From: Özel Büro
Şu mülteci hikayesini konuşmanın şimdi zamanıdır…
Ermeni Tehciri
Kültür ve medeniyet zengini olan Anadolu toprakları tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış, birçok medeniyetin çatışma noktası olmuştur. Diğer yandan da birçok farklı millet bir arada yaşamanın uyumunu yakalamış ve bir kültür mozaiği oluşturmuştur.
Türklerle Ermeniler de tarih boyunca gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı devleti çatısında bir problem olmadan bir arada yaşayan milletlerdir. Birçok etnik unsuru bir çatıda toplayan Osmanlı’nın Ermenilere milleti sadıka (sadık millet) demesi de iki millet arasındaki uyumun kanıtıdır.
Ermenilerle yaşanan kırılma noktasının başlangıcı olarak 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı kabul edilmektedir. Ayastefanos Antlaşmasında geçen Ermeni ıslahatı maddesi; Rusya, İngiltere ve Fransa’nın aralarındaki rekabete Ermenileri dahil etmelerini göstermektedir. Bu tarihlerden itibaren Ermeniler çeşitli dernek ve partiler kurarak dış devletlerin de destekleriyle hareketlenmeye başlamışlardır.
Bu oluşumlar terörize olarak bağımsız bir Ermenistan olma amacına girmişler ve Rusya’da silah desteği alarak Anadolu’da silahlanmaya başlamışlardır. Bu oluşumlar huzuru bozmaya ve isyanlar çıkartmaya başlamışlardır. Sadece 1897 yılına kadar 40 civarında isyanın olduğu bilinmektedir. Üstelik bu isyanlar daha sonra dünya kamuoyuna Ermenilerin Türkler tarafından katledilmesi olarak gösterilecektir.
Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı’nın dahil olduğu 1914 yılı Ermeniler için fırsat olmuştur. Hınçak ve Taşnak gibi komiteler başta olmak üzere bütün silahlı çeteler bir araya gelmişler ve Anadolu’da katliamlara başlamışlardır. Terör olayları bir türlü bitmek bilmeyince Osmanlı devleti Ermenileri savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim bölgelerine sevk etmek zorunda kalmıştır. Hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar bu sevke tabi tutulmamış, koruma altına alınarak ihtiyaçları Göçmen Ödeneğinden karşılanmıştır.
27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan emirler kapsamında; Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerinden çıkarılan Ermeniler Musul’un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’e nakledilmişlerdir.
Ermenilerin nakil sırasında tabiri caizse attıkları her adım Osmanlı devleti tarafından kayda geçilmiştir. Bugün arşivlerde açık olarak sergilenen bu belgeler Osmanlı’nın Ermenilerin nakli sırasında ne kadar hassas ve duyarlı davrandığını göstermektedir.
Hükümet tarafından verilen talimatnamenin 3. maddesinde: İskan bölgelerine sevk edilen Ermenilerin yolculukları sırasında, can ve mallarının korunması, yiyeceklerinin ve rahatlarının sağlanması, yolları üzerinde bulunan vilayet görevlilerine aittir. Bu konudaki herhangi bir gecikme ve ihmalden he kademedeki devlet görevlileri sorumludur. Denmektedir. Hükümet talimatnameyle de yetinmeyip suistimallere karşı tedbir amacıyla araştırma komisyonları kurmuştur.
Bugün Ermeni soykırımı olarak Türkiye’yi suçlayan devletlerin tarih bilim adamları, Osmanlı Arşivi’nde yıllardır araştırma yapmaktadırlar. Bu araştırmalar kendi ülkelerinde yayımlanmış ve tarih ilmine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu tür kitaplarda kullanılan Osmanlı arşiv malzemesi ilk elden kaynaklar olarak sunulmuştur.
Oysaki üç binden fazla yabancı araştırıcının büyük önem verdiği ve güvendiği arşivin, Ermenilerle ilgili olan belgeleri, Batı dünyasında inandırıcı bulunmamakta, özellikle Türk araştırıcılar tarafından yayımlanan kitaplar da tıpkı 1915’te olduğu gibi siyasi bir yaklaşımla değersiz addedilmektedir.
Bir diğer nokta da olayın hukuki boyutudur. 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesine göre soykırım tanımı şu şekildedir:
Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; [ve] çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.
1915 tarihinde yayınlanan bildiride ise Ermenilerin nakil kararının asayiş sebebiyle alındığı yazmaktadır. Osmanlı’nın uyguladığı bu hassas politika ile Nazi Almanyası’nın Yahudilere uyguladığı toplu imha hareketi karşılaştırıldığında Ermeni tehcirinin soykırım tabiri bir yana sürgün tabiriyle dahi bağdaşmadığı açıkça görülmektedir.
Amerika ve Avrupa kongrelerinde görüşülen ve karara bağlanan soykırım iddialarının Türkiye tarafından hukuki bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bununla birlikte Türkiye, dünya kamuoyunda hak etmediği muamelelere maruz kalmakta, işin kötü tarafı sessizliğini de korumaktadır.
Türkiye; bu konudaki bilimsel çalışmalarını, hukuki ve tarihi yönleri dünya kamuoyuna sunup doğru politikalar üretebildiği takdirde mesele daha iyi anlaşılacaktır.
Öte yanda…
1915 tehciriyle soykırıma uğratıldığı iddia edilen Ermeniler ile bugün Suriye’den Türkiye’ye alınan 3.5 milyon mülteci arasında da bağlar bulunmaktadır çünkü mültecilerin geldikleri yerler ile 1915 tehciri ile gönderilen Ermenilerin iskan edildiği yerler aynı yerlerdir.
Soykırıma uğratıldılarsa eğer, bu mülteci kimliği ile gelen Ermeniler nereden çıktı; hepimiz Ermeniyiz diyerek pankart açanlar nereden çıktı!
Şimdi AKP Hükümeti’ne düşen, bu gelen 3.5 milyondan kaçının Ermeni asıllı olduğunu açıklamak olmalıdır.
Kaynakça
Tarih ve Uluslararası İlişkiler Boyutuyla Ermeni Dosyası, Şenol Kantarcı, IQ Yayıncılık,
Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Babıali Yayın
Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu,
BİLGETÜRK
Bir yanıt yazın