Degerli dostlar, PULAT TACAR , TF DANISMA KURULU
Gündoğan, 03.06.2016
Alman Parlamentosunun 2 Haziran 2016 tarihinde kabul ettiği, Ermeni soykırımı suçlamasını üstenen ve bu iddianın okullarda okutulan tarih kitaplarında yer almasını tavsiye eden kararı karşısında, Almanya’daki Türk sivil toplum örgütlerinin ve velilerin yürütecekleri hukuksal mücadelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ilke ve hükümleri çerçevesinde Bundestag kararının -kanımca-en ağır maddesinin uygulanmasını durdurma sonucu getireceğine inanıyorum.
AİHS’nin eğitim hakkında ilişkin 1 sayılı protokolunun 2.maddesinin 2.cümlesi, Taraf Devletlerin, ebeveynlerin inançlarına saygı göstermek zorunda olduklarını belirtir. İnanç sadece dinsel inançla sınırlı değildir.Bu madde Devlete pozitif yükümlülük getirir. Ancak –yanılmayalım– bu yükümlülük ders programlarını değiştirilmesini istemek hakkını doğurmaz. Ancak, en azından, karşı görüşün de gerekçeli olarak müfredatta yer alması ,haklı olarak talep edilebilir. Zira, Devlet öğrenciye verilecek bilginin çoğulcu ve objektif nitelikte olmasını sağlamakla yükümlüdür. Devlet değişik tezler karşısında tarafsız kalmalıdır ve öğrenciye eleştirel bir zihniyet aşılamalıdır. Öğrencinin dogma veya dikta altında ezilmesi, sesinin kısılması istenemez.
Ayrıca , Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 23. maddesinde de benzer bir hüküm vardır.
Almanya’daki öğrenci velileri AİHM ‘nin bu alanda verdiği kararlara referans yaparak, Bundestag tarafından verilen karar -yani 1915 olaylarının soykırımı niteliği taşıdığı – hakkında değişik ve karşıt görüşler olduğunu, AİHM’nin Ğerinçe- İsviçre kararında bunu belirttiğini,- gerekçelerini de sıralayarak-, Devletin bu konuda tarafsız kalması gerektiğini, devletin farklı düşünenlerin inançlarına saygı göstermesi icab ettiğini belirtmeli iç yargı yollarını tükettikten sonra AİHM ‘e biraysel başvuru haklarını kullanmalıdırlar. Aynı gerekçeler ile Alman Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı da vardır.
(Danıştığım Sn. BE. Rıza Türmen ‘in bu yöndeki görüşlerini benimle paylaşmıştı; teşekkürlerimi yinelemek isterim)
Ders kitaplarındaki ifadeler öğrenciler arasında bölünmelere sebep vermemeli, nefret söylemi (hate speech) oluşturmamalı, nefret duygusunu körüklememelidir. Bu gerekçe özedllikle vurgulanmalıdır.
AİHM Perinçek- İsviçre kararında, 1915 olaylarının soykırımı olmadığını ileri sürmenin -ırkçı bir söylem içermemesi koşulu ile- cezalandırılamayacağını açıklamıştı. Fransa Anayasa Konseyi de soykırımı suçlamasının bir mahkeme kararına bağlı bulunmasının altını çizmiştir. (Bu konuda Sn. BE Şükrü Elekdağ’ın Paris’teki Türk sivil toplum örgütleri vasıtası başlattığı ve Fransa Anayasa Konseyin de devam eden etkili ve çok başarılı bir çalışma var.) Uluslararası Adalet Divanı, Hırvatistan-Sırbistan kararında, soykırımı sözleşmesinde sayılan suç eylemlerinin soykırımı olarak nitelenebilmesi için -Soykırımı Sözleşmesinde kayıtlı- özel kasıt öğesini içermesi gerektiğini kesin olarak karara bağlamıştır. Bu konuda kararı vermeğe, siyasal bir organ olan Parlamento değil, mahkeme yetkilidir.
Almanya dışında Fransa’da Profesör Nora’nın başlattığı “Tarihe Özgürlük Girişiminin” çalışmaları var. Bu girişimin yayımladığı bildirgeler ve raporlar, Fransa Parlamentosundaki Accoyer raporunu da doğrudan etkiledi. Bütün bu çalışmalarda öne sürülen gerekçeler, savunduğumuz görüşleri destekleyici niteliktedir ve Almanya’da da kullanılabilir. Bu gerekçeler -özel uzmanlık gerektirenğ- hukuk usulüne uygun biçimde sunulduğu takdirde, Almanya’daki öğrenci velileri ve sivil toplum örgütleri açacakları davaları kazanacaklardır; hiç kuşkum yok.
Halen Almanya’daki Eyaletlerden biri tarih kitaplarında Ermeni soykırımı iddiasına yer vermekteymiş. O Eyaletten başlamak üzere hukuk sürecinin gecikmeden harekete geçirilmesinde yarar olacaktır.Diğer Eyaletler, müfredat değişikliği konusunda adım atmadan, konunun hukuksal yanlarını araştırmak ve ihtiyatı elden bırakmamak zorunda kalacaklardır. Müfredata henüz Ermeni soykırımı iddiasını geçirmemiş bulunan Eyaletlerde, Eyalet Eğitim Bakanlıklarına şimdiden başvurulması ve yukarıda sunduğum gerekçelerin hatırlatılması mümkün ve kanımnca çok yararlı olur. Bu ileride açılacak davalarda da kullanılabilecek bir argüman oluşturur.
Bu süreç, nitelikli uzman, hukukçu ve avukat hizmetini ve eksiksiz bir koordinasyonu gerektirir. Bu gayretlerin ve yapılacak işlerin kamu tarafından finansmanı icab eder. (Devletimiz İsviçre-Perinçek davasında davaya müdahil olmuş ve Türkiya’nin görüşlerini bir Alman hukukçu son decerede başarılı bir biçinde savunmuştu). Şimdi, konuyla ilgili AİHM kararlarının taranması, benzer davaların incelenmesi, eğitim konusu Eyaletlerin sorumluluğunda bulunduğundan, Alman hukukunun ve Alman Anayasa Mahkemesi içtihatlarının gözden geçirilmesi elzemdir. Bu da ancak, kamunun güçlü siyasal ve parasal desteği ile sağlanabilir.
Bu alanda bazı hazırlıklar ve/veya girişimler olmuştur Şimdi, Almanya’da etkili bir iş bölümü yapılarak,kamu ve sivil toplum örgütleri arasında koordinasyon sağlanarak, -daha fazla beklenmeden- yola koyulma zamanı gelmiştir. Türk toplumu bunu bekliyor.
Bu konudaki işlemleri kim başlatacak? Devlet adamları ve yetkililer Bundestag’ın aldığı karar hakkında gereken adımların atılacağını belirttiler. Büyükelçimizi istişare için geri çekme adımının kamu oyunun tepkisini azaltmağa yönelik olduğu ve bir süre sonra başlangıç noktasina dönüleceği beklentisi 02.06.2016 gecesi ZDF televizyonunda bile bazı Alman konuşmacılar tarafından –biraz da istihza ile- dile getirildi. Türkiye’de-Parlamento içinde veya dışında olan siyasal partiler de -biri dışında- bu alanda inisyatif alınmasını destekliyorlar. Perinçek-İsviçre davasında kesin bir hukuk zaferine imza atan Dr. Doğu Perinçek, bir iletisinde müfredat konusundaki hukuksal girişimleri Almanya’daki sivil toplum örgütleri eli ile başlatmayı düşündüklerini bildirmişti. Almanya’da bulunan başka sivil toplum örgütlerinin de harekete hazır olduğunu duyuyoruz. Bu durumda, koordinasyonun büyük önemine değinmek isterim. Farklı yönlerde, değişik gerekçelerle , oldukça girift hukuksal prosedürler başlatılmadan önce, çabalar arasında eşgüdüm sağlanmalı ve kaynaklar dikkatle kullanılmalıdır. Bu nedenle kamu ve sivil toplum örgütleri arasında gecikmeden bir koordinasyon mekanizması kurulması düşünülmelidir.
Saygılarla. Dostlukla.
Pulat Tacar
Bir yanıt yazın