illa İslamiyye” söylemiyle partisinin teşkilatlanma şeması çerçevesinde;
Başbakan, milletvekilleri, il-ilçe yönetimleri odağından Merkezi Yönetime bağlı kurumlar, mahalle ağabeyi ve ablaları, Camii imamları, Başbakanlık Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’na (TİKA) bağlı Sivil Toplum Örgütleri, Odalar, Sermaye kuruluşları, Medya, Akademisyenler, Emniyet Kuvvetleri ve TSK’da örgütlü mensuplar, seçmenler ve partizanlar,
TSK’dan Fethullah Gülen Cemaatine bağlı olduğu iddia edilen bir grup askeri personelin darbe girişimi önledi.
Şimdi, iktidarın önceden hazırladığı listelerde belirlediği sivil ve askeri bürokrasiden binlerce Gülenci, Kemalist, Kürtçü,Solcu vb. muhalif insan tasfiye ediliyor…
*
AKP’nin iktidarı boyunca organize ettiği, görüldüğü üzere gerektiğinde paramiliter güçlere dönüşebilen kitlesi,darbeyi bastırmak için agresif yöntemlerle şok enformasyon uyguladı.
Bu ABD’nin Arap İslam toplumları ve topraklarını küçük küçük parçalara ayırma, ulusal orduları zayıflatma ve bölgeye İsrail’e bağlı ordular vasıtasıyla hakim olmak için uyguladığı “Yaratıcı Kaos” stratejisiydi ki,
Zaten paramiliter güçlerin arasına serpilmiş olan IŞİD radikal örgütü mensupları da bu stratejinin üstâdıydı.
*
Dost ve düşman herkes ve başta darbeciler; galeyana getirilmiş bu kitlelerin kimi öbeklerinde, İŞİD usulu subayları don -postal bırakmasını, apoletleri sökmesini, eşek sudan gelinceye kadar dayak atmalarını, linç ederek öldürülmelerini, başı gövdesinden ayrılan Mehmetçiğin şok görüntüleri ile şaştığını,paniğe uğrayıp darbe planlarının karambole düşürüldüğünü ve sus-pus olunduğunu gördü.
Herkes Recep Tayyip Erdoğan’ın bu islamcı paramiliter güçler üzerindeki kayıtsız şartsız hakimiyetini farketti, bunun olası dehşet sonuçları karşısında ürperdi.
*
Kapitalist sistem 2008 malî krizinden bu yana hızlı bir şekilde uçuruma yol almaktadır.
Erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zaman gelip çatmıştır.
Bu evrensel ölçekli alış-verişin ve genel kokuşmanın dönemidir.
Maddî ya da manevî olsun her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bu zamanda, bu noktadan bugünün kapitalist ahlâkı ürüyor.
Ya da karşılıklı bağımlılıkta ülkelerin varoluş idealleri, gelişmişlik düzeyleri ile insani vasıfları doğrultusunda farklılaşmalar oluşuyor…
*
Bir zaman önce iki ortak Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen önderliğinde, yüce İslam dinini dünyevileştilen bir cemaat ve siyaset gürûhunun niteliksiz ve etik-kalitesi olmadığı sonradan anlaşılan,
“İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin yalnızca Türkiye’de değil, İslam ülkelerinde de toplumsal istikrarı sağlamadığı, ülke dinamiklerini tükettiği ve Batı’ya dayanılmak zorunda kalındığı” siyaseti, bugün kendi dinamiği içinde evriliyor…
*
Bu niteliksiz siyaset dinamiğinin bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek vardır, diğerinde içlerine aldıkları CIA ve MOSSAD istihbarat örgütlerinin yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıklar bulunuyor…
*
Ve bu çerçevede, şimdilerde bir dizi garip gelişmeler yaşanıyor.
3 Eylül 2013’te Savunma Bakanı C.Hagel ve Genelkurmay Başkanı M.Dempsey’in birlikte,
ABD Kongresi’nde Suriye ile ilgili yaptıkları sunumda;
ABD’nin Irak’a müdahale anlamında herhangi bir planının olmadığı,
Ama bölgeyi İslam halifeliğine (İŞİD) ve “Kürdistan”a bırakıldığı açıklanıyor…
*
31 Ekim 2014’te Fransa’da Cumhurbaşkanları Hollande ve Erdoğan, PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm ile toplanıyor.
Ardından Dışişleri Bakanları A.Juppe ve A.Davutoğlu arasında bir mutabakat imzalanıyor.
Mutabakata göre Türkiye’deki PKK’nın Kürtleri Suriye’ye sürülecek,
Suriye’de Fransa’nın gelecekteki çıkarlarını da sağlayacak yeni bir devlet kurulacaktır…
*
O gün Başbakan olan Erdoğan; “Kürdistan’ın” gündeme gelmesini Türkiye’de Kürt sorununun içinin boşaltılmasına fırsat yaratacağı düşüncesiyle karşılamıştır.
Böylece Erdoğan, öncelikle Kürdistan’ı savunacağı için hem dış dünya nezdinde, hem de Kürtlerin Türkiye ve İsrail’in bölgedeki politikaları gereğince kendilerine vaad edilen bir ucu Doğu Akdeniz’de özgür “Kürdistan” toprakları üzerinde Kürtleri, Arap ve Ermenilerden ayırıp birlikteliklerini sağlayarak;
Türkiye Kürtlerinin de desteğini almayı ve ‘Muhteşem Sultan’ olarak anılmayı öngörüyordu.
*
Şimdilerde Erdoğan, İsrail’in Kürdistan projesini, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde etnik temizlik faaliyeti olarak yürütüyor.
Kürtler, Kuzey Suriye’yi IŞİD’ten kurtardıktan sonra bu bölgelerin Mart’ta ilan edilen Rojava ve Kuzey Suriye Demokrat Federal Sistemine dahil edilmesi yönünde adımlarlar atarken,
Erdoğan, Suriye’de bir Kürdistan kurup buraya Türkiye’deki Kürtleri sürmek stratejisini sürdürüyor.
Birçok köy yok edilmiş, diğer birçok köyde yaşayan insanlar bulundukları yerleri terk etmeye zorlanmıştır.
Terk edilen yerleşimlere Kafkasya’dan getirilen 4000 Ahıska Türk’ü, Türkiye’nin 650 kasaba,köy ve mezrasında yaşayan, nufusu 2.5-3 milyon olduğu düşünülen Çerkes, Çeçen, Sabsuğlar, Ubıhlar, Kabartaylar, Abhazlar, Kemguey, Bjeduğ, Besleneyler,
Dağıstanlılardan Avarlar, Ma’urular, Dargilerin ve Kürtleşmiş Oset gruplarının yerleştirilmesi öngörülüyor…
*
Bu sıralarda Afganistan, Irak ve Suriye’deki emperyalist savaşlarla harap edilen ülkelerinden kaçan milyonlarca sığınmacının çaresizliği;
Avrupalıların yoğunlaşan jeostratejik ve ekonomik çatışmalarının odağına oturmuştur.
Bu durum siyasal ve tarihsel olarak Avrupa kapitalizminin kanlı çelişkilerinden kaynaklanan sınırlarına, ekonomi politikasına ve özellikle Doğu Avrupa’da çatışan çıkarlarına yansımıştır.
*
Sonra Avrupa’da sığınmacı krizine yönelik AB sınırlarının kapatılmasını savunanların ya da Şansölye A.Merkel’in “bir Avrupa çözümü” desteklenmiştir.
Sığınmacıların Avrupa’ya kaçmaya devam etmesi halinde AB’nin siyasi ve ekonomik olarak parçalanacağı öngörüsünde ” Bir Avrupa çözümünün”;
Avrupa’nın sınırlarının sığınmacılara kapatılması: Ege Denizi üzerinden tehlikeli yolculuğu göze alan sığınmacıların alıkonulması: Bir kez daha Türkiye’de sığınmacı kamplarında tutulmaları ya da geldikleri ülkeye geri gönderilmek üzere Türkiye’ye iade edilmesini anlamına geldiği anlaşıldı.
