KENDİ DÜŞEN AĞLAMAZ

Alman Federal Meclisi, Ermenilerin 1915 olaylarıyla ilgili iddialarını “soykırım” olarak tanımlayan karar tasarısını kabul etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, tasarının onaylamasına Afrika/Kenya’dan sert tepki gösterdi.
“Alman parlamentosunun aldığı karar, Almanya-Türkiye ilişkilerini ciddi manada etkileyecektir”dedi!
 
*
Milliyet: Utanç Verici Karar,
Y.Şafak:Türkiye Bunu Unutmaz,
Sabah:  Silah Arkadaşımız Arkadan Vurdu,
Akşam:  DUMMKOPH
Hürriyet:Yazıklar Olsun,
Sözcü:   Hitler’in Torunları Türkiye’yi Soykırım Yapmakla Suçladı, başlıklarıyla çıktı… 
 
*
Ne ki, kimse “iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırmadı.”
Halbuki bu noktada tablo şöyleydi:
ABD’nin Hazar Havzası ve Orta Doğu kaynaklarından talebi doğrultusunda, güvenlik alanında ortağı ve dengeleyici güç olma stratejik işbirliğinde olması gereken Rusya ile arasında sorunlar oluşmuştur.
Rusya: yakın çevresini kendi çıkar alanı olarak,
ABD: Kafkasya ve Ortadoğu’yu sorumluluk alanı olarak gören bir politika izliyor.
Almanya ise müttefiki  ABD ile ilişikli, hem Batı’daki statüsünü güçlendirme yönünde bir gidişat sergiliyor, hem de Orta Doğu ve Güney Kafkasya’yı da çıkar alanları olarak görüyor…
 
*
ABD ve Almanya, sanki bölüşmüşler gibi ayrı ayrı bölgelerdeki çıkarlarını korumak için siyasi etki araçlarından yararlanıyor.
Bu araçlar dış yardım, demokrasi ve insan hakları talepleri şeklinde kendini gösteriyor.
Çıkarı olan güçlerin dış yardımlarının da, demokratikleşme taleplerinin de sonuçta kendi hırslarına hizmet etmekten başka bir işe yaramadığı; eh artık,… biliniyor!
 
*
Almanya için bu görevi siyasi vakıfları yapıyor. 
Hepsi siyasi partilere doğrudan bağlı olan,
Konrad Adenauer Vakfı Hıristiyan-Demokrat Birliği’ne: 
Friedrich Ebert Vakfı Sosyal-Demokrat Parti’ye: 
Henrich Böll Vakfı Yeşiller Partisi’ne:
Friedrich Naumann Vakfı Özgür Demokrat Parti’ ye: 
Hans Zaidel Vakfı Hıristiyan-Sosyalist Birliği’ne: 
Rosa Luksemburg Vakfı Sol Parti’ye yakınlığı ile tanınıyor.
 
*
Üstelik Almanya’nın politikasının arkasında geleneksel “Lebensraum” (hayat sahası) ülküsü ve “Drang nach Osten” (Doğu’ya genişleme) tutkusu yatıyor.
“Lebensraum” ülküsü: Almanların Cermen, Ruslar ise Slav olarak tarih boyunca birbirleriyle savaşmış olmalarından besleniyor ve  sanki Alman DNA’sını belirliyor.
Cermenlere göre Slavlar yaşadıkları toprakları hak etmemektedir.
O yüzden bu topraklar alınmalı ve Büyük Alman İmparatorluğuna yurt yapılmalıdır, diye inanılıyor.
Halihazırda ise “Lebensraum”; Doğu Avrupa’da Almanya sınırları dışında yaşayan Alman azınlıkların Almanya hakimiyetinde birleştirilmesi ve yeni toprakların kolonizasyonu ile beraber Alman popülasyonunun bu topraklara yerleştirilmesi politikasıdır.
Doğu Avrupa bölgesinde büyük kömür yatakları, demir, altın, mika, kurşun, çinko, bakır, grafit, alüminyum ve elmas bulunuyor!
 
*
Bugün Almanya, siyasi etki araçları vasıtasıyla Habsburg’ların, Bismark’ın ve Hitler’in asırlar boyunca peşinde koşup askeri kuvvetle başaramadıkları,
Merkezi ve Doğu Avrupa’yı Cermen hayat sahası yapma ülküsünü, ekonomik ve ticari işbirliğiyle gerçekleştirme yolunda büyük mesafe almış bulunuyor.
Nitekim Polonya, Macaristan, Çekya, Slovakya, Slovenya, Bulgaristan, Romanya ve Avusturya kendileri için bir çekim merkezi olan Almanya’nın etrafında bir ticari ve ekonomik blok oluşturmuştur.
 
*
Almanya “Lebensraum” ülküsünü gerçekleştirdiğinde “Drang nach Osten”( Doğuya Genişleme) tutkusunu da gerçekleştirecektir.
Aynı zamanda, II. Dünya Savaşı sonunda Polonya’ya bırakmak zorunda kaldığı, fakat unutamadığı Oder Neisse hattının doğusundaki toprakları da ekonomik açıdan entegre etmiş olacaktır.
Üstelik, II.Dünya Savaşı sonrasında Hazar’da bulunan hidrokarbon kaynakları, bugün Almanya’nın enerji ekonomisi için “Doğu’ya Genişleme” politikasının temel unsuru olmuştur.
Nitekim Almanya, Kırım’ı ilhakı ve Doğu Ukrayna’daki uygulamaları nedeniyle Avrupa Barışı’nı ihlal etmekle suçladığı Rusya’nın Avrupalılaşmasına ilişkin tükenen umutlarını,
1967’de yürürlüğe konan Sovyetler Birliği ile doğrudan ilişki kurulması, Varşova Paktı ülkeleri ile ilişkilerin normalleştirilmesine dayanan Ostpolitik’i terketmek,
Yerine jeopolitik çıkarlarının ve ahlaki prensiplerin yönlendirdiği yeni bir siyasete yönelmeyle karşılıyor.
 
*
Ve Almanya, yukarıda anılan siyasi etki araçları vasıtasıyla “Enerji Ekonomisi”ni belirlemek üzere;
1- Hazar Havzası bölgesinde etnik ve toprak sorunlarıyla örtüşen, bu yüzden boru enerji hatlarının yönüyle ilişkin sorunlar oluşan; 
Batı-Doğu (Bakü, Tiflis, Ankara-Washington) ve Kuzey-Güney (Moskova, Yerevan, Tahran) bloklaşmalarında etkin olmanın mücadelesini veriyor.
Ermenistan ile ilgisi bu noktadan başlıyor.
2- ABD, Suriye’nin yeniden inşasında Kürtlere dayanan bir politika yürütürken,
Almanya enerji ekonomisi politikasını Güneydoğu Anadolu’da Kürt Hareketi ve Kuzey Irak Kürt Bölgesi Yönetimi üzerinde şekillendiriyor.
 
*
Ermenistan DNA’sını ise Ermenilerin dünyanın en eski ulusu oldukları, Doğu Anadolu ve Kafkasya’nın Hz.Nuh tarafından kendilerine vaadedildiği miti belirliyor.
Bugün Ermeniler “Büyük Ermenistan” ideolojisinin gerçekleşmesi için,
1- İşte 1915 olayları ve tehcir kararından hareketle Türkiye’ye yönelik soykırım,
2- Dağlık Karabağ Savaşı’nda işgal edilen Azerbaycan topraklarında hak iddiasında bulunuyor…
 
*
Almanya’nın Fransa, İngiltere ve Rusya parlamentolarından da geçen Ermenilerin 1915 olaylarıyla ilgili iddialarını “soykırım” olarak tanımlayan kararlar, 
Şimdi Türkiye’yi çok zor durumda bırakıyor.
Soykırımı kabul eden ülkelerin I.Dünya Savaşı’nda Türkiye’ye düşman olması fakat Almanya ve Türkiye’nin müttefik olması noktasında;
Almanya Federal Meclisi’nin “bu bir soykırımdı ve bizim de bu soykırımda rolümüz vardı” demesi,
Türkiye’nin daha da yalnız kalacağı anlamına geliyor…
 
*
Nitekim Türkiye’nin Orta Doğu politikası çökmüştür.
ABD Suriye sınırında Kürt koridoru oluşturuyor.
PKK koca Türkiye Devleti’ne kök söktürüyor.
Türkiye AB üyeliği politikalarında giderek yalnızlaşıyor: Vize serbestiyeti Türkiye’nin terör sorununa yeni bir tanımlama yapması ile bir AB üyesi olan Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınmasını gerektiriyor.
Buysa Türkiye’nin Kıbrıs’taki haklarından vazgeçmesi ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması anlamında Rum ülküsü ENOSİS’in gerçekleşmesidir.
İşte, Batılı birçok ülke  giderek Ermenilerin 1915 olaylarıyla ilgili iddialarını “soykırım” olarak tanımlıyor.
 
*
Türkiye’nin bu hazin noktaya gelmesinde;
Nihaî olarak, yakın-uzak çevrede ve içte birbirine düşman fikirler, ideolojiler, kavramlar arasında devletin mevcudiyetinde Atatürkçülüğü;
Türk Milleti için bir kurtuluş, bir hayat koşulu saymak gerçeğini dışlayan,
Atatürkçülüğe  türlü provakasyonla zarar vermeye çalışan,
Bütün benliğini Atatürkçülüğe düşman fikirlerle zehirlemiş, DNA’sı Türklüğe uzak,
“Ümmetçi-Osmanlıcı- neoLiberalizm işbirlikçisi” Recep Tayyip Erdoğan’ı ve şürekâsını görmek gerekiyor.
 
*
Çünkü, Büyük Atatürk’ün: “Milletleri millet yapan, terakki ve tefeyyüz ettiren kuvvetler vardır:
Fikir kuvvetleri ve içtimaî kuvvetler…” ifadesiyle gösterdiği,
Türk Milleti için fikrî ve içtimai bir kuvvet olan ve inanç haline gelmiş,
Millletler toplumu içinde Türk Milletine, Türkiye Devleti’ne, Türkiye’nin istikbaline, benliklere, millî değerlere düşman olan bütün anasırla mücadele etmeyi öğreten,
Gerekli gücün kaynağını gösteren ve güç veren Atatürkçülük  ideolojisi;
Erdoğan’ın kirli eli ve çürük beyninin değdiği; Anayasa’da, TBMM’de, Dış İşleri Bakanlığında, siyasi partilerde, cumhuriyet devleti kuruluşlarında, üniversitelerde, silahlı kuvvetlerde,sermaye kurumlarında, sivil toplumda, yeni jenerasyonların yetiştirilmesinde ve yukarıdaki medya kuruluşlarında;
Mazruf olma yerine zarf haline gelmiştir.
 
*
Eh! Kendi düşen ağlamaz.
4.6.2016
Mustafa Kemal Atatürk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir