Ramazan, Sadaka Ekonomisi Ve Din Sömürüsü…

IMG_1819

Rüşvet, kayırmacılık, soygunculuk, yolsuzluk diz boyu… Almış başını gidiyor.

Suçları kanıtlanmış nice dolandırıcılar, üçkâğıtçılar, büyük bir pişkinlik ve utanmazlık içinde, ellerini kollarını sallayarak, Türkiye’nin her yanında boy gösterirken; AKP’ye muhalif kişiler, kuruluşlar ve basın baskı altında. Sürekli izleniyor, tedirgin ediliyor, cezalandırılmaya çalışılıyor.

Ama din sömürüsü yapanlar, ABD emperyalizminin uşakları ödüllendiriliyorlar.

Ümmetçiler, liboşlar, mandacılar, bölücüler baş tacı.

Saf, temiz vatandaşların dini duygularından yararlanarak bağış toplamak, sonra da bunları iç etmek ilgililerce önemsenmiyor, gündeme bile alınmıyor artık…

Geçmişte de Siyasal İslamcılar, örneğin 1970’lerde, “Selamet köy, Gimtaş ve Burak Gıda” için toplanan paraları da iç etmişti. Ayrıca Bosna-Hersek için alınan bağışlar da buharlaşıp uçmuştu.

 Bu bağış toplama kampanyaları dinciler tarafından bir gelenek, görenek ve alışkanlık haline getirilerek bu günlere ulaştı.

Ahmet Taner Kışlalı bir yazısında “Tanrıyı kim kullanır?” diye sorar, sonra da şöyle yanıtlar:

“Giordano Bruno ne güzel söylemiş: ‘Kötüler Tanrı’yı, Tanrı ise iyileri kullanır!..”

Tanrı peygamberleri kullanmış. Bilge kişileri kullanmış. Atatürk ve benzeri devrimcileri kullanmış.

Ya Tanrı’yı kimler kullanmış?

Elbette din sömürüsünden çıkarları olanlar…

İnanç hortumculuğu yapanlar…

Din, iman adına Müslüman Müslüman’ı kandırıyor. Dolandırıyor. İnanç hortumculuğu yapıyor. Servet, mal-mülk sahibi oluyor, siyasal çıkarlar elde ediyor.

Bu açıdan on iki ayın sultanı Ramazan, dinciler için en verimli, en bereketli bir aydır.

 Bu ayın gelmesiyle birlikte, “fırsat bu fırsat” denilerek kollar sıvanır, hazırlıklar yapılır, sadaka paketleri depolara yerleştirilir. Ramazan çadırları kurulur. Televizyonlara, basına haber verilir. Yoksulaştırdıkları, aç bıraktıkları insanları kameraların önünde doyurmaya çalışırlar. Bu geçici çözümlerle bir yandan “hayır duaları” alırlarken, bir yandan da “oy avcılığı” yaparlar. Böylece bir taşla iki kuş vururlar.

Onun için, siyasal İslamcılar arasında şu sıralar en geçerli meslek “din ticareti”dir. Altın çağını yaşamaktadır.

Oysa Türkiye’de gerçek ticaret, yani çarşılarda pazarlarda yapılan alışveriş bitmiş, tükenmiş bir durumda. Esnaf kan ağlıyor. Kepenkler iniyor, işyerleri bir biri ardı sıra kapanıyor.

Köylü isyanlarda…

Gençlerimiz iş bulma kuyruklarında… Çile dolduruyorlar.

İşsizlik, çaresizlik karabasan gibi çökmüş sevgili yurdumuzun üstüne. Üretim, istihdam, büyüme, enerji, su sorunları çözüm bekliyor. Dünyayı kasıp kavuran kriz kapımıza gelip dayanmış. Önlem alınması gerekiyor. Ama kimler alacak? Nasıl alacak?

Çünkü biz her işimizi “sadaka ekonomisi” ile çözmeye alışmışız. Varsa sadaka, yoksa sadaka!

İki kilo pirinç, beş kilo makarna, üç kilo nohut dağıtarak “memleketi kurtaracağımızı” sanıyoruz.

Aslında bütün bu çabaların amacı “siyasal sadakati sadaka ile sağlamak”tan başka bir şey değildir.

Bugün içinde yaşadığımız sosyal sıkıntılar, halkımıza uygun görülen “dilencilik yaşantısı”  hep bu sadaka ekonomisinin sonuçlarıdır.

Sadaka ekonomisi demek, semt pazarlarından yiyecek artıkları toplayan milyonlar demektir. Sadaka ekonomisi demek açlık sınırı altında yaşayan milyonlar demektir…

Ama bıçak kemiğe gelip dayanmış durumda…

Aydınlar, demokratlar, devrimciler bu çarpık düzene ilgisiz kalamazlar artık. Bu inanç hortumculuğunu görmezlikten gelemezler. “Dinci faşizmin ayak sesleri”ne kulaklarını tıkayamazlar. Çünkü bu kavga cumhuriyetle Ortaçağın, şeriatla demokrasinin, küreselleşme ile ulusalcılığın, kısaca aydınlıkla karanlığın kavgasıdır.

Halkımızın boynuna dolanan ABD, AB emperyalizmi ve din sömürüsü zincirleri kırılmadan kimse esenlik, mutluluk, özgürlük yüzü göremeyecektir…

([email protected])

Mustafa Kemal Atatürk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir