20 TEMMUZ’U HİSSETMEK
Hüseyin MÜMTAZ
Ama önce “ait olmanız” gerekir.
Türk’e; Türk’ün tarihine, coğrafyasına, diline, kültürüne, örfüne, âdetine…
Sonra, Türklük deryasında bir damla olan Türk Kıbrıs’a.
Kıbrıs Türkü’ne, Kıbrıs’ın Türklüğüne…
“Ayşe”sini, askerini, memurunu, parasını, taşını, toprağını, havasını… şimdi de suyunu istemeyenlerden çok mu fazla şey bekliyorum?
“İnsan kendisini nereye ait hissederse oralıdır” ön kabulü göreceli bir kavramdır. En bilinen şekliyle; “Doğduğun değil, doyduğun yer” deyişiyle özetlenir.
Kimlik belirlemede ise üç temel soru vardır; 1.Kimsin? 2.Kimlerdensin? 3.Nerelisin?
Bu demektir ki; “kimsin” ve “kimlerdensin”in etiket özelliği kolayına değişmez ama “nerelisin” sorusuna verilecek cevap “doyduğun yer”e göre değişiklik gösterebilir.
15 milyonluk İstanbul’da, “İstanbullu’ların” sayısı sizce nedir acaba?
Ya İstanbul’un; “dünyanın en büyük Kürt nüfus barındıran şehri” olduğunu, buna son göç dalgasından sonra bir de “dünyanın en fazla Suriyeli barındıran” olma özelliğinin eklendiğini söylersem?
“Adalı”lık ise, “dağlı”lık gibi bir alt kimliktir.
“Köprünün ötesi” yahut “suyun o yanı/bu yanı” gibi.
En geriden, en başa doğru gidelim; örneğin “Kıbrıslılık” alt kimliğinden başlayalım.
“-Kıbrıs’ın neresinden?”
“-Lefkoşa.”
Lefkoşa’nın “Gönyeli’si-Hamitköy”ü yahut “Engomi-Aydemet”inden olduğunuza göre kimliğiniz yavaş yavaş şekillenmeye başlar soruyu soran için.
Sıradaki soru “Kimlerdensin?”dir.
Dedeniz/babanız ya “Mişaulis Marku” türü bir isimdir yahut “Yıltan Çavuş”.
Milletin, milliyetin, ırkın belli olmuştur artık. “Son nokta atışı”ndadır sıra, “İsmin ne?”
“Masum haber”in, “masum manşet” ve “masum alt manşeti” aynen şöyle;
“Nene torun kavuşmasına asker engeli”
“YIL 2016. KİMLİK KARTI OLMADIĞI İÇİN KENDİ ÜLKESİNDE KENDİ KÖYÜNE GİREMEYEN KIBRISLI TÜRKLER”.
Haber devam ediyor;
“Kıbrıslı Türk Nehir Uluçaylı, bir buçuk yıl aradan sonra bayram ziyareti için önceki gün adaya geldi. Ülkedeki akrabalarını ziyaret eden genç kız dün de teyzesinin kızları Laden ve Ledün Yılmaz ile birlikte Akıncılar köyünde ikamet eden nenesi Melek Yücelen’i ziyaret etmek istedi ancak, KKTC kimlik kartı olmadığı gerekçesi ile askeri barikattan geçemedi.
Nenesine doyasıya sarılıp hasret gidermek için yollara düşen genç kızın kavuşma sevinci kursağında kaldı.
Akıncılar köyü girişinde askeri barikatta yaşanan geçiş krizi polise yansıdı. KKTC kimlik kartı olmaması sebebi ile köye girişi engellenen Nehir Uluçaylı’nın, olayı akrabalarına bildirmesi üzerine akrabaları da önce genç kıza yardımcı olunması için Barış Gücü’nü, sonuç alamayınca da polisi aradı.
Akıncılar köyü giriş kapısına giden polis, önce barikattaki askerden bilgi aldı ardından barikatın park yerinde yeğenleri Laden ve Ledün Yılmaz ile birlikte bekleyen Nehir Uluçaylı’ya bilgi verdi.
Polis, açıklamasında, Leden ve Ledün Yılmaz’ın KKTC kimlik kartına sahip olması sebebi ile köye geçişinde bir engel olmadığını ancak yönetmelikteki mevzuat gereği, KKTC kimlik kartı sahibi olmadığı için Nehir Uluçaylı’nın barikattan geçme izninin bulunmadığını bu sebeple geçişine izin verilemeyeceğini anlattı.
Nehir Uluçaylı, nenesine kavuşamamanın verdiği üzüntü ile gözyaşlarına hakim olamadı. Genç kız duygularını, ‘Çok üzgünüm ben İngiliz vatandaşıyım ve KKTC kimliğim olmadığı için nenemi görmeye, köyüme giremiyorum, nenem 80 yaşında ve sağlığı iyi olmadığından köyden çıkamıyor. Sevincim, heyecanım kursağımda kaldı” diye anlatırken yeğenleri Laden ve Ledün Yılmaz, olaya tepki gösterdi’.”
Demek hanım, “İngiliz”miş.
Askerî Bölge’ye; yönetmelik gereği KKTC Kimlik sahibi olanlar girebiliyorsa ve bu hanım İngiliz olduğunu söylüyorsa bu arabesk manşet ve yorum ne demek?
Laden ve Ledün’ün KKTC kimliği var, ismi Nehir olduğu halde “İngiliz’in” yok…
Neden acaba “bir de” KKTC kimliği edinme zahmetine katlanmamış?
Tam bir “yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeme” hâli.
Nehir, “İngiliz’im” diyor ama asıl sorun; İngiliz’in onu ne kadar ve ne ölçüde İngiliz saydığı…
Gelin biz yine de iyi niyetle kendisini “doğduğun değil, doyduğun yer” sınıflandırmamıza dâhil edelim.
Yukarıdaki “bol acılı” hikâyenin sonunun, güvenlik güçleri(ve sivil savunma)nin artık neredeyse gündelik/geleneksel hâle gelen bir “halkla ilişkiler faaliyeti” sonucu “yönetmeliklerin de bir seferlik göz ardı edilip”; “Akıncılar’daki nene” ile buluşmanın gerçekleştirildiğini belirterek bağlayalım.
Yoksa aslında “istenmeyen”; askerî bölgeden hareketle “asker” miydi?
Çok mu zordur bu kadar yıl içinde askeri bölgeden geçmeyen bir yol yapmak Akıncılar’a?
Yeri gelmişken, “TC ve KKTC pasaportu ile tuvalete bile gidilemediğini söyleyenler” ile “evdeki beş köpeğini çocuklarından ayırmayanlar”ın; “kimlik konulu” her türlü sınıflandırmamızın dışında olduğunu belirtelim.
Onlar hem gazetelerinde, hem televizyonlarında her gün Türkiye’ye ve KKTC’ye söverler, hem de devletten uydu parası ve basına destek isterler.
Kıbrıs’taki “adalı”ların bir kısmı kimliklerinin tam bilincindeyken bir kısmı tam anlamıyla “kimlik bunalımı” içerisindedirler.
Rum’un solcusunun önce Rumcu sonra solcu/komünist olması anlaşılır da “kuzeyin solcusu”nun da tıpkı onlar gibi önce Rumcu, sonra solcu ve komünist olması nasıl açıklanabilir?
Yaygaracıdırlar, kimlik ve kişiliksizdirler. Tek hücreli amipler gibidirler, kolaylıkla renk ve şekil değiştirir, her kılığa girerler.
İşte tam bu noktada “son” (ilk değil) ihanet belgesine geçebiliriz,
Yeni Kıbrıs Partisi, Birleşik Kıbrıs Partisi ve Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası temsilcileri, Avrupa Birliği Parlamentosu’nun Rum üyelerine Türkiye’yi şikayet etmiş.
“Bunlar”, Avrupa Parlamentosu’ndaki 6 Kıbrıslı üyeden 5’i ile toplantı yapmış, “görüş alışverişinde” bulunmuş.
Kimlermiş “bunlar”?
YKP Yürütme Kurulu üyesi Murat Kanatlı ve Parti Meclisi üyesi Hamit Aygün, BKP Başkanı İzzet İzcan, KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil ve KTÖS Dış İlişkiler Koordinatörü Gizem Kavazhazır’mış.
Lefkoşa’da AB Evinde, yapılan toplantıya da “onlar”dan, Avrupa Parlamenteri AKEL’den Takis Hadjigeorgiou ve Neoklis Sylikiotis, EDEK’ten Demetris Papadakis, DIKO’dan Costas Mavrides ve Dayanışma Hareketinden Eleni Theocharous katılmış.
“Bunlar”, “onlar”a bir “mektup” iletmiş ve “mektup”ta şu ifadeler yer almış;
“Türkiye hükümetlerinin 1950’li yıllardan beri Kıbrıs ile ilgili sürdürdükleri sistematik asimilasyon ve entegrasyon politikaları kararlı bir şekilde devam etmektedir.
Kıbrıs’a öğretmenler gönderilerek başlatılan bu süreç milliyetçiliğin ırkçılığın Kıbrıs Türk toplumuna bir yaşam biçimi olarak benimsetilmesi ile başlamış, Türkçe’yi zorunlu kullanmak, Rumca konuşan Kıbrıslı Türkler’i cezalandırmak, köyler ve yerleşim yerlerinin isimlerini değiştirmek şeklinde devam etmiştir.
Adamızın kuzeyinde tüm uygar dünyanın gözü önünde etnik temizlik yapılarak Kıbrıslı Türkler adanın kuzeyinde, Kıbrıslı Rumlar da güneyinde toplanmaya zorlanmışlardır.
Bu da yetmezmiş gibi 1949 Cenevre Sözleşmelerine aykırı olarak Türkiye’den adamızın kuzeyine nüfus aktarılmış, adamızın demografik yapısı bilinçli olarak taşınan nüfusla değiştirilerek Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesi gasp edilmiştir. Yapılan sistematik nüfus akımı devam etmekte olup, kuzeydeki nüfus bilinmemekle birlikte, Türkiye’den taşınan nüfusun Kıbrıslı Türk nüfusunun üç katı olduğu okullardaki öğrenciler arasında yapılan çalışmalarda ortaya çıkmıştır.
Görüleceği üzere Türkiye adım adım adamızın kuzeyini işgal ve istila ederek Türkiye’ye entegre ve Kıbrıs Türk toplumunu asimile etmek için uğraşlarını aralıksız bir şekilde devam ettirmektedir. AB vatandaşı olan işgal karşıtı Kıbrıslı Türkler’in verdiği mücadeleye AB’nin desteğini beklemekteyiz”.
Vallahi, ateş olsalar cürümleri kadar yer yakarlar.
“Bunlara rağmen” bir hafta sonra “20 Temmuz” kutlanacaktır.
Bu devletten maaş alır, çocuklarını güneyde okutur, “üyelerinin maaşlarından kesilen aidatlarla” Meclis ve Elçilik önünde tava-tencere çalarlar.
Geçirin bakalım yasa değişikliğini de “sendika üyelerinin aidatları maaştan kesilmesin, üye gidip aidatını kendi ödesin”.
O zaman görürüm Elçil’in hangi villada oturacağını, görürüm o zaman “sendikal faşizmin” ağlanacak hâlini.
“Akrebin görevi sokmaktır”, “kıbrslıtürkler”in amaçları bellidir de…..
“Kıbrıs Türkleri” neden susmaktadır?
Neden sesleri hiç çıkmamaktadır?
Neden hep politik-diplomatik-edepli ifadelerle “insan hakları bildirgesi” gibi “nazik” suya sabuna dokunmayan, karıncayı incitmeyen demeçler-bildiriler vermektedirler?
Arkadaş, aile sohbetlerinde, hak etmeyen kişilerden bahsederken neden ille de “sayın” sıfatını kullanmaktadırlar?
Ben sizler kadar iyimser değilim dostlar.
“Gönül coğrafyamız”da herkesle “sıfır dost” olan Dâvutoğlu gider gitmez Rusya-İsrail ilişkilerimiz bir gece ansızın “düzelmiş”; Suriye ve Mısır sıraya girmiştir.
Türkiye’nin, İsrail’den sonra Rum Yönetimi ile ilgili NATO çekincelerini de kaldırmasını nasıl yorumluyorsunuz?
İşin sonu sizce nereye varacak?
Bu 20 Temmuz’un, on gün sonra da 1 Ağustos’un keyfine iyi varın.
“Şafak Nöbeti”nde şafak vakti gözlerinizi kapatıp düşünün.
Törenlerin, resepsiyonların, tebrik/kabullerin keyfini çıkarın.
Seneye 25 Mart 1821’in veya 2 Nisan 1955’in yıldönümlerini “kutluyor” olabilirsiniz…
13 Temmuz 2016
57’İNCİ ALAY HER YERDE/HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY EFRÂDIYIZ
Bir yanıt yazın