AB’nin; kıtayı birleştirmenin bir aracı değil, ama Avrupa’yı en güçlü mali ve endüstriyel çıkarlara ve onların emirlerine bağlı kılmanın, halklara saldırmanın ve polis ile orduyu silahlandırmanın aracısı olduğu karakteri bir kez daha ortaya çıktı.
*
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre,Türkiye’de 2 milyon 733 bin 44 Suriyeli mülteci biyometrik verileri çerçevesinde kayıt altındadır.
Şimdi Erdoğan “Bir Avrupa Çözümü” doğrultusunda Suriye uyruklu mültecilere vatandaşlık vermeyi öngörüyor.
Bu suretle “Kürtlerin Suriye’ye gönderilmesi, başta onların boşaltığı alanlara Suriyeliler ve Kafkasyalı Türklerin yerleşmesi ve Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep, Adana, Mersin, Kilis ve Osmaniye’de Türkiye demografisini tamamen değiştirecek bölgeler oluşturulacaktır.
*
Bütün iktidarı sürecini İsrail karşıtı direniş hattının ön cephesinin düşürülmesi, İsrail’in güvenliğinin sağlanması, enerji koridorlarının kontrolü, bölgede ABD’nin siyasi hegemonyası ve İsrail’in itikadi hedefleri doğrultusunda özellikle Suriye odağından genişleyen stratejilerin uygulanmasında Türkiye’yi kullanan Erdoğan,
Şimdi bir taraftan da ABD’nin bir dönem Pakistan’a verdiği rolü Türkiye’ye uygulamaktadır.
*
Şimdi, Avrupalıların emniyetini teminen tıpkı Pakistan gibi mezhebi hassasiyetleri kullanarak;
Çoğu Amerikan pasaportlu Çeçen, Gürcü, Suudi, Mısırlı, Sincan Özerk Bölgeli,Türk ve Avrupa’nın hemen her ülkesinden İŞİD mensubu teröristlerin Hatay,Kilis; Gaziantep ve Şanlıurfa’yı içine alan bölgede yeni bir Veziristan kurmalarına da göz yumuyor…
*
Ne ki, bunları becerebilmek için güçlü yetkilere ve güce ihtiyacı vardır.
Hem sonra hukukun üstünlüğü kimin karnını doyuruyor?
TBMM’de ifade özgürlüğü için kaybedilen zamana yazık değil midir?
Özgürlükler ne anlam ifade ediyor?
NATO varken TSK’nın caydırıcı gücünün olmasının Türkiye için ne önemi bulunuyor?
Sivil bürokraside bilgi,beceri,deneyim kime yarayacaktır?
Sonuçta bu halka robocop takımları giyinmiş Toma’lı,biber gazlı binlerce polis yetmez mi?
*
Recep Tayyip Erdoğan Kafkasyalı göçmenler,Özgür Suriye Ordusu ve taraftarları Sünni Suriyeli Araplar ve hazır kıta İslam halifeliği (İŞİD) ve benzeri terör örgütleri desteğiyle, Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti rejimini yıkıp İslam Halifeliğine yürüyor…
Ne ki, Türk kelimesi güçlü ya da güçlüler anlamına geliyor ve ne etnik ne de dinsel değeri bulunuyor.
Hiç şüphesiz ki bu söylem, kavime veya boya ilişkin bir kimlikten değil, siyasi bir örgütlenmeden kaynaklanıyor.
*
Bugün Anadolu’yu yurt yapan Türklerin serüveni dörtnala giden atlardan, talanlardan, ırza geçme olaylarından, yanan kentlerden, kafatası kulelerinden, şiddetten, kandan ve esriklikten,
Ama aynı zamanda dinginlikten, barıştan, düzenden, örgütlenmeden, ölçülülükten, bilgelikten, yakarışlardan, hoşgörü ve dostluktan, kardeşlikten, ince zevkten, olağanüstü gizemcilik coşkularından, çok güzel sanat ve duygu ifadelerinden,
Sıradan olanın üstüne çıkan her şey gibi karşıtlıklar, aykırılıklar ve aşırılıklardan oluşuyor.
Bu vasıflar Erdoğan’ın olası o gününde, Türklerin mutlaka “Var mısın-Yok musun” sorusuyla karşılaşacakları anlamına geliyor…
19.7.2016