Bazıları fena şaştılar, bunca köklü ilişkilerimiz, müttefik ilişkilerimiz olan Almanların, “soykırım” yalanıyla dönüp akrep gibi bizi sokmasına… Bunlar tarih bilmeyenlerin şaşkınlığıdır… Tarih biliyorsanız şaşırmazsınız…
Nasıl mı? Anlatalım:
Almanya I. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru da bize kazık atmaya çalışmıştır. 1918 yılında Kafkas-İslam ordumuz, Azerbaycan’ı baştanbaşa geçmiş Bakû önlerine gelmiştir. Bu harekâtın cephe komutanı Halil Paşa, ordunun komutanı da Nuri Paşa’dır.
Halil Paşa’nın emir subayı ise Yüzbaşı Selahattin’dir. Yüzbaşı Selahattin, yaşadıklarını, tanıklıklarını kaydetmiştir defterlere. Yıllar sonra bu kayıtları rahmetli İlhan Selçuk “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı” adıyla belgesel roman halinde yayımlamıştır.
Bu romanın, ordumuzun Bakû önlerinde olduğu günlerde neler yaşandığının yazılı olduğu bölümünü özetleyerek aktarırsam, “Alaman”nın ne olduğu yeterli netlikte anlaşılacaktır.
Evet buyurunuz:
“Bakû şehrinin savunması İngiliz Generali Tomson’a verilmişti. Kentte İngiliz, Rus, Ermeni birlikleri vardı.
Taarruzu nasıl düzenleyecektik?
Başta Alman Kurmay Başkanı Paküvin olmak üzere Alman grubu şu fikri savunuyorlardı:
-Büyük savaşın muharebeleri göstermiştir ki, bir düşman sahra mevzii topçu ateşiyle ezilmedikçe oraya süngü hücumuyla taarruz edilemez.”
Halil Paşa ve Türk kurmayları, Almanların oyun peşinde olduklarının farkındadırlar, Alman vakit kazanıp Tiflis’teki birliklerinin buraya intikalini sağlama derdindedir. Top atışına gerek yoktur, düşmanla ordumuz arasındaki mesafe 600 metreden 2 kilometreye kadardır. Halil Paşa, yaveri Yüzbaşı Selahattin’e kurmaylarına iletilmek üzere şu emri verir:
-Basri’ye söyle, gece yarısından sonra saat 2’de birlikler süngü hücumuyla düşman siperlerine girecektir. Bu emrimi aynen Alman Kurmay Başkanına da söyleyin Tiflis’te Fon Kres’e süvari alayını hemen trenle Bakû’ya göndermesi için yazsın.
Yazacak, fakat o birlik gelemeyecektir, çünkü bizimkiler Halil Paşa’nın talimatıyla demiryolu köprüsünü havaya uçururlar.
Kitaba dönelim yine:
“Alman Kurmay Başkanı geziniyor, sinirli ve heyecanlı… İki şey bekliyor: Alman süvarisini taşıyan trenin Azerbaycan’a girdiğini bildirir telgraf… Ve Türklerin düşman siperlerine girmeden düşmanca farkına varılarak başarısızlığa uğratılması…(…) Tam bu sırada telefondan bir rapor geldi. Okudum. Düşmanın birinci hattına girilmiş, düşman geriye doğru kaçıyor, takip ediliyor. Bu haber hepimizi sevinçten çıldırttı. Alman:
-Olamaz, bu keşif kolu temasıdır, diyordu.
(…) Saat 9’a doğru sis açılmaya başlayınca manzarayı gördük. Birçok vapur Bakû’dan açılıyor, kentin bazı yerlerinde yangınlar gözüküyor, düşman son mevzilerinde direnmeye çalışıyordu. Kurmay Binbaşı Salih, Kurmay Başkanı Paküvin’e Almanca:
-İşte vapurların açılması düşmanın kaçtığına ve bizim başarımıza işarettir.
Kurmay Başkanı buna cevap verdi:
-Kaçan düşman değil, sizin zulmünüzü hesaplayan Ermenilerdir. Yazık ki, siz dünyanın en namuslu ve çalışkan milleti olan Ermenilere bu zulmü yapmakla tarihin en kötü damgasını yediniz… Salih Beğ:
-Onlara acımak bize düşmez, dedi.
Alman üzerine gitti:
-Bunu Türk’ün yağmacı ruhu yaptı!”
İşte budur Alman’ın kafasının içindekiler, neye şaşıyorsunuz, niye şaşıyorsunuz?
Cazim GÜRBÜZ, 18 Haziran 2016
[email protected]
Bir yanıt yazın