Kadının annelikle imtihanı

t_ozuerman_1

 

Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN

11.6.2016

Madalyonun diğer yüzünden bakınca, bugün iktidarda olan anlayışın, yurttaş karşısında imtihanı demek daha doğru.
Ya da  bulunduğu yerin öneminin farkında bile olmamak!.. Herkesi kucaklayan, kendisine oy vermiş vermemiş herkesin sağlık, huzur, mutluluk ve refahı paylaşması; ne bugün, ne de yarından endişe duymadan güven içinde yaşaması için var gücüyle çalışması gerekenlerin, her gün yeni başlıklar icat ederek ve yurttaşta bir eksiklik arayarak kendini fazla göstermeye çalışması anlaşılır gibi değil.

“Anne olmayan kadın yarım” dedi… Daha önce de Devlet Bahçeli’ye ayar vermek isterken, “aile nedir, çocuk nedir bilmez” diyerek, çocuksuz erkekleri incitmişti. Yurttaşların bir kısmını tahkir ederek, diğer bir kısmını yüceltiyor gibi, toplumu yeni bir tartışma ve ayrışmaya sürüklemek. Başka ne işe yarar böylesi bir söylem?!. Sözün bittiği yeri çoktan geçtik…
Tam da, anne olmayan kadınların tahkir edildiği süreçte, dünyanın en başarılı yüz kadını açıklanmasın mı? Birinci ilan edilen kim? Almanya Başbakanı Merkel. Yazarken bile ağır geliyor, daha önce hiç düşünmediğimiz, aklımıza gelmeyecek bir özelliği var; (okurlardan özür dileyerek yazıyorum; çok utanç verici, insanların sadece özel yaşamları ile ilgili bir alana girmek, konu ediniyor olmak…) çocuksuz bir kadın; yani “yarım”(!)…

Merkel’i uyguladığı politikalarda dolayı eleştirebiliriz. Kişisel özelliklerinden söz ederek tahkir etmeye kalkıştığımız noktada, bu onun eksikliği değil, bizim eksikliğimiz, bizim diyecek başka sözümüzün kalmadığı anlamına gelir.
Evet, Forbes Dergisi dünyada başarılı yüz kadını seçti, Merkel ilk sırada. Türkiye’den de Güler Sabancı listeye girdi. Türkiye yönetimine hakim zihniyetin kriterleri ile, “yarım”(!) hanesinde yer alanlar, dünyanın kriterleri ile başarının zirvesindeler. İyi ki, dünya kriterleri var.
Aile bizim için çok önemli demenin başka yolları olabilir. Aileyi yüceltebilmek için toplumun farklı kesitlerinin tercihleri, özel alanları  konu edinilmeden politikalar yürütülebilir. Evlenen gençlere, kaç çocuk yapacaklarını tembih etmek yerine; vatana millete hayırlı evlatlar yetiştirmesinin telkin edildiği kültürümüz güçlendirilebilir.

Çocuk insandır, sayı değildir… Kadının -anne olsun olmasın- insan olduğu gibi. İnsanı, insani değerleri öne alınca, toplumdaki farklılıklar zenginlik olur. Yaşadığımız coğrafyada insan olmak zor, ama özellikle kadın ve çocuk olmak zor!… Bu zorlukları ortadan kaldıracak bir anlayışla yönetilmeyi istemeyecek tek kişi olamaz. Yeter ki; yaşamımızı insanı, insani değerleri, aklı, bilgiyi, üremeyi değil, üretmeyi teşvik edecek değerler üzerinden inşa edelim. Birisinin dünyaya bakışını anlamak için  insanı nereye koyduğuna  bakacaksınız. İnsanların bir kısmı değil, hepsi için ortak değerler üretmek; farklılıkları belirginleştirerek onlardan yararlanmaya çalışmak yerine, olağan kabul etmeyi gerektirir. Bir arada yaşama kültürünü oluşturmadan devlet olunmaz. Cumhuriyet, bir arada yaşama kültürümüzün adıdır aynı zamanda. Onunla inşa ettiğimiz değerler tahrip edilirken, insana dair biriktirdiklerimiz de eritiliyor. Ve uygar dünya ile aramızdaki mesafe giderek açılırken, kadına verilen yer ve değer ayna vazifesi görüyor.

Bireyi değerli ya da değersiz kılan; ne bulunduğu yer, ne de cinsiyetidir;  yaşadığı topluma, insanlığa ne kattığıdır.
Türkiye’de kadınların annelikle imtihan edilmekten çok daha önemli sorunları var. Giderek katlanan şiddet ve cinayetlerin mağduru olmak ve bunların durdurulamaması… Her gün canımızı yakan terör, ana, baba, eş, kardeş, evlat, yurttaş…. kadın, erkek demeden her birimizin içini dağlıyor. Karnındaki bebeği ile teröre kurban verdiğimiz kadınımız var bizim. Ne anneyi,  ne de doğmamış bebeği koruyamıyoruz. Çözüm bekleyen temel sorunlar katlanarak ve acıtarak büyürken, kim tam ve tamam olduğunu iddia edebilir ki?  Kadına yarım diyerek, tam olunur mu?!.. 2000’li yıllardayız; 800 yıl önce yaşamış olan ve “Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol!” diyen Mevlana’dan da geriye nasıl savrulabiliriz? Başkalarında kusur arayanların, kendi kusurlarını örtemeyeceğini  ne de özlü anlatmış!…

Türkiye’de karşı devrimin kadın üzerinden görünürlüğü ve kadının konumunun geriletilmesi ile yürütüldüğüne bakarak, kadının annelik ile sınandığı noktaya sürüklenişimiz çok vahim. Türkiye’de kadın hareketinin güçlenmesinin önüne bariyerlerin yığılmasına devam da diyebiliriz. Belli ki; kadının gücünden korkuluyor. Bu yüzden, kariyer yapan, akıl, bilim, bilginin gücü ile güçlenen kadın değil, çok çocuklu, eve kapanan/kapatılan kadın isteniyor.
Akılla cinsiyet arasında bir bağ olmadığını kadınlar, erkek egemen kültüre ve elde ettikleri fırsatlar erkeğe göre daha az olmasına karşın kanıtladılar. Sıra, erkek yaratılmayı güç zannedenlerin toplumlara verdikleri zararları ortadan kaldırmaya geldi.

Kültürümüzün  güzel yönlerini öne çıkaracak yönetim anlayışı ve yöneticilere hiçbir dönemde bu kadar gereksinim duymamıştık. Bu hayli zor bir iş.  Eşitlik, eşitsizlikle var olanların anlayabilecekleri bir konu değil. Diğeri varsa, kendilerini var hissedenlerden söz ediyorum. Ötekileştirdikleri kadar var olduklarını zannedenlerden!…
“Anne, baba, kardeş, eş, vd….. hepimiz önce insanız ve insanca huzur, refah, güven ve birlik içinde yaşamak istiyoruz”! Bu cümleye itirazı olan olabilir mi? Hele; “Önce kadınız, sonra anne”  deyişine!…  Demirel, çocuk sahibi değildi ama siyasetteki lakabı “baba” idi. Çocukla sadece kendi ailesinde baba olanın lakabı ne olacak? Tarih en doğru yere koyacak şekilde not düşüyor…
Yüzyıllar öncesinden ışık tutalım bugüne; yine Mevlana’dan deyişle:
“Herşey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme!…
İşte orası kaderinin değişeceği noktadır.”
Biz, şimdi tam da bu noktadayız.

 

Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN - t ozuerman 1

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir