BAK ŞU DELİNİN ZORUNA

Japonya’da gerçekleşen 2016 Mayıs G7 Zirvesi’nde:
Dünya ekonomik konjonktürünü canlandırmak üzere önlemlerin alınması,  
ABD’nin Güneydoğu Asya’daki varlığının arttırılması,
Çin ile Japonya arasında Çin Denizi’nde yaşanan anlaşmazlıkta Japonya’ya destek verilmesi,
Minsk Barış Anlaşması’nın yerine getirilmesi durumunda Rusya’ya uygulanan yaptırımların kaldırılması, aksi halde Rusya’ya yeni yaptırımlar uygulanması, 
Uluslararası İslamcı terörizmle mücadele,
Sığınmacı krizi, yolsuzluk, siber saldırılar ve salgın hastalıklarla mücadele konuları tartışıldı ve karara bağlandı…
 
*
Ancak bu sorunların barışcıl bir şekilde çözümlenmesinin biricik yolu;
Uluslararası Hukuk’un koruyucusu ve kollayıcısı Birleşmiş Milletler Örgütünden geçiyor… 
Halbuki BM Güvenlik Konseyi, barındırdığı farklı görüşler yüzünden türlü çatışmalara siyasi çözüm bulamıyor. 
BM’ye yeni bir statünün oluşturulması en büyük küresel siyasi çözümsüzlüğü oluşturuyor…
 
*
Bu noktada ABD uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.
Son zamanda dile getirilen BM’i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığına vurguyla,
BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırmakla tehdit ediyor.
 
*
Ama başta Rusya, Çin olmak üzere kimi revizyonist ülke, 
ABD’nin kendi lehine gelişen düzenin korunmasındaki gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.
Çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesini şart görüyorlar…
 
*
O yüzden dünya; karmaşık, tek bir merkezden yönetilmeyen, ekonomik, politik, sosyal ve askeri cepheleri olan,
Siyasi etki aracı olarak devlete bağlı olmayan aktörlerin, psikolojik harekâtın, sivil toplum örgütlerinin ve hukukun bir operasyon gücü olarak  kullanıldığı,
Hedefe ulaşmayı uzun zaman dilimi içinde öngören,
Ancak ateş ve manevra gücünün savaşın esas unsuru olmaktan çıktığı,
4.Nesil Savaş konsepti ile sürdürülen III.Dünya Savaşı’ndadır.
 
*
Ne ki, uyumsuz algılar ya da iletişimsizlik nükleer silahların kullanımıyla sonuçlanacak olan bir savaş olasılığını arttırıyor.
Doğrusu 4.Nesil Savaş konseptinin; üç-beş kötü kararın ardında tırmanacak bir nükleer savaş önünde hiçbir garantisi bulunmuyor…
 
*
Nitekim Suriye İç Savaşı odağından hızlanan askeri hareketlilik;
Düşman muharip kuvvetlerinin hatlarına sızmayı, etrafını sarmayı esas taktik olarak kullanan,
Düz bir hat üzerindeki cepheler yerine derinlikte savunma taktikleri öngören 3.Nesil Savaş’a meydan vermeyecek bir düzlemde ilerliyor.
Ama Doğu Akdeniz’de olağanüstü bir askeri yığınağa da neden olunuyor…
 
*
Ya da NATO, Rusya’nın ortak olmaktan ziyade bir tehdite dönüştüğü ve bu tehdite karşı vargücüyle mücadele etmesi gerektiği yönünde pekişmiştir.
Her iki tarafta da işbirliğine dayalı ilişkilerin yürütülebileceğine, uyumlu bir ilişkinin söz konusu olmayacağına yönelik inanç kökleşmiştir.
NATO’nun doğuya doğru genişlemesi “Intermarium -İki Deniz Arası”‘ denilen Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgenin potansiyel bir çatışma alanı olması anlamına geliyor.
İki Deniz Arası’nın paylaşılması niyeti Estonya, Letonya, Litvanya, Belarus ya da Transdinyester, Abhazya, Güney Osetya, Dağlık Karabağ, Novorusya gibi devletlerin sınırlarının belirlenmesi ve statülerine çözüm getirilmesinin yolunu açmıştır.
Finlandiya’dan Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar uzanan bu coğrafyada  giderek ABD-Rusya rekabeti alevleniyor.
Fakat dikkat ediniz! Rusya ile NATO’nun ” İki Deniz Arası” ndaki askeri yığınağı büyürken, sınırların barışçıl biçimde belirlenmesi giderek olanaksızlaşıyor…
 
*
Bu çerçevede Almanya’nın, geleneksel “Lebensraum” (Hayat Sahası) ülküsü ve “Drang nach Osten” (Doğu’ya Genişleme) tutkusu kabarmıştır.
“Lebensraum”; Doğu Avrupa’da Almanya sınırları dışında yaşayan Alman azınlıkların Almanya hakimiyetinde birleştirilmesi ve yeni toprakların kolonizasyonu ile beraber Alman popülasyonunun bu topraklara yerleştirilmesi,
Bu topraklarda büyük kömür yataklarına, demir, altın, mika, kurşun, çinko, bakır, grafit, alüminyum ve elmas  kaynaklarına ulaşılması politikasıdır.
Bugün Polonya, Macaristan, Çekya, Slovakya, Slovenya, Bulgaristan, Romanya ve Avusturya kendileri için bir çekim merkezi olan Almanya etrafında bir ticari ve ekonomik blok oluşturmuştur.
Şimdilerde Almanya “Lebensraum” ülküsü doğrultusunda “Drang nach Osten” ( Doğuya Genişleme) tutkusunu da gerçekleştirmeye yönelmiş bulunuyor.
O yüzden II.Dünya Savaşı sonrasında Hazar’da bulunan hidrokarbon kaynaklarını, bugün Almanya enerji ekonomisi için “Doğu’ya Genişleme” politikasının temel unsuru sayıyor.
Almanya Federal Meclisi’nin Ermeni Soykırım Yasasını kabul edilişi ya da Mülteci Anlaşması’nda Türkiye’den “terörün yeniden tanımlanması” talebi,Almanya’nun enerji ekonomisinin omurgasını oluşturuyor..
Almanya; enerji ekonomileri bağlamında Ortadoğu ve Hazar Havzası politikalarını Türkiye üzerinden şekillendiriyor…   
Üstelik Almanya; ülkenin savunması ve ordunun uluslararası görevlerini düzenleyen “Beyaz Kitap”ta, Rusya’yı “ortak” değil “düşman” olarak göstermeye hazırlanıyor…
 
*
Öte tarafta ABD, Avustralya ve  bölgedeki diğer müttefiklerinin desteğiyle Çin’i hedef alıyor. 
Avustralya: ABD donanmasına, nükleer silahlı bombardıman uçaklarına ve savaş gemilerine bir operasyon üssü olarak teslim edilmiştir.
Avustralya ordusu: ABD önderliğinde Afganistan’da ve Ortadoğu’daki savaşlara katılmasının ardından, bütünüyle Amerikan ordusuna uyarlanmış bir durumdadır. 
Bizzat Northern Territory eyaleti küresel dinleme faaliyelerinde, insansız hava aracı suikastlarında, cinayetlerde ve Pentagon’un bir nükleer savaş başlatma becerisinde çok önemli  rol oynuyor.
Federal hükümet ve eyalet yönetimleri büyük ihtiyaç duyulan sosyal hizmetler ve altyapı için para yok derken,gelecek on yıl boyunca askeri harcamalara en az 495 milyar ABD Doları harcamayı planlıyor….
Keza Filipinler,Singapur, Vietnam, Endonezya, Malezya ve Tayvan ABD’nin arkasına dizilmiş ve her türlü çatışmaya sürüklenecek durumdadır.
Japonya’da milliyetçi hükümet, tartışmalı topraklar konusunda Çin’le çatışmayı körüklüyor.
*
Kısaca, hem Avrupa’da hem Asya’da, nükleer silahlarla sürdürülecek yıkıcı bir savaşın patlaması tehlikesi tırmandırılıyor.
ABD başkanlık ve Avustralya federal seçimleri için kampanyalarda, büyüyen nükleer çatışma tehlikesine yönelik halk bilincini köreltme amacıyla bir sessizlik komplosu sürdürülüyor.
Ne ki, dünya nükleer silahlı güçlerle yalnızca Güney Çin Denizi’nde değil;
Her biri Washington’ın  “Asya’ya dönüş”ü ve bölge genelindeki saldırgan askeri yığınağı eliyle kızıştırılmış olan Kuzey Kore ile Tayvan gibi diğer tehlikeli parlama noktalarında da yüz yüze geliyor…
Nükleer silahlar, taşıyıcı sistemleri ve ilişkili teknolojiler alanında bir silahlanma yarışı sürüyor.
Küresel ölçekte üstünlüğünü sürdürmeye kararlı olan ABD, gelecek otuz yılda daha geniş bir yelpazede nükleer silahlar geliştirmeye 1 trilyon dolar harcamayı planlıyor..
Pentagon’un amacı, nükleer üstünlüğü güvenceye almak ve Çin’in nükleer cephaneliğini ve bir karşı saldırıya girişme kabiliyetini yok etmektir.
Çin ise aynı biçimde ABD’de on milyonlarca insanı öldürecek şekilde misilleme yapma kabiliyetini sürdürmeyi öngörüyor.
 
*
Ahh,Türkiye! Hiçbir rasyonel fikrin birikimi ve sonucu olmayan, kendini çağdaş dünyadan soyutlayan, yakın-uzak çevrede ve içte birbirine düşman fikirler, ideolojiler, kavramların arasında kalmasına neden olan,
Lâik bir ülkede salyangoz satmaya yeltenen, “İslam Ümmeti-Osmanlıcı” hastalığına tutkun Recep Tayyip Erdoğan ve şürekâsı tarafından ele geçirilmiştir!
Erdoğan;kendi ülkesinde dış politikayı, ekonomiyi,eğitimi vb.herşeyi TOKİ binaları,duble yollar,köprülerle çökertmiş, ahlaksız ticari ilişkilerde bulunmuş, toplumsal yapıyı parçalamış, ülkeyi boyu kadar teröre batırmış, dünyada yalnızlaştırmış ve günde 3 öğün sap yemekle,
Rusya’da ise Suriye’de ve Irak’ta ki savaşı aile boyu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle itham ediliyor.
 
*
Ne ki, bu ithamlardan sakınmak üzere dünya düzenine etki koymaktan geri kalmıyor!
Erdoğan, “Ey Almanya, sen ne yapmak istiyorsun, senin derdin ne? Bunda da bir üst akıl var” diyor.
4. Nesil Savaş konsepti ile sürdürülen III.Dünya Savaşı’nın yetmediği noktada, bir nükleer savaş olasılığına ilişkin tehditlerini açık ya da gizli biçimlerde sunuyor!
*
Türkiye’nin AB ile 135-140 milyar euroluk ithalat ve ihracaat hacmını, AB ile yüzde 65 olan doğrudan yatırım kapasitesini fütursuzca gözardı ederken,
“Bizim orada 3 milyonu aşkın insanımız var. Bunların Alman ekonomisinde çok ciddi potansiyeli var”diyor.
Ya da “Türkiye’de yaşayan en az 100 bin Ermeniyi memleketlerine postalarız” diye havalanıyor.
Bunlarla aslında söyleyemediği ama liderlik ettiği Uluslararası İslamcı Terör örgütlerini dünyaya salarak bela çıkarma gücünü harekete geçirmeyi ima ediyor.
Eh! Düştüğü beladan kurtarmak adına, nükleer bir III.Dünya Savaşı çıkarmak için Türkiye’yi  feda edeceğine hiç şüphe bulunmuyor… 
 
6.6.2016
Japonya'da gerçekleşen 2016 Mayıs G7 Zirvesi'nde:
Dünya ekonomik konjonktürünü canlandırmak üzere önlemlerin alınması,  
ABD'nin Güneydoğu Asya'daki varlığının arttırılması,
Çin ile Japonya arasında Çin Denizi'nde yaşanan anlaşmazlıkta Japonya'ya destek verilmesi,
Minsk Barış Anlaşması'nın yerine getirilmesi durumunda Rusya'ya uygulanan yaptırımların kaldırılması, aksi halde Rusya'ya yeni yaptırımlar uygulanması, 
Uluslararası İslamcı terörizmle mücadele,
Sığınmacı krizi, yolsuzluk, siber saldırılar ve salgın hastalıklarla mücadele konuları tartışıldı ve karara bağlandı...
 
*
Ancak bu sorunların barışcıl bir şekilde çözümlenmesinin biricik yolu;
Uluslararası Hukuk'un koruyucusu ve kollayıcısı Birleşmiş Milletler Örgütünden geçiyor... 
Halbuki BM Güvenlik Konseyi, barındırdığı farklı görüşler yüzünden türlü çatışmalara siyasi çözüm bulamıyor. 
BM'ye yeni bir statünün oluşturulması en büyük küresel siyasi çözümsüzlüğü oluşturuyor...
 
*
Bu noktada ABD uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.
Son zamanda dile getirilen BM'i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığına vurguyla,
BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırmakla tehdit ediyor.
 
*
Ama başta Rusya, Çin olmak üzere kimi revizyonist ülke, 
ABD'nin kendi lehine gelişen düzenin korunmasındaki gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.
Çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesini şart görüyorlar...
 
*
O yüzden dünya; karmaşık, tek bir merkezden yönetilmeyen, ekonomik, politik, sosyal ve askeri cepheleri olan,
Siyasi etki aracı olarak devlete bağlı olmayan aktörlerin, psikolojik harekâtın, sivil toplum örgütlerinin ve hukukun bir operasyon gücü olarak  kullanıldığı,
Hedefe ulaşmayı uzun zaman dilimi içinde öngören,
Ancak ateş ve manevra gücünün savaşın esas unsuru olmaktan çıktığı,
4.Nesil Savaş konsepti ile sürdürülen III.Dünya Savaşı'ndadır.
 
*
Ne ki, uyumsuz algılar ya da iletişimsizlik nükleer silahların kullanımıyla sonuçlanacak olan bir savaş olasılığını arttırıyor.
Doğrusu 4.Nesil Savaş konseptinin; üç-beş kötü kararın ardında tırmanacak bir nükleer savaş önünde hiçbir garantisi bulunmuyor...
 
*
Nitekim Suriye İç Savaşı odağından hızlanan askeri hareketlilik;
Düşman muharip kuvvetlerinin hatlarına sızmayı, etrafını sarmayı esas taktik olarak kullanan,
Düz bir hat üzerindeki cepheler yerine derinlikte savunma taktikleri öngören 3.Nesil Savaş'a meydan vermeyecek bir düzlemde ilerliyor.
Ama Doğu Akdeniz'de olağanüstü bir askeri yığınağa da neden olunuyor...
 
*
Ya da NATO, Rusya'nın ortak olmaktan ziyade bir tehdite dönüştüğü ve bu tehdite karşı vargücüyle mücadele etmesi gerektiği yönünde pekişmiştir.
Her iki tarafta da işbirliğine dayalı ilişkilerin yürütülebileceğine, uyumlu bir ilişkinin söz konusu olmayacağına yönelik inanç kökleşmiştir.
NATO'nun doğuya doğru genişlemesi "Intermarium -İki Deniz Arası"' denilen Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgenin potansiyel bir çatışma alanı olması anlamına geliyor.
İki Deniz Arası'nın paylaşılması niyeti Estonya, Letonya, Litvanya, Belarus ya da Transdinyester, Abhazya, Güney Osetya, Dağlık Karabağ, Novorusya gibi devletlerin sınırlarının belirlenmesi ve statülerine çözüm getirilmesinin yolunu açmıştır.
Finlandiya'dan Gürcistan ve Azerbaycan'a kadar uzanan bu coğrafyada  giderek ABD-Rusya rekabeti alevleniyor.
Fakat dikkat ediniz! Rusya ile NATO'nun " İki Deniz Arası" ndaki askeri yığınağı büyürken, sınırların barışçıl biçimde belirlenmesi giderek olanaksızlaşıyor...
 
