Diyanet’in sahur saati ve Çerçi İbrahim Efendi’nin karısı

Saat-1-Kazan

Dün (23.06.2016 günü) Ankara’da, Diyanet’in belirlediği sahur vaktinde (03.16) oruca niyetlendikten ve Sabah Namazı’nı da kıldıktan sonra, sabahın serinliğinde bahçeyi sulamak için Ankara’daki evimizden yaklaşık 50 km. batıdaki bahçemize gittim. Her taraf zifiri karanlıktı desem yeridir. Hiçbir şey görünmediği için mecburen günün ağarmasını beklemek zorunda kaldım. Saat 04.20 sularında cep telefonumla çekmiş olduğum fotoğrafları sizlerle de paylaşıyorum. İlk fotoğrafta istikamet ufuk yönüdür. Yani Güneşin doğuş istikametine dönülerek çekilmiştir. İkinci fotoğraf ise gökyüzüne aittir. İlk fotoğrafta sokak lambaları, son fotoğrafta ise ay ve yıldızlar gözükmektedir. Ayrıca ilk fotoğrafta telefonun önünde 50-75 cm. mesafede bahçenin çit telleri de vardı. Anlaşılacağı üzere; bu mesafeden değil beyaz iplik-siyah iplik, çitler bile gözükmüyor henüz.

Böyle olunca; mecburen eve girip günün aydınlanmasını ve sulanacak alanlarla kuyunun ve hortumun bulunduğu alanların ortaya çıkmasını bekledim. Güneş ise kendisini tam tamına 05.30 civarında gösterdi ufuktan. Bu demektir ki; Diyanet, Müslümanlara yaklaşık bir saat fazladan oruç tutturmaktadır. Zaten Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır gibi ilahiyatçılar da aynı şeyi söylemektedir. Esasen Diyanet’in, Ramazan’da bir gün önce sabah ezanının vaktini bir saat ileri alıp, Ramazan’ın hemen ertesinde de bir saat geri alması, bu çelişkiyi apaçık ortaya çıkarmaktadır.

İmsak, Bedevilerin Cinsel Arzularına Göre Tespit Edilemez!

Hiç kimse kusura bakmasın; teleskopunuzu Arabın işret ve zevk sofrasının üzerine yerleştirerek ayın hareketlerini gözlemlemeye kalkışırsanız, oradan da imsak vaktini belirlermeye çalışırsanız, işte böyle Müslüman Türk evladına bir saat fazla oruç tutturmak zorunda kalırsınız! Ne mi demek istiyorum? Buyurun ben değil Diyanet desin bunu size…

Diyanet yayını olan bir Kur’an mealinde Bakara Suresi’nin 187. ayetinin anlamı verildikten sonra şöyle bir açıklamaya da yer verilmiştir:

“İslâm’ın ilk zamanlarında farz olan ramazan orucunu tutarken sahur yemeği yoktu. Oruç tutan kimse, akşam orucunu açınca yatsı namazını kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra yemek, içmek ve kadınlara yaklaşmak haramdı. Bazı Müslümanlar dayanamayıp kadınlarına yaklaştı. Bazıları iftardan sonra yorgunlukları sebebiyle hemen uyudukları için, ertesi gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler. Cenab-ı Allah müminlere acıdı ve bir kolaylık olmak üzere bu âyeti indirdi…”(*).

Ayetin nüzul sebebi gerçekten bu mudur? Bilmiyoruz. Diyanet öyle diyorsa öyledir! Diyanetin ayetin nüzul sebebi olarak gösterdiği bu olay eğer doğruysa, o zaman günümüz Müslümanları olarak, hâlâ 1400 sene önce Müşrik iken Müslüman olan Arapların seks ve mide düşkünlüklerinin cezasını çekiyoruz demektir! Yani Bedevilerden bazıları, cinsel dürtülerine yenik düşüp oruçlu oruçlu kadınlarıyla cinsel ilişkiye girmeye devam ettiği, bazıları ise Ramazan ayı gelince büsbütün kendisini kadınına yasakladığı için böyle bir ruhsat getirilmiştir. Daha doğrusu Diyanet’e göre; Allah, bu insanlara acımış ve onlara küçük bir jest yapmıştır!

Hemen her Ramazan’da uydurma rivayetlere istinaden Sabah Namazı’nın, dolayısıyla imsakın vaktini bir saat öne çekip, iftarın vaktini uzattıkça uzatarak, Müslümanlara daha mı çok sevap kazandırdığınızı sanıyorsunuz siz efendiler. Lütfen bırakın artık Müslümanları kendi dayatmış olduğunuz din ile terbiye etmeyi? Dinimizi eksiksiz yaşamak için Allah’ın kitabı bize yeter!

Sahur Saati ve Çerçi İbrahim Efendi’nin Karısı!

Yukarıda da bahsettiğim gibi; geçtiğimiz gün Diyanet’e güvenerek erken oruca niyet edip, namazı da kıldıktan sonra, sabahın serinliğinde, bir miktar iş yapayım diyerek bahçeye gitmiştim. Ancak ortalık zifiri karanlıktı ve ben, ıssız bir bölgede karanlığın ortasında çevrenin aydınlanmasını beklerken, nedense köydeki çocukluğuma döndüm ve büyüklerin bizim komşu köylerden birisinde yaşayan Çerçi İbrahim ile ilgili anlattıkları ve bizim yörede darbı mesel haline gelmiş bir hadise geldi aklıma. Sonra da gecenin zifiri karanlığında muzip muzip güldüm kendi kendime.

Efendim, yıl 1970’ler. Çankırı’nın merkeze bağlı olup, Çorum’un İskilip ve Bayat ilçelerine yakın bir köyünde İbrahim Efendi isminde bir adam yaşıyordu. Şahsen benim de tanıma fırsatı bulduğum İbrahim Efendi, Bakkallık ve çerçilik yapıyordu. İbrahim Efendi, şehir merkezinden satın almış olduğu çay, şeker, lokum, bisküvi, helva, margarin, ağda, kuru üzüm, kuru incir, margarin ve leblebi gibi yiyecek maddelerini ve kap-kacak türünden kullanım eşyalarını eşek ve katırlarına yükleyerek civar köylerde para, yumurta, tiftik ve bunlardan mamul eşyalar karşılığında satarak geçimini sağlıyordu.

Kilo ve gram kullanmayan İbrahim Efendi, ne kadar tiftik, o kadar kuru üzüm, ne kadar yün o kadar leblebi, ne kadar yünden veya tiftikten mamul eşya o kadar çay-şeker usulü iş yapıyordu. Bir nevi malın malla değişimi, yani takas sistemiyle çalışıyordu. Terazinin bir kefesine tiftik, diğer kefesine üzüm, leblebi veya bisküvi. Elbette bazen verilen malın değerine göre ikili birli şeklinde satış da yapıyordu. Yani belli bir ağırlıktaki tiftik veya yünün karşılığında, iki katı üzüm veya lokum gibi…

Bu sebeple bizim köyün çobanlarından, özellikle keçilerin kırkım zamanı gelince, çoğu kere tüylerini dökmeye başlayan keçilerden tiftik (yapağı) yolup, yabanda yazıda yakaladıkları İbrahim Efendi’den çeşitli yiyecekler almayan yok gibidir. Aslında bu, bir nevi küçük bir hırsızlıktır ama olsundu! Ne de olsa çobanın göz hakkı vardır gütmekte olduğu keçilerin tiftiğinde ve koyunların yününde. Koyunlar ve keçiler, çobanın kendisinin olmasa bile…

Dediğimiz gibi; İbrahim Efendi’nin köyü, Çorum’un İskilip sınırına yakın olduğu için, Çankırı’dan daha çok, geçmiş tarihlerden beri geleneksel pazarıyla ünlü İskilip’e giderdi mal almak için.

Bir yaz günüydü. Üstelik Ramazan ayı idi. Ailecek oruç tutuyorlardı. Ertesi günü İskilip’in pazarı idi. Sahurdan sonra hayvanlarıyla yola çıkıp, güneş bastırmadan İskilip’e varıp işlerini bitirmeliydiler. Ancak nasıl kalkacaklardı iftara! Çalar saatleri bile yoktu.

Çözümü her zaman olduğu gibi yine İbrahim Efendi’nin uyanık karısı buldu ve dedi ki; -“Ben her gece su dökmeye (küçük çiş) kalkarım. Benim kalktığım saat tam da temşüt (sahur) vaktidir…”

-“Tamam” dedi İbrahim Efendi; “Sakın ha geç kalma, yoksa güneşin altında açlıktan, susuzluktan halsiz düşeriz yollarda hanım…”

Sahurda kalkmak üzere topluca yattılar ve derin bir uykuya daldılar. Gecenin bir yarısında kadının su dökme vaktine bağlı olarak kalktılar. Alelacele sahurlarını yaptıktan sonra İbrahim Efendi, katırlara ve eşeklere semerini vurup yüklerini yükledikten sonra yanına oğlu Mehmet’i de alarak gecenin zifiri karanlığında İskilip’e doğru yola çıktılar. Sürçe dolaşa uzun bir yolculuk yaptıktan sonra İskilip’in dış mahallelerine ulaştılar. Ancak ortalık hala karanlıktı. Mecburen günün ağarmasını bekleyeceklerdi. Uzunca bir vakit beklediler yüklü hayvanlarıyla şehre girmek için. Bir ara beklemekten canı sıkılan Mehmet, babası İbrahim Efendi’ye sordu:

-“Baba, erken yola çıktık galiba. Baksana ortalık hâlâ zifiri karanlık..” İbrahim Efendi derince bir iç çektikten sonra hayatın olanca yükünü adeta ağzından kusarcasına ve öfkeli bir ses tonuyla şöyle cevap verdi oğluna:

-“Oğlum, ananın .mından saatimiz olursa, bizde de bu akıl olursa, biz gün doğmadan değil İskilip’e, Çorum’a bile ulaşırız!”

Meğer bizim Çerçi İbrahim Efendi’nin hanımı, o gün güneşin altında tarlada çalıştığı için çok susamış ve yatmadan önce bol bol su içmişti. Böyle olunca kadıncağızın çişi erkenden gelmiş ve o da sahur vaktidir diye eşini ve oğlunu erkenden uyandırıp yollara düşmelerine sebep olmuştu.

İşte böyle dostlarım; dün Diyanet’e uyup, sahuru yaptıktan sonda bahçeye gittiğimde nedense bizim İbrahim Efendi ve karısı geldi aklıma. Çünkü Diyanet’in sahur saatinden bir saat sonrasında bile ortalık henüz karanlıktı ve güneş tam 5.30’da doğmuştu bizim bahçenin karşısındaki tepelerden.


(*)http://www.diyanetvakfi.org.tr/meal/Bakara.htm,

Dün (23.06.2016 günü) Ankara'da, Diyanet'in belirlediği sahur vaktinde (03.16) oruca niyetlendikten ve Sabah Namazı'nı da kıldıktan sonra, sabahın serinliğinde bahçeyi sulamak için Ankara'daki evimizden yaklaşık 50 km. batıdaki bahçemize gittim. Her taraf zifiri karanlıktı desem yeridir. Hiçbir şey görünmediği için mecburen günün ağarmasını beklemek zorunda kaldım. Saat 04.20 sularında cep telefonumla çekmiş olduğum fotoğrafları sizlerle de paylaşıyorum. İlk fotoğrafta istikamet ufuk yönüdür. Yani Güneşin doğuş istikametine dönülerek çekilmiştir. İkinci fotoğraf ise gökyüzüne aittir. İlk fotoğrafta sokak lambaları, son fotoğrafta ise ay ve yıldızlar gözükmektedir. Ayrıca ilk fotoğrafta telefonun önünde 50-75 cm. mesafede bahçenin çit telleri de vardı. Anlaşılacağı üzere; bu mesafeden değil beyaz iplik-siyah iplik, çitler bile gözükmüyor henüz. - iftar 1

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir