Kâhke, bir çeşit Antep çöreği… Çok çeşidi var… En çok sevileni “Ramazan kâhkesi”, öteki adıyla “Halep kâhkesi…”
“Kâhke bezi”, en ucuz, basit bir keten parçasıdır…
Antepli ustalar, toz almasın, tazeliğini korusun diye, bu bezi kâhkelerin üzerine örterler…
Zamanla bu ucuz ketenler kullanıla kullanıla yıpranır, eskir, iyice değerden düşer, uyduruk bir bez parçasına dönüşür…
İşte Antepliler, ar, namus, utanma duygusu kalmamış, aşağılık, rezil insanları tanımlamak için bu bezden bir atasözü üretmişler:
“Ar, namus, kâhke bezi…”
Ülkemizde bu deyimi çağrıştıran, bu deyimle özdeşleşen o kadar çok insan var ki…
Nereye baksan, başını hangi yöne çevirsen “Ar ve namusu kâhke bezine” dönüştüren birisi karşına mutlaka çıkar…
Özellikle başta AKP olmak üzere, politikacılığa soyunmuş yaratıklar arasında daha çok rastlıyoruz bu onursuzlara…
Tümünün de yazısı, turası silinmiş… İnsanlık değerleri sıfırlanmış…
İstemediğin kadar çok… Sürüsüne bereket!!!
Adamda ne ar, ne hayâ, ne utanma, ne de sıkılma kalmış…
Sabah akşam, gözünün içine baka baka, 24 saat yalan söylüyor… Hile yapıyor… Milleti kandırıyor…
Yalanını ortaya çıkarıyorsun… Yüzüne vuruyorsun… Cemalinde en ufak bir değişiklik olmuyor… Herhangi bir utanma, sıkılma, pişmanlık, üzüntü belirtisi görülmüyor…
Tam tersine, pişmiş kelle gibi sırıtarak başlıyor konuşmaya… O anda hemen bu yalanına bir gerekçe uyduruyor… Sen yalanlarını açığa vurmaya devam ediyorsun:
“Ayakkabı kutuları…”
“Dolarlar… “Para sıfırlamaları…”
“700 bin TL’lik kol saati…”
“Reza Zarrab… Rüşvet…” Diyorsun…
“O paralel Devlet darbesi, tertibi…” diyor…
Pişkinliğe bakın…
Ama gözaltından, hapishaneden çıkarken, “Paralel Yapı”nın ayakkabı kutularına koyduğu”nu ileri sürdüğü paraları, devletten faizi ile birlikte geri almayı unutmuyor…
Ve bütün bu iddiaları yanıtlarken, cemalinde en ufak bir değişiklik olmuyor… Herhangi bir utanma, sıkılma, pişmanlık, üzüntü belirtisi görülmüyor… Sen yalanlarını açığa vurmaya devam ediyorsun:
“Ergenekon davası…” 6 – 7 sene sürdü…
Adamların yaşamlarını, güneşlerini, baharlarını çaldın… Acılar, üzüntüler, sıkıntılar deryasına attın, ailesinden, mesleğinden kopardın…
Hastalananlar, hayatını yitirenler, intihar edenler oldu…
Üstelik bir zamanlar, “Bu davanın savcısı olarak ortaya çıkmıştın…” diyorsun.
O, “Bu paralel yapı işi, beni de yanılttılar…” diyor… Sen devam ediyorsun:
Şehitler, yaralananlar, gaziler…
Ortalık kan gölüne döndü… Ocaklara her gün ateş düşüyor… Feryatlar göklere yükseliyor…
Kapı arkalarında teröristlerle müzakereler yapmasaydın, MİT mensubu bir kadın yöneticin, “Bebek katillerinin tüm kentleri silah deposu yapmasına” göz yummasaydı, AÇILIM – SAÇILIM demeseydin, Dolmabahçe’de adamların teröristlerle mutabakata varmasaydın, bütün bunlar olmazdı, her gün üç beş şehidimiz gelmezdi…” diyorsun…
O, “Doğrusu, Dolmabahçe’den benim bir haberim yok ve şunu da çok açık, net söyleyeyim, bu olaya da ben olumlu bakmıyorum…” diyor…
Türkiye Cumhuriyetinin bir sarayında, devletin önde gelenleri PKK ile toplantı yapacak, bundan senin haberi olmayacak!!!…
Buna kargalar, hatta çocuklar bile güler…
Dolmabahçe Mutabakatı inkârının asıl nedeni, HDP Başkanı Demirtaş’ın, iki dakika süren bir grup toplantısında Erdoğan’a “Seni başkan seçtirmeyeceğiz…” sözünde yatmaktadır…
Çünkü RTE, bir meydan konuşmasında, başkanlık için 400 milletvekili istemişti seçmenlerden… Şunları söylemişti:
“400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün…” HDP Başkanı “Seni başkan seçtirmeyeceğiz…” dedi ve bu söz üzerine çözüm süreci rafa kaldırıldı…
Kandil bombalanmaya başlandı…
Bu millet ne geçmişinde, ne şanlı tarihinde bu denli pişkin, yanardöner, bukalemun, sahtekâr yöneticiler, politikacılar görmedi…
Türkiye Cumhuriyetinin ve ülkemizin bir tek kurtuluşu var: “Ar ve namusu kâhke bezine dönüştüren bu heriflerden kurtulmak…”
Bunun için de “İkinci Kurtuluş Savaşını” başlatmak…
Başka çözüm kalmamıştır…
Bir yanıt yazın