Geçen hafta Abdülkadir Selvi, TBMM eski Başkanı Cemil Çiçek’in, “Çok uzağa gitmeye gerek yok. Fransa Parlamentosu’nda sözde ‘Ermeni Soykırım Tasarısı’nı engellemek için yürüttüğümüz çalışmalar var. Lobi faaliyetlerinde en başarılı örneğimiz ” dediğini yazmıştır. (7 Haziran 2016) 2015 yılı sözde Ermeni soykırım iddialarının yüzüncü yıldönümünde riskli 23 ülkeye Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan kendi muhatapları seviyesinde lobi faaliyeti yürütmüştür. Cemil Çiçek, “O süre zarfında 110 ülkeyle temasım oldu” demiş, kararın çıkmasına engel olmaya çalışılmış ve de başarıya ulaşılmıştır.
Cemil Çiçek haklıdır ama 2 Haziran öncesi bunların hiçbiri yapılmamıştır. Bu köşede 25 Nisan 2016 tarihinde yayınlanan yazımda 2 Haziran’da Almanya Federal Parlamentosu’nda kararın oylanacağını ve önlem alınması gerektiğini yazdım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Ey Almanya, bak yine söylüyorum; önce ‘Holokost’un hesabını vereceksin” diyerek 2015 yılı Ekim ayından bu yana Türkiye’ye 5 defa gelen Merkel’e tepki göstermiştir ama atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Karar çıkmadan önlem alarak kararın çıkmasını önlemek gerekirdi. Almanya Federal Parlamentosu’ndan karar çıktıktan sonra bu kararın geri alınması mümkün değildir ve de Türkiye Almanya’ya aynı dozda bir misilleme yapamaz.
Bu konuda geçmiş bir örneği ilgililerin bilgisine sunmak istiyorum. DPT AET Başkanı olduğum dönemde Fransa ile yine Ermeni sorunu sebebiyle aramız açıldı. Askeri yönetimin Başbakanı merhum Bülent Ulusu DPT Müsteşarı Yıldırım Aktürk’e Fransa’ya mutlaka bir misilleme yapmamamız gerektiğini bildirmiş. Sayın Aktürk bana görev verdi. DPT AET Dairesi’nde yaptığımız çalışma sonucunda şu karara vardık: Fransa’dan o dönemde iki önemli kuruluş ithalat yapıyordu. Biri Renault, diğeri TÜLOMSAŞ idi.
Fransa’ya misilleme olarak ithalatı kısarsak Renault otomobil, TÜLOMSAŞ da lokomotif üretemeyecek ve bindiğimiz dalı kesecektik. AB ile gümrük birliğimiz vardı ve buna engeldi. Sonunda AB’den yapılan demir- çelik ithalatına yüzde 15 fon getirildi ama Fransa’ya doğrudan bir etkisi olmadı ve sonunda da kaldırıldı. Ben Almanya’ya ciddi ekonomik misilleme yapacağımızı sanmıyorum. Çünkü 2016 yılında (Ocak- Nisan) toplam ihracatımız içinde Almanya’nın payı yüzde 10, (birinci) ithalatımızda yüzde 10.8’dur. (ikinci)
Cem Özdemir’e ya da Türk kökenli Alman Parlamenterlere kızmakla bir sonuç alamazsınız. Önemli olan, kaleyi içerden fethetmektir. Bu ise kuvvetli lobi çalışmasını gerektirir. Eğer İstanbul’daki Fetih Mitingi gibi kalabalık bir miting Berlin’de yapılmış olsaydı, bu karar Parlamento’dan kesinlikle çıkmazdı. Acaba neden yapılmadı ya da yapılamadı?
AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk’ün Almanya’nın 1900’ların başında Namibya’daki yerli halka yönelik uygulamalarının ‘soykırım’ olarak tanınması için yapacağı girişim, “suya yazı yazmanın” ötesine geçmez. Alman devlet radyosu DLF’e (Deutsclandfunk) konuşan Göttingen Eyalet Mahkemesi yargıcı ve Göttingen Georg August Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kai Ambos bizim yapamadığımızı yapmıştır:
“Soykırım olgusunun kanıtlanması için adalet mercilerine çok sıkı şartlar getirilmiştir. Mesela başka şeylerin yanı sıra, ‘yok etme niyeti’ açıkça kanıtlanmalıdır. Çünkü soykırım ‘suçların suçu’ bir tür en büyük suç niteliğindedir ve bu da bir devlete, bu durumda Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısı Türk devletine yönelik çok ağır bir suçlama. Ben siyaset kurumlarının-organlarının kendi değerlendirmelerinden yola çıkarak başka devletlerin işlerine karışmalarını sorunlu buluyorum. Yani bir ülkenin siyaset kurumunun başka bir devletin tarihini değerlendirmeye kalkışması, sonra da böyle çok sert bir yargıya varması, soykırım demesi, bu bir bakıma küstahlıktır…Türk-Ermeni ilişkilerinin bu bildirge ile düzeleceğini de hiç sanmıyorum.”
Ambos, daha önce Frankfurter Allgemeine Zeitung’da yayınlanan yazısında da BM Soykırım Sözleşmesi’nin geriye doğru uygulanamayacağını açıklamıştır: “İşte bu yüzden en azından Alman mahkemeleri Holokost’u soykırım olarak değil, ‘sadece’ kitlesel cinayet olarak yargıladı…Tarihçilerin çoğunluğu soykırım olduğunu öne sürüyor, ancak yok etme amacını sorguladığınız zaman ‘bunu yüzde yüz kanıtlamak zor, ama organize bir şekilde çok sayıda insan öldürüldü’ diyorlar. Bu yaklaşım uluslararası ceza hukuku açısından son derece yetersizdir. Oysa hukukun ‘yok etme amacının’ kanıtlanmasını talep etmesi, söz konusu suçun boyutu ve önemi düşünüldüğünde yerindedir.”
Eski milletvekili ve hukukçu Jürgen Todenhöfer de Kararı “tek taraflı ve hukuk dışı, korkak oportünizm” olarak nitelendirmiştir. Kai Ambos ve Jürgen Todenhöfer gibi kişilere ihtiyaç vardır lobi için. İçimizden biri olan ve 2007 yılında öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink ve Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan gibilere de ihtiyacımız vardır.
Dink, emekli Orgeneral Kemal Yavuz’la birlikte Tuncay Özkan’ın Kanaltürk’teki programında Almanya’nın Ermeni sorunu kullanmasından son derece rahatsız olduğunu şöyle açıklamıştır: “…Merkel’in tek yaptığı koz. Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almamanın yolu olarak Ermeni sorununu kullanıyor.” Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan, Almanya’nın sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısını kabul etmesini eleştirilerek, “Duymak ve dinlemek için kulakları olanlar, bu manzaradan yansıyan Ermeni Milletinin emperyalist güçler tarafından nasıl kullanıldığı gerçeğinin yankılarını duyabilirler” demiştir.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, tarihi çarpıtarak gerçek gibi sunan bu tür ithamlara bilimsel alanda cevap verilmesi gerektiğini açıklamıştır: “Alman Federal Meclisi’nde Ermeni iddialarına ilişkin alınan karara karşı konu, üniversitelerde bilimsel zeminde ele alınmalı ve tartışılmalıdır…Üniversitelerimizin ve dolayısıyla akademisyenlerimizin konuya ilişkin harekete geçmesini istemekteyiz.
YÖK Başkanı Saraç haklıdır ama bazı konunun uzmanı olmadığını açıklayan yazarlar sanki YÖK Başkanını yalanlar biçimde yorumda bulunabilmektedirler: “Bir diş hekiminin başkanlığını yaptığı bir üniversite senatosu yaptığı açıklamada ‘zamanımızdan 101 yıl önce yaşanan olayların başta tarihçiler olmak üzere konuyla ilgili bilim insanları tarafından araştırılması yolundaki tüm bilimsel çalışmaları destekleyeceğini’ ilan etmiş. Üşenmeyip birisinin diş hekimi rektöre telefon edip ‘Sevgili rektör, şimdiye kadar bu konuda kaç kitap, bilimsel makale üretti kurumunuz?’ diye sorması lazım. Bir de şunu sormak lazım: ‘Tüm bilimsel çalışmaları desteklemek’ biraz abartı değil mi? Mesela 15 bin kişi size başvurup ‘Ermeni tarihi çalışacağız’ derlerse ‘tümünü’ destekleyecek misin sevgili rektör?”
Bu yazara, ”Bir diş hekiminin başkanlığını yaptığı bir üniversite” nin öğretim üyesi olarak Türkçe ve İngilizce yazılmış makale ve yazılarımdan “bir demet” gönderdim. Herhalde merakını giderdim diye düşünüyorum.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, “Çok uluslu, çok ırklı ve çok dinli bir parlamentonun başkanı olarak şunu belirtmek isterim: Parlamenterlerin özgürce görevlerini yerine getirmeleri, Avrupa demokrasilerinin temel unsurudur” derken haklı değildir. Çünkü parlamentoların görevi, AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk’ün yapmak istediği gibi bir ulusu soykırım yapmakla suçlayıcı kararlar almak değildir.
***
Muhammet Ali’nin cenaze törenine neden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanın dışında 57 üyesi olan İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan (The Organisation of Islamic Cooperation) hiçbir Başbakan, Cumhurbaşkanı ya da Kral katılmamıştır? Bu sorunun cevabı, çok şeyi açıklar diye düşünüyorum.
Bir yanıt yazın