Dün iki genç arkadaşım, Taner ve Can, bayram ziyaretime geldiler. İkisi de bir Birinci Görev Halkası üyelerinden… Mutat kutlama ve konuşmalardan sonra, konu güncel bir olaya geldi: Suriyeli Mültecilere vatandaşlık hakkı tanınması… Benim bununla ilgili görüşümü öğrenmek istediler. Kendilerine aşağıdaki yanıtı verdim:
-Memnuniyetle değerli arkadaşlar… Gerçekten 2 Temmuz 2016’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Suriyeli göçmenlerin de katıldığı iftar yemeğinde yaptığı konuşmada bu konuyu açarak, şöyle demişti: “Kardeşlerimizin içerisinde inanıyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak isteyenler var. Konuyla ilgili olarak İçişleri Bakanlığı’nda kurulan bir ofis gerekli adımları atıyor. Biz de gerekli yardımı ve desteği sağlayarak onlara vatandaşlık imkânını vereceğiz.”
Biz, biliyorsunuz, ülkemizin sorunlarını Atatürkçe değerlendirmeye özen gösteriyoruz. Atatürk öğretkesinin 10 ilkesi açısından bakıyoruz olaylara… O ilkelerin tezlerini, kavram ve ilişkilerini kullanıyoruz. Tıpkı bir Marksist’in, bir dincinin, bir liberalin ülke ve dünya sorunlarını kendi düşünce sistemlerine göre değerlendirmesi gibi… Ancak Bilimcilik ve Devrimcilik ilkelerimiz gereği –makul olmak kaydıyla- muhakemelerimizde özgürüz. Atatürk ne demiş: Görüşlerim bilimle çatışırsa, bilimi seçin.
İşte bu noktadan hareket edince, Suriyelilere vatandaşlık hakkı tanınmasının öncelikle Atatürkçülüğün şu üç ilkesine göre değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varıyorum:
-Milliyetçilik ilkesi,
-Tam Bağımsızlık ilkesi,
-Millî Egemenlik ilkesi.
Sorunun bu açılardan, diğer ilkeleri de hesaba katarak değerlendirilmesi; takdir edersiniz ki, epey zaman alır, çok da uzun olur. Ben konuşmamı uzatmamak için yorumumu yalnızca, konumuz açısından en önemlisi olduğuna inandığım Milliyetçilik ilkesi bağlamında yapacağım.
İkinci olarak soruna bireysel açıdan değil, kamusal açı dan bakacağım. Atatürkçülükte millet sorunları, bireysel kaygılardan önce gelir.
* * *
Önce Milliyetçilik ilkesinin konumuzla ilgili kavram, terim ve ilişkiler referans ımızı hatırlayalım, bu referans şöyle olabilir:
Millet birbirine tarih, dil, kültür ve ülkü birliği ile bağlı olan yurttaşların oluşturduğu siyasal bir topluluktur. Öyle ki, üyeleri ortak bir mirasa, bir “hatıralar mirası”na sahip olup bir arada yaşama ve ortak mirasın korunması hususunda zımnen anlaşmışlardır.
Millî Birlik nedir sorusunun yanıtı da burada gizlidir: Millî birlik, az önce saydığım “alt birlik” ve ortaklıkların bir bileşkesidir, bir ürünüdür. Daha açık olarak söylemem gerekirse, millî birlik; “alt birlikler” dediğim tarih, dil, kültür, ülkü birliklerinden doğan bir tür “üst birlik”tir. Millî birlik ne kadar kuvvetli olursa, o kadar iyidir. Ancak değişkendir: türlü etkiler altında zayıflayabilir, güçlenebilir.
Millî birlik Türk milletini bir bütün sayar. Millet içinde hiçbir bölücü, ayırıcı unsura yer vermez. Örneğin, etnik adlandırmalar düşmanların işidir, onların işine yarar. Atatürk’ün önemle belirttiği gibi milletimizin bütün bireyleri, aynı tarihe, ahlâka, hukuka, aynı ortak kültüre sahiptir. Millî birlik bir yurdun en değerli varlığı, en büyük gücüdür. Yurttaşların millet bilinci etrafında birbirine bağlanması, birbiriyle kenetlenmesidir. Aynı milletin çocuklarının birbirlerini tanımaları, iyi geçinmeleri, birbirlerini sevmeleridir. Millî birlik; milletin varlığını ve vatanı korumak için, bütün yurttaşların canlarını ve her şeylerini gerektiği an ortaya koyma kararlılığıdır!
Millî birliğin var olabilmesi için millet olmak gerekir. Milleti meydana getiren unsurlar milli birliğe de hayat verir. Bu unsurlar ne kadar pekiştirilirse, milli birlik o kadar sıkı ve kuvvetli olur. Demek ki, önce bu ilk yapıcı unsurlardır Millî Birliğin etmenleri: ortak tarih, ortak dil, ortak yurt, ortak kültür, ortak ülkü (ortak millî fikir)… Sonra, bilinçli uygulamalar gelir. Örneğin, milleti yapıcı unsurları sahiplenmek, sürekli takviye etmek bunlardan biridir. Diğerleri ise örgütlenme, Millî İrade’yi yerine getirme, sosyal adalet, toplumsal gönençtir.
* * *
Şimdi yorumuma geçiyorum:
Atatürkçü öğretkenin, diğerleri gibi, Milliyetçilik ilkesi de elbette homojen bir bütün değildir; kendi içinde daha basit başka ögelerin bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Bunları hesaba katarak düşünmezsek, doğru değerlendirme yapamayız. Bu ögeler millet, Türk milleti, vatan, ortak kültür, ortak dil, ortak tarih, millî bilinç ve diğer bazı “yönelti”lerdir. Şimdi biz bu “yönelti”lerin içeriği sayesinde biliyoruz ki, millet birbirine tarih, dil, kültür ve ülkü birliği ile bağlı olan yurttaşların oluşturduğu siyasal bir topluluktur.
İlk önce şunu belirtmeliyim ki, eğer mültecilerin sayısı 10 bin, 50 bin, haydi diyelim 100 bin olsaydı, ülke için önemli bir sorun teşkil etmezdi. Oysa, 2-3 milyon rakamı çok büyüktür. Düşünün, şu anda Adana’da 150 000, Bursa’da 100 000, Gaziantep’te 325 000, Hatay’da 390 000, İstanbul’da 395 000, Kilis’te 130 000, Mardin’de 100 000, Mersin’de 140 000, Şanlıurfa’da 400 000’den fazla Suriyeli bulunuyor!… Bütün illerimize de yerleşmiş durumdalar. Bu yığılmalar tüm kentlerimizde ve toplum boyutunda muazzam sakıncalar doğuracaktır.
Bir kere bizim bu 2-3 milyonluk kitle ile ortak tarihimiz yoktur. Hele bizim için öncelikli olan Cumhuriyet tarihimiz bakımından hiçbir ortaklığımız yoktur. Bu açıdan bizimle bağ kuramazlar. Bizim acılarımızı, sevinçlerimizi, matemlerimizi, bayramlarımızı anlamazlar, paylaşamazlar. Dil imiz, kültür ümüz ortak değildir. Dil ve kültür yoluyla ne onlar bize, ne biz onlara bağlanamayız.
Millet bilinci ekseninde birbirine bağlanmanın, birbiriyle kenetlenmenin, ulusal varlığı ve vatanı koruma sorumluluğunun gönüllü ve candan unsurları olmayacaklardır. Toplumda karşılıklı geçimsizlik, birbirinden nefret sorunları yaşanacaktır. Bazıları “dinimiz ortak ama” diyerek karşı çıkacaksa da yeterli değildir; çünkü din, ortak kültürün birçok unsurundan sadece biridir.
Ortak Cumhuriyet mirasımızda, hatıralar mirasımızda sığınmacıların hiçbir payı yoktur. Bu mirasa yabancıdırlar, yabancı kalacaklardır. Eğitim deseniz, uzun yıllara bağlıdır. Telkinleri canla başla benimsemezler, çünkü köken farklılıklarını unutmayacaklardır. Kendi insanımızda bile bu ortaklık bilincini yerleştirmeyi tam başaramadık. Neticede Milli Birlik güçlenmeyecektir, tersine bu birlik üzerinde zayıflatıcı etkiler ortaya çıkacaktır.
Mülteciler bu özellikleri sebebiyle Türk toplumuna entegre olamazlar; rahat durdukları varsayımı altında en iyimser hesapla bütünleşme en az 100 yıl ister. Tarih bilinçleri, ahlak anlayışları, kültürleri farklı olduğu için, uzun yıllar bir yabancı madde olarak kalacaklardır. Böyle olunca da, Türk milletinin “bütünlük” niteliği üzerinde daima bir tehdit kaynağı olacaklardır. Zamanla bugünküler gibi tam bir bölücü-ayırıcı unsura dönüşebileceklerdir. Türkiye yeni ve ek bir etnik sorunla karşı karşıya kalacaktır.
Mülteciler yasa yoluyla yurttaş yapılsa bile, yukarda belirttiğim eksiklikler sebebiyle gerçek anlamda yurttaş olamazlar. Millet yapısı içinde uyumlu bir öge olarak yer alamazlar. Tersine millet yapımız üzerinde bozucu etkilerin kaynağı olurlar.
Eğer bu girişim; bizim sivri akıllıların olası başkanlık referandumuna oy sağlama hazırlığı niteliğindeyse, onlara Atatürk’ün şu uyarısını hatırlatırım: Siz, kendilerine milletimizin kaderi emanet edilmiş olanlar, Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet! Sizi iktidara ve yetkili makamlara getiren iradenin ve egemenliğin sahibi, Türk milletidir. İktidar mevkiine saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirildiniz. Milletin kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakikî ve sağlanabilir menfaatleri yolunda kullanmakla yükümlüsünüz.
Prof. Dr. Cihan DURA, 7 Temmuz 2016
Bir yanıt yazın