*
Bu çerçevede Almanya'nın, geleneksel "Lebensraum" (Hayat Sahası) ülküsü ve "Drang nach Osten" (Doğu'ya Genişleme) tutkusu kabarmıştır.
"Lebensraum"; Doğu Avrupa'da Almanya sınırları dışında yaşayan Alman azınlıkların Almanya hakimiyetinde birleştirilmesi ve yeni toprakların kolonizasyonu ile beraber Alman popülasyonunun bu topraklara yerleştirilmesi,
Bu topraklarda büyük kömür yataklarına, demir, altın, mika, kurşun, çinko, bakır, grafit, alüminyum ve elmas  kaynaklarına ulaşılması politikasıdır.
Bugün Polonya, Macaristan, Çekya, Slovakya, Slovenya, Bulgaristan, Romanya ve Avusturya kendileri için bir çekim merkezi olan Almanya etrafında bir ticari ve ekonomik blok oluşturmuştur.
Şimdilerde Almanya "Lebensraum" ülküsü doğrultusunda "Drang nach Osten" ( Doğuya Genişleme) tutkusunu da gerçekleştirmeye yönelmiş bulunuyor.
O yüzden II.Dünya Savaşı sonrasında Hazar'da bulunan hidrokarbon kaynaklarını, bugün Almanya enerji ekonomisi için "Doğu'ya Genişleme" politikasının temel unsuru sayıyor.
Almanya Federal Meclisi'nin Ermeni Soykırım Yasasını kabul edilişi ya da Mülteci Anlaşması'nda Türkiye'den "terörün yeniden tanımlanması" talebi,Almanya'nun enerji ekonomisinin omurgasını oluşturuyor..
Almanya; enerji ekonomileri bağlamında Ortadoğu ve Hazar Havzası politikalarını Türkiye üzerinden şekillendiriyor...   
Üstelik Almanya; ülkenin savunması ve ordunun uluslararası görevlerini düzenleyen "Beyaz Kitap"ta, Rusya'yı "ortak" değil "düşman" olarak göstermeye hazırlanıyor...
 
*
Öte tarafta ABD, Avustralya ve  bölgedeki diğer müttefiklerinin desteğiyle Çin'i hedef alıyor. 
Avustralya: ABD donanmasına, nükleer silahlı bombardıman uçaklarına ve savaş gemilerine bir operasyon üssü olarak teslim edilmiştir.
Avustralya ordusu: ABD önderliğinde Afganistan'da ve Ortadoğu'daki savaşlara katılmasının ardından, bütünüyle Amerikan ordusuna uyarlanmış bir durumdadır. 
Bizzat Northern Territory eyaleti küresel dinleme faaliyelerinde, insansız hava aracı suikastlarında, cinayetlerde ve Pentagon'un bir nükleer savaş başlatma becerisinde çok önemli  rol oynuyor.
Federal hükümet ve eyalet yönetimleri büyük ihtiyaç duyulan sosyal hizmetler ve altyapı için para yok derken,gelecek on yıl boyunca askeri harcamalara en az 495 milyar ABD Doları harcamayı planlıyor....
Keza Filipinler,Singapur, Vietnam, Endonezya, Malezya ve Tayvan ABD'nin arkasına dizilmiş ve her türlü çatışmaya sürüklenecek durumdadır. Japonya'da milliyetçi hükümet, tartışmalı topraklar konusunda Çin'le çatışmayı körüklüyor. *
Kısaca, hem Avrupa'da hem Asya'da, nükleer silahlarla sürdürülecek yıkıcı bir savaşın patlaması tehlikesi tırmandırılıyor.
ABD başkanlık ve Avustralya federal seçimleri için kampanyalarda, büyüyen nükleer çatışma tehlikesine yönelik halk bilincini köreltme amacıyla bir sessizlik komplosu sürdürülüyor.
Ne ki, dünya nükleer silahlı güçlerle yalnızca Güney Çin Denizi'nde değil;
Her biri Washington'ın  "Asya'ya dönüş"ü ve bölge genelindeki saldırgan askeri yığınağı eliyle kızıştırılmış olan Kuzey Kore ile Tayvan gibi diğer tehlikeli parlama noktalarında da yüz yüze geliyor...
Nükleer silahlar, taşıyıcı sistemleri ve ilişkili teknolojiler alanında bir silahlanma yarışı sürüyor.
Küresel ölçekte üstünlüğünü sürdürmeye kararlı olan ABD, gelecek otuz yılda daha geniş bir yelpazede nükleer silahlar geliştirmeye 1 trilyon dolar harcamayı planlıyor..
Pentagon'un amacı, nükleer üstünlüğü güvenceye almak ve Çin'in nükleer cephaneliğini ve bir karşı saldırıya girişme kabiliyetini yok etmektir.
Çin ise aynı biçimde ABD'de on milyonlarca insanı öldürecek şekilde misilleme yapma kabiliyetini sürdürmeyi öngörüyor.
 
*
Ahh,Türkiye! Hiçbir rasyonel fikrin birikimi ve sonucu olmayan, kendini çağdaş dünyadan soyutlayan, yakın-uzak çevrede ve içte birbirine düşman fikirler, ideolojiler, kavramların arasında kalmasına neden olan,
Lâik bir ülkede salyangoz satmaya yeltenen, "İslam Ümmeti-Osmanlıcı" hastalığına tutkun Recep Tayyip Erdoğan ve şürekâsı tarafından ele geçirilmiştir!
Erdoğan;kendi ülkesinde dış politikayı, ekonomiyi,eğitimi vb.herşeyi TOKİ binaları,duble yollar,köprülerle çökertmiş, ahlaksız ticari ilişkilerde bulunmuş, toplumsal yapıyı parçalamış, ülkeyi boyu kadar teröre batırmış, dünyada yalnızlaştırmış ve günde 3 öğün sap yemekle,
Rusya'da ise Suriye'de ve Irak'ta ki savaşı aile boyu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle itham ediliyor.
 
*
Ne ki, bu ithamlardan sakınmak üzere dünya düzenine etki koymaktan geri kalmıyor!
Erdoğan, "Ey Almanya, sen ne yapmak istiyorsun, senin derdin ne? Bunda da bir üst akıl var" diyor.
4. Nesil Savaş konsepti ile sürdürülen III.Dünya Savaşı'nın yetmediği noktada, bir nükleer savaş olasılığına ilişkin tehditlerini açık ya da gizli biçimlerde sunuyor! *
Türkiye'nin AB ile 135-140 milyar euroluk ithalat ve ihracaat hacmını, AB ile yüzde 65 olan doğrudan yatırım kapasitesini fütursuzca gözardı ederken,
"Bizim orada 3 milyonu aşkın insanımız var. Bunların Alman ekonomisinde çok ciddi potansiyeli var"diyor.
Ya da "Türkiye'de yaşayan en az 100 bin Ermeniyi memleketlerine postalarız" diye havalanıyor.
Bunlarla aslında söyleyemediği ama liderlik ettiği Uluslararası İslamcı Terör örgütlerini dünyaya salarak bela çıkarma gücünü harekete geçirmeyi ima ediyor.
Eh! Düştüğü beladan kurtarmak adına, nükleer bir III.Dünya Savaşı çıkarmak için Türkiye'yi  feda edeceğine hiç şüphe bulunmuyor... 
 
6.6.2016 - ahmet kilicaslan aytar

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir