Yakın geçmişte, Ergenekon ve Balyoz gibi sanal davaların açılmasına sebep olacak şekilde, meslektaşları hakkında asılsız ve kurmaca deliller üreterek hukuku yanıltmak suretiyle, arkadaşlarını ordudan tasfiye etmeye kalkışan cunta, en sonunda hırslarının kurbanı olarak kendi kendilerini tasfiye ettiler. Tıpkı akrebin kendi kendisini sokarak intihar etmesi gibi bir şeydir yaptıkları. Bu subayların, genelde AKP iktidarı döneminde terfi ettirilen ve YAŞ toplantılarında “İrtica Sebebiyle Ordudan ihraç” edilmelerine dönemin Başbakanları ile Milli Savunma Bakanları tarafından karşı çıkılan, bu kararlara adı geçenlerce şerhler konulan kişilerden oluştuğu gözlenmektedir. Özetle; Cuma gecesi yapılan darbe girişimi, AKP iktidarı açısından tam da “Besle kargayı oysun gözünü” gibi bir anlam taşımaktadır.
2012 yılında yayınlanan bir yazımızı, günün anlam ve önemine binaen tekrar yayınlıyoruz(*)
____________
(*) https://www.turkishnews.com/tr/content/2012/09/24/gerektiginde-supurgeden-yana-olabilmektir-adalet/
Gerektiğinde süpürgeden yana olabilmektir adalet!
Balyoz fena indi
Balyoz Davası ile ilgili mahkeme kararı açıklanmazdan az önce not defterime (facebook sayfama) “365 kiliseye karşı 365 asker” başlıklı şu notu düşmüştüm:
“Miladi takvime göre bir yılda 365 gün var. Malta’nın başkenti Lawelatta’da 365 kilise var. 250’si tutuklu olmak üzere Balyoz Davası’nda 365 asker yargılanıyor. 365 rakamında bir hikmet aramıyorum elbette. Bu tamamen bir tesadüf. Ancak iddiaya göre; yargılanan 365 askerden her biri, Lawelatta’daki bir kiliseyi değil, İstanbul’daki bir camiyi bombalamayı planlıyorlarmış! Bugün karar günü. Sanıkların tamamının ceza alması hiç önemli değil. Bir tane asker bile bu davada mahkumiyet alsa, bu beni son derece utandırır. Çünkü hiç bir demokrat insan, darbeci bir orduya sahip devletin vatandaşı olmak istemez. Ben de istemem.
Tutuklu general Çetin Doğan’ın dediği gibi, verilecek kararın sadece mahkeme heyeti hakkında değil, başta sanıklar olmak üzere TSK ve Türk Milleti hakkında da hayırlı olmasını dilerim. Türk yargısının bağımsız olmadığı ve bu sebeple verilecek kararın hukuki olmaktan çok siyasi olacağı iddialarına gelince; Türk Yargısı sadece balyozcuları yargılamıyor. Bu ülkede milyonlarca dava görülüyor. Milyonlarca dava dururken, sadece Balyoz Davası’nın siyasi olduğunu iddia etmek sanırım inandırıcı değildir. Öyle olsa bile, kendisini Molla Kasım yerine koyan bir üst mahkeme çıkacak ve söz konusu davadaki eğrilikleri düzeltecektir.
Bazı sanık avukatlarının, davaya girmek yerine, ekran ekran dolaşıp müvekkillerini televizyon ekranlarından savunmalarını isabetli bulmuyorum. Bu manevrayı, büyük ölçüde tribüne oynamak ve sanıklar lehine kamuoyu desteği sağlamak olarak yorumluyorum. Duyarlı her vatandaş gibi ben da mahkemenin kararını heyecanla bekliyorum. Tek dileğim, bu davada hiç bir askerin ceza almamasıdır.”
Kararın açıklandığı günün ertesinde ise yine not defterime (facebook sayfama) şu notu yazdım:
“Dün, sadece Türkiye Cumhuriyeti tarihi için değil, bütün Türk Tarihi için önemli bir gündü. Balyoz Davası çerçevesinde iki testi çarpışmış ve tabiatıyla birisi kırılmıştır. Balyoz Davası’nın, hukuki bir dava değil, siyasi ve rövanşist duygularla açılan bir dava olduğu iddiaları hiçbir zaman silinmeyecektir tarihten. Bunun yanında sanık askerlerin mahkeme heyetine karşı takınmış oldukları umursamaz tutum da asla silinmeyecektir tarihin hafızasından. Askerler, usulü dairesinde kendilerini savunmak yerine, mahkeme salonunda Onuncu Yıl Marşı ve Harbiye Marşı söyleyerek adeta güç gösterisinde bulunmuşlardır. Org. Çetin Doğan’ın, mahkeme heyeti hakkında sarf etmiş olduğu ‘Vereceğiniz karar hakkınızda hayırlı olsun’ şeklindeki sözleri ise tam anlamıyla bir tehdit içermektedir.
Gerek askerlerin Mahkeme heyeti karşısında takınmış oldukları tavır, gerekse savunma avukatlarının mahkemeye girmeyip TV ekranlarında yaptıkları şovlar, tam anlamıyla tribüne oynamak ve mahkeme heyeti üzerinde kamuoyu baskısı yaratma amacı taşıyordu. Bunun yanında Başbakanın BDP’lilerin dağdaki militanlarla kucaklaşması hadisesi ile ilgili olarak söylediği ‘Yargıya söyledim, onlar da gereğini yapacaktır’ şeklindeki sözleri ve Bülent Arınç’ın yakın geçmişte söylediği ‘Yaptığımız düzenlemelerle bundan sonra sıkıysa darbe yapsınlar’ anlamına gelen sözleri, tam anlamıyla Balyoz Kararı’na gölge düşürmüştür.
Gerekçeli kararı görmeden tenkit etmek doğru değilse de, mahkemenin bu kadar çok mahkumiyet kararı vermesi herkes gibi beni de şaşırtmıştır. Doğrusu ben, askerlerin emir komuta zinciri içinde yaptıkları bir çalışmadan dolayı, özellikle dava konusu çalışmaların yapıldığı 2003 yılında alt rütbelerde bulunan askerlerin tamamıyla berat edeceğini, dolayısıyla berat kararı verilenlerin daha çok olacağını tahmin ediyordum. Bu bakımdan, mahkeme kararının Yargıtay aşamasında düzeltileceğini kuvvetle muhtemel görüyorum.”
…
Balyoz Davası’nın sonucunun açıklandığı gün için “Bütün Türk tarihi için önemli bir gün” dememim sebebi; hukuki olsun, siyasi olsun, neticede balyoz kararları, kesinlikle TSK içinde bir tasfiyeye sebep olmuştur/olacaktır. Tarihimizde TSK içinde benzer tasfiyeler elbette olmuştur. Bu tasfiyelerin en kayda değer olanı Enver Paşa ve arkadaşlarının Balkan Savaşları arifesinde yapmış oldukları tasfiyedir. Benzer hadiseler, cumhuriyet döneminde de yaşanmıştır. Hatta Harp Okulu’nun hiç mezun veremediği dönemler de yaşanmıştır bu ülkede. Ancak, bu tasfiyelerin ortak yanı, daha çok TSK içindeki cuntaların güç gösterisi şeklinde cereyan etmiş olmasıdır. Yani, bu tasfiyeler daha çok askerlerin askerleri tasfiye etmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Bunun yanında, Başbakan Süleyman Demirel’in dönemin Genel Kurmay Başkanı Cemal Tural’ı, Başbakan Turgut Özal’ın ise dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun’u emekli etmesi örneğinde olduğu gibi, zaman zaman sivil otoritenin TSK içinde gerçekleştirmiş olduğu küçük çaplı tasfiyeler de yaşanmıştır bu ülkede. Ancak bunların hiçbirisi “Balyoz Davası” nın sebep olduğu/olacağı tasfiye kadar geniş kapsamlı olmamıştır.
Şükürler olsun onbaşılara dokunulmadı!
Ben Askerliğimi, 1986-1987 yıllarında yedek subay olarak Kars’ta yaptım. Bölük komutanının olmadığı zamanlarda ve üst devrem olan asteğmenler tezkereye gittikten sonra, askerlerin eğitimini ben üstlenmiştim(Esasen TSK’de eğitim hizmetleri genelde asteğmenler tarafından yerine getirilir). Bölüğümüzde, Türk Yargı Tarihi’ne “Yargıçlar vicdanla cüzdan arasına sıkışmışlardır” şeklinde bir özlü söz armağan eden Yargıtay Başkanı merhum Mehmet Uygun ile aynı adı taşıyan Kahramanmaraşlı bir asker vardı. Bizim Mehmet, salak mı salak, avanak mı avanak bir tipti. Eğitim sırasında vermiş olduğum “Hücum” emri üzerine bütün bölük “Allah Allah” nidalarıyla ileriye doğru koşarken (taarruza geçerken), bizimki “Allah Allah” diyerek geri koşardı (geri çekilirdi). O kadar salaktı anlayacağınız. Bu yüzden de sürekli bağlı bulunduğumuz taburda genelde işe yaramaz askerlerden kurulan “Hazır Kıta” timi içinde yer alırdı bizim Mehmet Uygun!
Hazır Kıta timi ne iş mi yapar? Görevlendirildikleri birliğe herhangi bir saldırı ve tecavüz eylemi olduğunda ilk müdahaleyi yapacak silahlı timdir bu tim! Genelde bir mangadan ibaret olan bu tim gece sabaha kadar uyumaz, çatışmaya hazır bekler. Gelin görün ki; bizim taburda bu tim tam da Allahlıklardan teşkil olunurdu. Örneğin bizim hazır kıta timinin silahı var mıydı emin değilim! Silahları olsa bile mermilerinin bulunmadığı kesindi! Çünkü bu gençler, silahlarına sahip çıkamayacak durumda idiler. Bu yüzden ellerine verilecek bir silah hem kendileri, hem de arkadaşları için potansiyel tehlike demekti. Bizim kilerin yaptıkları tek iş, sadece Tabur Nöbetçi Subayı’nın zaman zaman verdiği emirle koyun sürüsü gibi oturdukları odadan dışarı fırlayıp, binanın önünde tek sıra esas duruşa geçmekti. Elbette bu fırlama esnasında, düşüp yaralananlar da olurdu bazen! Günümüzde bazen günü birlik silah altına alınan engelli gençleri görünce, nedense hep bizim meşhur Hazır Kıta timini hatırlarım ben.
Askerlik yapanlar bilirler; kışlalarda askerlerin yanı sıra subaylar da nöbet tutarlar. Kimisi Bölük Nöbetçi Subayı’dır bunların, kimisi Tabur Nöbetçi Subayı. Elbette daha üst rütbeliler de daha üst birliklerin nöbetçi subaylarıdır. Yani TSK, 24 saat görevinin başındadır. Bölük Nöbetçi Subayları ise genelde bölükte görevli astsubaylardan ve asteğmenlerden oluşur.
O gece bölüğümüzün Nöbetçi Subayı idim. Bölük Sorumlusu çavuştan almış olduğum bilgiye güvenerek Tabur Nöbetçi Subayı olan Çorumlu Yüzbaşı Kemal Kalender’e tekmil verip, bölükte vukuat olmadığını bildirdim. Ancak o da nesi? Sabah olunca, Kemal Yüzbaşı beni çağırdı ve bizim Mehmet Uygun’un gecenin bir yarısında Eğitim Alanı’nda salak salak dolaşırken nöbetçi askerler tarafından bulunduğunu, oysa benim “Bölükte vukuat yoktur” demek suretiyle üstü olarak kendisini kandırdığımı veya yanlış bilgi verdiğimi söyledi ve bana bir gün “Oda Hapsi” verdiğini bildirdi! Ve ben, bu sebeple bir gün oda hapsi aldım ve yattım da!
Tabur binasındaki bir odaya bir ranza getirdiler ve beni odaya hapsettiler, kapıma da silahlı bir asker koydular! Tuvalete bile emrimdeki bu askerin silahının gölgesinde gelip gittim ben! Oda hapsinin bittiği günün ertesi gün yaptığım ilk iş, bana yanlış bilgi aktararak oda hapsi almama sebep olan kıdemli Çavuş Balıkesirli Nazım Çavuş’u balta sapından geçirmek, bir önceki gün eğitim alanında uyuyup kalan Kahramanmaraşlı Mehmet’in ise ağzını burnunu dağıtmak oldu!
Konuyu şuraya bağlayacağım; Balyoz Davası’nda toptancı bir yaklaşımla 331 askere ceza vermek yerine, üst rütbeli üç beş generale verilecek sembolik bir ceza bile sanırım bu davadan beklenen maksadı hasıl ederdi. Ben nasıl emrimdeki askerlerin sebep oldukları bir olaydan dolayı ceza almışsam ve bir günlük oda hapsinden sonra bölüğü tek tek saymaksızın üstlerime “Vukuat Yoktur” raporu vermemişsem, Çetin Doğan ve birkaç üst düzey komutan da düzenlemiş oldukları ve Org. Hilmi Özkök’ün beyanına göre maksadını aşan “Plan Semineri”nden dolayı ceza alabilirlerdi. Mahkeme tarafından bu askerlerle ilgili olarak önce “Mahkûmiyetlerine” sonra da “Tutuklu bulundukları süre göz önünde bulundurularak tahliyelerine” denilseydi, kamu vicdanı sanırım çok daha tatmin olurdu gibime geliyor. Ancak çoğu, bahse konu Plan Semineri’nin gerçekleştirildiği 2003 yılında yüzbaşı, binbaşı ve yarbay gibi alt rütbelerde bulunan 331 kişiye ceza verilmesi, vicdanları kanatmış gözüküyor. Umarım Yüce Yargıtay, bu yanlışı düzeltecektir. Demirel’in dediği gibi(1); bu dava bizim için elbette dünyanın sonu değil ve köprülerin altından daha çok sular akacaktır…
“Balyoz kararları, kamu vicdanını kanatmıştır” dememiz boşuna değildir. Balyoz Davası’nın, TSK içindeki bir grubun tasfiyesi olduğuna inanan veya bunu iddia edenler bir yana, “Balyoz’un TC Hükümeti’ni yıkmayı amaçlayan bir darbe planı olduğunu” savunanlar bile verilen karardan rahatsız olmuş gözüküyorlar. Örneğin darbenin hedefinde olduğu söylenen hükümetin bir üyesi olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bile “İlk mahkemeler zaman zaman çok tartışmalı kararlar verebiliyor. Bereket versin ki bu nihai karar değil. Daha Yargıtay aşaması var”(2) demek zorunda kalmıştır. Balyoz Davası kapsamında hep arkadaşlarını yalnız bıraktığı ve arkalarından vurduğu şeklinde suçlanan dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök ise “Üzülmemek mümkün değil, hepsi beraber çalıştığım silah arkadaşlarım. Ceza almaları beni derinden üzüyor. Aileleri acı çekiyor, kendileri çekiyor. Bunlar keşke olmasaydı diye düşünüyoruz, ne yapalım bunlar yaşandı…”(3) demek durumunda kalmıştır.
Bazen bir çalı süpürgesinin ucundadır adalet!
Medyaya yansıyan haberlere göre; kendi halinde sokakları süpürürken sırf şımarıklık olsun diye kendisine sataşan gencin kafasına elindeki çalı süpürgesi ile vuran Gölcüklü Belediye Temizlik İşçisi Şükrü Kahraman aleyhine sataşan tarafça (Yasin K.) dava açılmış bulunuyor(4). Oysa sadece Türkiye değil, cümle alem, AB Bakanı Egemen Bağış ve belalısı Hollandalı Milletvekili Barry Madlener de biliyor ki(5); davalı Şükrü Kahraman bu konuda masumdur!
Vurmuş olduğu süpürgenin darbesiyle kafası yarılan ve 17 yaşında kazık kadar herif olduğu söylenen davacı Yasin K. isimli gencin kafasına 12 dikiş atılmış olsa da benim için fark etmez. Çünkü davalı Şükrü Kahraman defalarca “Oğlum bak git” diyerek, müştekiyi uyarmış ve üstüne düşeni bihakkın yapmıştır. Bence asıl temizlik işçisi Şükrü Kahraman, “Görevi başındaki kamu görevlisini taciz, saldırı ve tahrik…” gerekçesiyle dava açmalıdır. Temizlik işçisi Şükrü Kahraman, kanaatimce elindeki süpürgeyi kullanarak mütecavizi savuşturmuş, sokaktaki asayişi temin etmiş ve böylece bir anlamda devletin yerle bir edilen itibarını kurtarmış bulunmaktadır. Bu sebeple ben, bu davada kesinlikle, süpürgeden yanayım. Ve bana göre; hep insandan yana değil, gerektiğinde bir çalı süpürgesinden yana olabilmektir adalet…
_____________ 1-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21536034.asp, 2-http://haber.stargazete.com/guncel/bakan-gunaydan-ilginc-balyoz-yorumu-bereket-versin-ki-nihai-karar-degil/haber-691314, 3-http://www.samanyoluhaber.com/gundem/En-merak-edilen-isimden-Balyoz-yorumu/844831/, 4-http://www.ntvmsnbc.com/id/25383875, 5-https://www.youtube.com/watch?v=W5HQtXyWi1U,
Bir yanıt yazın