Polonya/ Varşova NATO Zirve’sinin;
1- ABD’nin enerji kaynaklarını kontrol etmek üzere geliştirdiği jeopolitiklerin bu kaynaklara sahip ülkelerin eski Sovyetler Birliği üyesi olmaları yüzünden,
Rusya’nın Transkafkasya ve Orta Asya’dan sonra Orta Doğu’da da nufuz genişletme çabalarına giriştiği,
Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgeden, Orta Doğu’da “Suriye İç Savaşına Siyasi Çözüm” başlığında manevra alanını genişlettiği,
2- Birleşik Krallık’ta alınan AB’den çıkma kararının, aslında AB’nin Avrupa’nın gerçek ve gerekli birleşmesini gerçekleştirmenin bir aracı olmadığını gösterdiği,
3- 2008 mali çöküşünden bu yana egemenlerin bizzat kendi eserleri olan krizden bir toplumsal karşı-devrim gerçekleştirmek için yararlanma çabalarını daha hızlandırdığı,
Buna karşın mali piyasaların dayatmalarıyla AB’nin kıtaya boyun eğdirmeyi amaçlayan bir düzenek, rakip devletlerin kendi aralarında mücadele ettiği ve halklara karşı komplo kurulan bir forum olduğunun hızla anlaşılmaya başlandığı bir sırada yapılmış olması önemini daha çok katladı.
*
Yukarıdaki çerçevede NATO Zirvesi, ittifakın Politik Danışma Prosedürü, Askeri Yetki ve Trans-Atlantik Bağlantı esasları bağlamında;
AB ve NATO’nun öngörülemeyen yeni tehditlerle karşı karşıya olunduğuna dikkat çekildi.
Mülteci krizi, siber saldırılar ve hibrid tehditlerle mücadele başta olmak üzere birçok alanda işbirliğini güçlendirme kararı alındı.
NATO askerinin Rusya’ya karşı üç Baltık ülkesi ve Polonya’da konuşlandırılması,
Karadeniz filosu ve kara sınırlarında AWACS’ların sayılarının artırılması,
En önemlisi de AB ve NATO arasında stratejik işbirliğinin güçlendirilmesi konularını görüştü.
*
Rusya zirve sonuçlarını, Suriye’de Ortadoğu’nun bölünmesini isteyen ABD, Fransa, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin güdümünde faaliyet gösteren paralı askerlerden meydana getirilmiş özel bir ordu olan İŞİD’e karşı savaş verdiği bir sırada,
Esasen bu ülkede işlenen suçların savaş hukukunun gelişmesini ivmeleyecek doğrultuda kategorize edilmesi,
Sonra bu sistematiğin uluslararası hukuk üzerinden BM’de yeni bir dünya statüsünün oluşmasına sonuç vermesini baltalamaya yönelik atılan adımlar olarak kabul etti.
*
Bu suretle Zirve; NATO’nun mütemadiyen Rusya’nın nasıl kıskaca alınacağı, nasıl en fazla zarar verecek yerinden vurulacağı, nasıl fiziki ve moral olarak etkisizleştirilerek yıkılacağının senaryolaştırıldığı dünya gündeminde,
ABD ve Rusya gibi iki büyük nükleer güç arasında savaş ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, cephe ile emniyetli bölgenin, dost ile düşman kavramlarının arasındaki hatların belirsizleşmesine yol açan gerilimi daha da arttırdı…
*
Şu sırada Rusya “birleşik,bağımsız ve lâik Suriye” hedefiyle bulunduğu Suriye’de;
ABD’nin NATO’yu da kullanarak herşeyi yokuşa sürmesinden,
Geçmişte Türkiye İslamcılarının Kafkasya’daki cihatçılara, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat IŞİD terör örgütüne verdiği destekten her geçen gün dert büyütüyor.
*
Halbuki Rusya;Erdoğan’ın ailesi ve şürekâsının İŞİD terör örgütü ile ilişkilerini gösteren istihbarat raporları doğrultusunda,
İŞİD ile birlikte yürütülen yasadışı petrol ticaretinde, terörist gruplara yapılan silah ve cephane tedârikinde, tarihi eser kaçakçılığında,
Erdoğan’ın satıcı ve alıcı arasında yüzde 10-50’lik komisyoncu rolünün incelenmesini ve bir savaş suçlusu olma olasılığının değerlendirilmesini istiyor.
Böylece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üzerinden yeni bir dünya statüsünün oluşmasına katkı koymayı,
Teminen ABD kapitalist düzenininin neden olduğu ve çarpıcı biçimde artan yoksulluk, işsizlik ve eşitsizliği,
Servette, gelirde ve yaşam kalitesinde ortaya çıkan ve büyüyen uçurumu,
Burjuva demokrasileri yerini alan otoriter rejimlerin sorgulanmasını ve yargılanmasını öngörüyor…
*
Maazallah, bu durum hem kapitalizmin, hem de Erdoğan’ın endişelendiği ve birbirlerine müttefik kesildikleri noktadır.
Nitekim Erdoğan, NATO Liderler Zirvesi’nde üç konuya dikkat çekiyor.
“1- Suriye krizi, küresel terörün kaynağına dönüşmüştür.
2- Mülteci sorunu çözülmezse Avrupa’da güvenlik endişesi artar.
3- NATO, Türkiye’nin sınır güvenliğini ve terörle mücadelesini daha çok desteklemelidir” diyor.
*
Böylece Erdoğan;
1-Halâ Suriye İç Savaşına Siyasal Çözüm bulunması yolunda BM’in Cenevre Müzakereleri sürecine inanmadığını, Suriye’de terörün esas kaynağının bizzat B.Esad rejimi olduğunda ısrar ediyor.
2- Bu uyarının dikkate alınmaması halinde Afganistan, Irak ve Suriye’deki savaşlarla harap edilen ülkelerinden kaçan milyonlarca sığınmacının;
Siyasal ve tarihsel olarak Avrupa kapitalizminin kanlı çelişkilerinden kaynaklanan sınırlarına, ekonomi politikasına ve dünyanın çeşitli bölümlerine, özellikle Doğu Avrupa’da çatışan çıkarlara yansıma ve çatışmaların tetiklenmesi potansiyelini koz olarak ileri sürüyor.
3- Bu çerçevede NATO’dan,Türkiye’deki Erdoğan misyonunu olmazsa olmaz desteklemesini istiyor.
*
Zirve’de bu noktada, uzun yıllardır Türkiye-Yunanistan çekişmesi ve Kıbrıs sorunu nedeniyle güçlendirilemeyen NATO-AB İşbirliğinin sağlanması ön plana çıkıyor.
NATO-AB İşbirliği ne anlama geliyor?
*
NATO’nun Politik Danışma Prosedürü, Askeri Yetki ve Trans-Atlantik Bağlantı esasları bağlamında;
Rumlar, BM ve AB’de Kıbrıs’ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirmiş, Türkler azınlık konumuna itilmiş, üstelik 2004′ te Kıbrıs adına Kıbrıs Rum Yönetimi AB’ye katılmıştır.
Diğer taraftan Kıbrıs, NATO’nun Stratejik Konsept Belgesinde önemli bir merkezdir.
Hem Türkiye, hem mevcut iki devletli haliyle Kıbrıs; NATO Stratejik Konsept Belgesinde “AB üyesi olmayan NATO ülkesi” olarak anılmakta, NATO için sorun olmaktadır.
Bu durumda Türkiye, NATO’nun AB üyesi olmayan müttefiki olarak Avrupa güvenliğine katkısı için öncelikle Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına dahil edilmesi gerektiğini savunmakta,
Fakat AB üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına girmesini, Türkiye de Kıbrıs’ın NATO’ya girmesini engellemektedir.
Normal şartlarda bu karmaşa, ancak Kıbrıs Türk ve Rum kesimlerinin birleşme şartlarında anlaşmaları halinde ve Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetinin NATO’ya ,Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına üye olmasıyla çözülebilecektir…
*
Ancak Varşova NATO Zirve’sinde “AB ve NATO arasında daha yakın işbirliği için her türlü sebebimiz var. İstikrarsızlığa karşı koymaya çalışıyoruz. İzolasyon ve içe kapanma zamanı değil birlik göstermeliyiz” söylemleri altında;
Mart ayında mülteci kriziyle mücadele kapsamında devreye sokulan Ege misyonunun AB ile NATO arasındaki işbirliği masaya getiriliyor.
Türkiye devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs’a “Güney Kıbrıs Rum Kesimi” ifadesi yerine “Kıbrıs Cumhuriyeti” ifadesini kullanarak AB ile NATO arasındaki işbirliğine yol açıyor!
*
Türk diplomatik kaynakları, ortak deklarasyonla işbirliğinin güçlendirilmesi hedefi ilan edilmiş olunsa da atılacak adımlarda NATO’nun karar alma sürecinin işletileceğini, böylelikle Türkiye’nin belirli bir alandaki işbirliğini onaylama ya da veto hakkının muhafaza edildiğini vurguluyor.
Ancak bu şartlarda “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni kabul etmek; hem Rum egemenliği kabul etmek hem de Türklerin zayıflamasıyla Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesi yani ENOSİS’i ve Kıbrıs sorununun ortadan kalkması anlamına geliyor…
*
Recep Tayyip Erdoğan, korkularına sığınak ararken bir kez daha Türkiye’yi feda etmiştir.
11.7.2016
Bir yanıt yazın