KEMER SIKMA

Fransa’da Sosyalist Parti hükümetinin Çalışma Bakanı Myriam El Khomri’nin hazırladığı,
 “El Khomri” yasası olarak adlandırılan yeni çalışma yasasına karşı süren muhalefet hareketi yeni bir boyut kazanıyor…
Çalışanlar Komünist Parti’ye yakın bir sendika olan Genel İşçi Konfederasyonu öncülüğünde, Sosyalist Parti hükümetinin gerici iş yasasına karşı mücadelede veriyor.
Petrol rafinerisi ablukaları ve işgaller, liman grevleri ve daha fazla grev çağrıları çevik kuvvetin saldırılarına meydan okuyarak Fransa geneline yayılıyor.
Giderek kıta genelinde halk kitleleriyle buluşuluyor ve  Avrupa Birliği’nin kemer sıkma politikaları reddediliyor.
Olaylar hızla Avrupa’daki derin siyasi krizi açığa çıkarıyor.
 
*
Çalışma Yasası Reformu, grevdeki sendikalar tarafından şirketlerin elini güçlendiren ve ücretlerin düşmesine yol açan bir düzenleme olarak görülüyor.
Hükümet ise 4 bin sayfayı bulan çalışma yasasını sadeleştirip işgücü piyasasını esnekleştirmeye çalıştığını savunuyor…
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ise reformdan ödün verilmeyeceğini söylüyor.
 
*
Aslında herşey Uluslararası Para Fonu, Avrupa Merkez Bankası ve diğer mali kuruluşların,
2008 küresel mali krizden,2012 Euro krizinden ve çift dipli durgunluğun ikinci evresinden beri,
Avrupa ülkelerinden örtülü bir şekilde yapısal reformlar talep etmesiyle sürüyor.
 
*
2000 Mart’ında Avrupa Birliğine üye 15 ülkenin bakan ve başbakanları, Portekiz/Lizbon’da Avrupalı halkların kaderini belirleyen stratejik bir karar aldılar.
Avrupa Birliği’nin 2010’a kadar dünyanın en güçlü ve dinamik ekonomik bölgesi olması için “Avrupa’nın Sosyal ve Ekonomik Yenilenmesi” adlı bir reform paketi üzerinde odaklandılar.
Paket, Soğuk Savaş döneminden sonra tek kutuplu bir dünyada ne kadar sosyal hak varsa, hepsinin bir bir ortadan kaldırılmasıyla ilgiliydi.
Tarihe “Ajanda 2010” olarak geçti…
“Ajanda 2010” hedeflerine nasıl varılacağı 2002’de İspanya/Sevilla’da belirlendi.
Çalışanların çalışma saat ve ücretlerinde, işten atılma konusunda, işsizlik sigortasında, emeklilik konusunda, eğitim ve sağlıkta, kazanç ve gelir vergisinde;
Çalışanlar aleyhinde ve işveren lehinde kısıtlamalar öngörüldü. 
Ve Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda ve daha bir çok ülkede sosyal kıyım önerileri “Reform” adıyla servise konuldu.
 
*
İlkin 2003’te Almanya’da Başbakan Schröder, işsizler ve sosyal yardım alanlar tarafından “yoksulluk Yasası” adı verilen,
Reform Komisyonu Başkanı Peter Hartz’ın adıyla anılan,kapsamlı bir biçimde sosyal kısıtlamaları gerçekleştiren Hartz Yasalarinı yürürlüğe koydu.
Doğrusu, Almanya gibi bir ülkede sosyal güvence sisteminin alt üst edilmesinde kitlesel protestonun en alt düzeyde tutulmasını başarmak ancak Schröder’in sosyal demokrat partisinin başarabileceği bir olaydı!
Çünkü yapısal reformlar iddia edildiğinin tersine ne işsizliği ortadan kaldırmak ne de bütçe açıklarından dolayı yapılıyordu.
Bu yasaların zengini daha zengin, fakiri daha fakir ettiği çok açıktı.
Asıl hedef kapitalizmin işine gelmeyen toplumsal kesimleri açlıkla baş başa bırakmak,
Böylece sosyal devlet denen olguyu geçmişte bırakarak, üretimin devamı için ihtiyaç duyulan iş gücünün aç kalmamak için çok ucuza çalışmaya boyun eğmesini sağlamaktı…
Böylece halklar soyulup, bir bütün olarak kapitalizminin kârlılığı yükselirken, askeri gücü arttırılan Avrupa dünyanın sömürülmesinden daha çok pay alacaktı…
 
*
Nitekim, 1999’da NATO’nun Yugoslavya’ya karşı saldırısına katılmakla birlikte başka ülkelere de askeri müdahaleler yapma hazırlığında olan Almanya’nın,
Hartz yasaları ardından 6 yılda askeri giderleri 10 kat artarak 1.8 milyar euro’ya çıktı.
2020 yılına kadar silahlanma için 7.5 milyar euro harcama  öngörülüyor.
80 milyonluk Almanya’da, nufusun 1 milyondan azı toplam servetin yüzde 70’ini elinde bulunduruyor…
 
*
Bu yılıın Nisan’ında İngiltere’de Bütçe Sorumluluğu Ofisî’nin yayınladığı raporda,
Cameron hükümetinin kemer sıkma gündeminin arkasındaki ekonomik itici güçler ve bu programa Jeremy Corbyn önderliğindeki İşçi Partisi’nin desteği açığa çıkmıştı!
Rapor, 2008 küresel mali krizin patlamasından sekiz yıl sonra, 
“Ekonominin ve kamu maliyesinin görünümünün bariz şekilde zayıf olması, zayıf üretkenlik artışının devam etmesi ve gelecek beklentileri için karamsarlığın oluşması” gerekçesine dayandırılmıştı.
Bu, ekonominin durgunlaşmaya devam etmesi ile birlikte İngilizlerin sağlık, emeklilik maaşları ve sosyal hizmetlere yönelik kamu harcamalarının, kaynak mevcut olmadığı gerekçesiyle daha fazla kesileceği anlamına geliyordu…
 
*
Bütçe Sorumluluğu Ofisi’nin İngiltere’ye ilişkin değerlendirmesinde özetlediği eğilimler,Avrupa’da ki ülkeler gibi Japonya’yı ve Avustralya’yı da etkiliyor.
Bunlar, bir zamanlar olduğu gibi yatırım ve altyapı harcamaları ekonomisine toptan destek sağlanamayan Çin’de de mevcuttur…
Çünkü bugün krizin atlatılmasını sağlayacak sayıda iş olanakları ortaya çıkarılamıyor.
Ne işçi alımının yalnızca kâr kaygısında olan kapitalistlere bırakılması ne de otoriter hükümetler; işsizlik, düşük ücret ve daha  fazla çalıştırma, borç esareti, haciz ve tahliyeler, aşırı yoksulluk artmasını engelleyemiyor ve sorun “kapitalizmin nihaî krizi” olarak adlandırılıyor…
 
*
Bu manzaranın önünde 3 yıl önce Türkiye’de; 
Başbakan Erdoğan’ın kapitalist projesi Taksim Gezi Parkı yerine AVM yapılması reddediliyordu.
10 yıllık AKP iktidarının kendisine muhalif herkesi hapse tıkmak baskısına rağmen apolitik yetişmiş, örgütsüz, toplumun zengin-yoksul, inanan-inanmayan, şehirli-kırsal, emekçi-işveren, kısaca her kesimden insanlar  lidersiz ve belli bir ideolojinin olmadığı protestolarla,
Başbakan Erdoğan’ın ileri demokrasi balonunu patlatmış, eğreti fiyakasını bozmuş, siyasal dengeyi yerinden oynatmıştı.
Hükümete, valiye, polise, kalabalıklar içine sokuşturulan palalı, silahlı provakatörlere karşı korku eşiği aşılmıştı.
Herkes politikleşmiş, eylem  ve muhalefet biçimi zenginleşmiş, halk her alanda dostunu düşmanını farketmiş, tüketimden gelen güç keşfedilmiş ve halkın gücü olarak dünyaya duyurulmuştu. 
Çok güçlü bir talep dalgasıyla Erdoğan ve hükümetinin istifası istendi.
AKP’nin neden olduğu partizanlık, usulsüzlükler ve haksız kazançların, doğa katliamının ve ne yaptılarsa hepsinin hesabının sorulması istendi.
Direnişlere katılan kesimin büyük çoğunluğu çalışan ailelerden gelen, ancak iş bulabildikleri taktirde yaşamlarını sürdürecek insanlardı.
Henüz ideolojik bir tavır göstermiyor olsalar da dillendirdikleri eylem sebeplerinin çoğu sol söylemliydi.
Kapitalizmin hakça bölüşümü sağlayaması, daha fazla düşünce ve eleştiri ortamının yaratılması, herkese insanca yaşama hakkının tanınması gündemi oluşturuyordu. Ama siyasal görüntüde hiç bir sol parti yaraya merhem olmamıştı.
 
*
Bugün Paris’in, Brüksel’in yandığı, başka Avrupa kentlerinde de çok ciddi protestolar, olaylar,eylemler yaşandığı bir sırada;Recep Tayyip Erdoğan,
“3 yıl önce İstanbul’u mesken tutup,bu olaylara adeta kör,sağır ve dilsiz kalmıştınız.Paris’te yaşanan olaylardan dolayı, şu anda bende endişeliyim,kaygılıyım.
Protesto hakkını kullanan insanlara Fransız polisinin uyguladığı şiddeti kınıyorum. Batılı politikacıları Paris’teki hadiseler konusunda daha duyarlı olmaya davet ediyorum.
İnşallah hadiseler bölücü terör örgütünün güney şehirlerimizde başlattığı eylemlerin benzerlerine kadar uzanmaz.
Paris’ten, Brüksel’den endişeliyim”diyor.
 
*
Erdoğan tam anlamıyla “Firavun,Karun ve Haman” üçlüsünün birlikte oluşturduğu bir profili dillendiriyor.
Bu profiliyle kapitalizmin işbirlikçisi kesilmiş Avrupalı liderlere, aslında olan çirkinlikle ironi yapıyor.
 
*
Ne ki insanlar; giderek işsiz kalmanın, yardıma muhtaç olmanın kapitalist sosyal politikaların bir sonucu olduğunu anlıyor.
Buna neden olan;
Zengin bir azınlık ve onların çıkarları için satılmış siyasi partiler, bilhassa sözde sol partiler ve politikacıları,
Kârlarını arttırmak için insanlardan daha çok çalıp, daha az ücret verenleri,
Vergi kaçıran, toplanan vergiyi iç eden ama  vergilerin bir bölümünü polise, orduya, silahlanmaya ve savaşa harcayanları,
Suriye, Irak, Yemen  Libya gibi ülkeleri yağmalayıp ceplerini dolduranları  asalak olarak görüyor.
 
*
Giderek  daha çok genişliyor ve yayılıyorlar.
Bu soygun, talan ve yalana dayalı düzene kahrediyorlar…
 
2.6.2016
Fransa'da Sosyalist Parti hükümetinin Çalışma Bakanı Myriam El Khomri'nin hazırladığı,
 "El Khomri" yasası olarak adlandırılan yeni çalışma yasasına karşı süren muhalefet hareketi yeni bir boyut kazanıyor...
Çalışanlar Komünist Parti'ye yakın bir sendika olan Genel İşçi Konfederasyonu öncülüğünde, Sosyalist Parti hükümetinin gerici iş yasasına karşı mücadelede veriyor.
Petrol rafinerisi ablukaları ve işgaller, liman grevleri ve daha fazla grev çağrıları çevik kuvvetin saldırılarına meydan okuyarak Fransa geneline yayılıyor.
Giderek kıta genelinde halk kitleleriyle buluşuluyor ve  Avrupa Birliği'nin kemer sıkma politikaları reddediliyor.
Olaylar hızla Avrupa'daki derin siyasi krizi açığa çıkarıyor.
 
*
Çalışma Yasası Reformu, grevdeki sendikalar tarafından şirketlerin elini güçlendiren ve ücretlerin düşmesine yol açan bir düzenleme olarak görülüyor.
Hükümet ise 4 bin sayfayı bulan çalışma yasasını sadeleştirip işgücü piyasasını esnekleştirmeye çalıştığını savunuyor...
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ise reformdan ödün verilmeyeceğini söylüyor.
 
*
Aslında herşey Uluslararası Para Fonu, Avrupa Merkez Bankası ve diğer mali kuruluşların,
2008 küresel mali krizden,2012 Euro krizinden ve çift dipli durgunluğun ikinci evresinden beri,
Avrupa ülkelerinden örtülü bir şekilde yapısal reformlar talep etmesiyle sürüyor.
 
*
2000 Mart'ında Avrupa Birliğine üye 15 ülkenin bakan ve başbakanları, Portekiz/Lizbon'da Avrupalı halkların kaderini belirleyen stratejik bir karar aldılar.
Avrupa Birliği'nin 2010'a kadar dünyanın en güçlü ve dinamik ekonomik bölgesi olması için "Avrupa'nın Sosyal ve Ekonomik Yenilenmesi" adlı bir reform paketi üzerinde odaklandılar.
Paket, Soğuk Savaş döneminden sonra tek kutuplu bir dünyada ne kadar sosyal hak varsa, hepsinin bir bir ortadan kaldırılmasıyla ilgiliydi.
Tarihe "Ajanda 2010" olarak geçti...
"Ajanda 2010" hedeflerine nasıl varılacağı 2002'de İspanya/Sevilla'da belirlendi.
Çalışanların çalışma saat ve ücretlerinde, işten atılma konusunda, işsizlik sigortasında, emeklilik konusunda, eğitim ve sağlıkta, kazanç ve gelir vergisinde;
Çalışanlar aleyhinde ve işveren lehinde kısıtlamalar öngörüldü. 
Ve Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda ve daha bir çok ülkede sosyal kıyım önerileri "Reform" adıyla servise konuldu.
 
*
İlkin 2003'te Almanya'da Başbakan Schröder, işsizler ve sosyal yardım alanlar tarafından "yoksulluk Yasası" adı verilen,
Reform Komisyonu Başkanı Peter Hartz'ın adıyla anılan,kapsamlı bir biçimde sosyal kısıtlamaları gerçekleştiren Hartz Yasalarinı yürürlüğe koydu.
Doğrusu, Almanya gibi bir ülkede sosyal güvence sisteminin alt üst edilmesinde kitlesel protestonun en alt düzeyde tutulmasını başarmak ancak Schröder'in sosyal demokrat partisinin başarabileceği bir olaydı!
Çünkü yapısal reformlar iddia edildiğinin tersine ne işsizliği ortadan kaldırmak ne de bütçe açıklarından dolayı yapılıyordu.
Bu yasaların zengini daha zengin, fakiri daha fakir ettiği çok açıktı.
Asıl hedef kapitalizmin işine gelmeyen toplumsal kesimleri açlıkla baş başa bırakmak,
Böylece sosyal devlet denen olguyu geçmişte bırakarak, üretimin devamı için ihtiyaç duyulan iş gücünün aç kalmamak için çok ucuza çalışmaya boyun eğmesini sağlamaktı...
Böylece halklar soyulup, bir bütün olarak kapitalizminin kârlılığı yükselirken, askeri gücü arttırılan Avrupa dünyanın sömürülmesinden daha çok pay alacaktı...
 
*
Nitekim, 1999'da NATO'nun Yugoslavya'ya karşı saldırısına katılmakla birlikte başka ülkelere de askeri müdahaleler yapma hazırlığında olan Almanya'nın,
Hartz yasaları ardından 6 yılda askeri giderleri 10 kat artarak 1.8 milyar euro'ya çıktı.
2020 yılına kadar silahlanma için 7.5 milyar euro harcama  öngörülüyor.
80 milyonluk Almanya'da, nufusun 1 milyondan azı toplam servetin yüzde 70'ini elinde bulunduruyor...
 
*
Bu yılıın Nisan'ında İngiltere'de Bütçe Sorumluluğu Ofisî'nin yayınladığı raporda,
Cameron hükümetinin kemer sıkma gündeminin arkasındaki ekonomik itici güçler ve bu programa Jeremy Corbyn önderliğindeki İşçi Partisi'nin desteği açığa çıkmıştı!
Rapor, 2008 küresel mali krizin patlamasından sekiz yıl sonra, 
"Ekonominin ve kamu maliyesinin görünümünün bariz şekilde zayıf olması, zayıf üretkenlik artışının devam etmesi ve gelecek beklentileri için karamsarlığın oluşması" gerekçesine dayandırılmıştı.
Bu, ekonominin durgunlaşmaya devam etmesi ile birlikte İngilizlerin sağlık, emeklilik maaşları ve sosyal hizmetlere yönelik kamu harcamalarının, kaynak mevcut olmadığı gerekçesiyle daha fazla kesileceği anlamına geliyordu...
 
*
Bütçe Sorumluluğu Ofisi'nin İngiltere'ye ilişkin değerlendirmesinde özetlediği eğilimler,Avrupa'da ki ülkeler gibi Japonya'yı ve Avustralya'yı da etkiliyor.
Bunlar, bir zamanlar olduğu gibi yatırım ve altyapı harcamaları ekonomisine toptan destek sağlanamayan Çin'de de mevcuttur...
Çünkü bugün krizin atlatılmasını sağlayacak sayıda iş olanakları ortaya çıkarılamıyor. Ne işçi alımının yalnızca kâr kaygısında olan kapitalistlere bırakılması ne de otoriter hükümetler; işsizlik, düşük ücret ve daha  fazla çalıştırma, borç esareti, haciz ve tahliyeler, aşırı yoksulluk artmasını engelleyemiyor ve sorun "kapitalizmin nihaî krizi" olarak adlandırılıyor...
  *
Bu manzaranın önünde 3 yıl önce Türkiye'de; 
Başbakan Erdoğan'ın kapitalist projesi Taksim Gezi Parkı yerine AVM yapılması reddediliyordu. 10 yıllık AKP iktidarının kendisine muhalif herkesi hapse tıkmak baskısına rağmen apolitik yetişmiş, örgütsüz, toplumun zengin-yoksul, inanan-inanmayan, şehirli-kırsal, emekçi-işveren, kısaca her kesimden insanlar  lidersiz ve belli bir ideolojinin olmadığı protestolarla,
Başbakan Erdoğan'ın ileri demokrasi balonunu patlatmış, eğreti fiyakasını bozmuş, siyasal dengeyi yerinden oynatmıştı.
Hükümete, valiye, polise, kalabalıklar içine sokuşturulan palalı, silahlı provakatörlere karşı korku eşiği aşılmıştı.
Herkes politikleşmiş, eylem  ve muhalefet biçimi zenginleşmiş, halk her alanda dostunu düşmanını farketmiş, tüketimden gelen güç keşfedilmiş ve halkın gücü olarak dünyaya duyurulmuştu. 
Çok güçlü bir talep dalgasıyla Erdoğan ve hükümetinin istifası istendi.
AKP'nin neden olduğu partizanlık, usulsüzlükler ve haksız kazançların, doğa katliamının ve ne yaptılarsa hepsinin hesabının sorulması istendi.
Direnişlere katılan kesimin büyük çoğunluğu çalışan ailelerden gelen, ancak iş bulabildikleri taktirde yaşamlarını sürdürecek insanlardı.
Henüz ideolojik bir tavır göstermiyor olsalar da dillendirdikleri eylem sebeplerinin çoğu sol söylemliydi.
Kapitalizmin hakça bölüşümü sağlayaması, daha fazla düşünce ve eleştiri ortamının yaratılması, herkese insanca yaşama hakkının tanınması gündemi oluşturuyordu. Ama siyasal görüntüde hiç bir sol parti yaraya merhem olmamıştı.
 
*
Bugün Paris'in, Brüksel'in yandığı, başka Avrupa kentlerinde de çok ciddi protestolar, olaylar,eylemler yaşandığı bir sırada;Recep Tayyip Erdoğan,
"3 yıl önce İstanbul'u mesken tutup,bu olaylara adeta kör,sağır ve dilsiz kalmıştınız.Paris'te yaşanan olaylardan dolayı, şu anda bende endişeliyim,kaygılıyım.
Protesto hakkını kullanan insanlara Fransız polisinin uyguladığı şiddeti kınıyorum. Batılı politikacıları Paris'teki hadiseler konusunda daha duyarlı olmaya davet ediyorum.
İnşallah hadiseler bölücü terör örgütünün güney şehirlerimizde başlattığı eylemlerin benzerlerine kadar uzanmaz.
Paris'ten, Brüksel'den endişeliyim"diyor.
 
*
Erdoğan tam anlamıyla "Firavun,Karun ve Haman" üçlüsünün birlikte oluşturduğu bir profili dillendiriyor.
Bu profiliyle kapitalizmin işbirlikçisi kesilmiş Avrupalı liderlere, aslında olan çirkinlikle ironi yapıyor.
 
*
Ne ki insanlar; giderek işsiz kalmanın, yardıma muhtaç olmanın kapitalist sosyal politikaların bir sonucu olduğunu anlıyor.
Buna neden olan;
Zengin bir azınlık ve onların çıkarları için satılmış siyasi partiler, bilhassa sözde sol partiler ve politikacıları,
Kârlarını arttırmak için insanlardan daha çok çalıp, daha az ücret verenleri,
Vergi kaçıran, toplanan vergiyi iç eden ama  vergilerin bir bölümünü polise, orduya, silahlanmaya ve savaşa harcayanları,
Suriye, Irak, Yemen  Libya gibi ülkeleri yağmalayıp ceplerini dolduranları  asalak olarak görüyor.
 
*
Giderek  daha çok genişliyor ve yayılıyorlar.
Bu soygun, talan ve yalana dayalı düzene kahrediyorlar...
 
2.6.2016 - think tank dusunce kurulus

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir