TÜMER DİYOR Kİ:
YENİDEN DİRİLİŞ, YENİDEN YÜKSELİŞ’MİŞ!…
Zekeriya TÜMER
29 Mayıs 2016 Pazar günü İstanbul’un kuruluşunun 563. Yılı büyük törenlerle kutlandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın posterleri günlerce Yeniden Diriliş, Yeniden Yükseliş başlığı altında İstanbul’un 563.cü kurtuluş yılını kutlama çağrısı yaptı.
Şimdi bu, israf abidesi “ihtişamlı” kutlamayı yandaş/yoldaş Medya TV., Dergi ve gazeteleri abarta abarta anlatacaklar.
Tamam, güzel, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alarak Bizans İmparatorluğuna son verdi.
Çok da iyi yaptı.
Bir devri kapadı diğer devri açtı.
Macarlı Urban ustanın döktüğü toplar Bizans surlarını yıkmasa idi, ne olacaktı? Kahraman Osmanlı Ordusu canını dişine takıp savaşmasa idi, başarılı olunabilinir miydi?
Bu başarı çok büyük
Türk milletinin onuru ve gururu. Bunu kimse inkâr edemez ve etmemeli de.
Ancak, İstanbul 1920 de kimlerin işgaline uğradı?
Kimler İstanbul’u işgal etti?
Hangi dönemde işgal etti?
Osmanlı 1453 de aldığı İstanbul’u 1920 de hangi emperyalist güçlerin askerlerinin çizmeleri altında inledi?
Eğer bu işgal Kurtuluş savaşı ile kaldırılmasa idi, bugün İstanbul kurtuluş gününü kutlayabilecek miydi?
Bunlar neden düşünülmüyor?
Neden 19 Mayıslar, 30 Ağustoslar, 29 Ekimler ve 23 Nisanlar aynı şekilde kutlanmıyor? Üstelik türlü bahaneler ile halkın kutlaması da engelleniyor?
İşte sorulması ve sorgulanması gereken husus budur?
Amaç nedir, ne yapılmak istenmektedir? Mustafa Kemal Atatürk ve onun yanında yer alan kahraman komutanlar ve askerlerin bu ülkenin kurtuluşu için verdikleri mücadeleler neden örtbas edilmeye çalışılmaktadır?
Geçmişimizle övünürken, yakın çağda yaşadığımız ve bugün bu topraklar üzerinde huzur ve sükûn içerisinde yaşıyor isek, kimlere borçlu olduğumuzu da unutmamamız gerektiğine inanıyorum.
İstanbul’un işgalinde başta Osmanlı Padişahı Vahdettin olmak üzere, vezirler ve birçok yazarlar, kişiler İngiliz hayranlığını dile getirirken ve İngiliz’in himayesi altına girmeyi isterken, Mustafa Kemal yabancı Gemileri gördüğünde “geldikleri gibi giderler” deme cesaretini göstermiştir.
1919’daki yıkımlı durumdan 1922 yılındaki parlak zaferini çıkaran etkenlerin başında Türk azim ve iradesini temsil eden Mustafa Kemal Atatürk’ün azmi ve iradesi bulunmaktadır.
O Vatanını ve Türk milletini seven, tek başına kalsa da, Türk bayrağına sarılarak son kurşununa kadar düşmanla savaşmayı göze alan kişidir.
Bağımsızlık benim karakterimdir, diyen Mustafa Kemal Atatürk kimsenin boyunduruğu altına girmeyi ne kendisi kabul etmiş ve ne de Türk milletinin kabul edemeyeceğini savunmuştur.
Bütün dünya liderlerinin takdir ettiği Mustafa Kemal Atatürk’ü bizlerin anlayamamış olması ve onun yolundan gitme yerine başka yollar arama gafleti içerisinde olmak kadar yanlışlık yoktur.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan TÜRGEV’in 20. kuruluş yıldönümünde “Zürriyetimizi arttıracağız. Neslimizi çoğaltacağız. Nüfus planlamasıymış doğum kontrolüymüş hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayış içinde olamaz. Ve burada birinci görev annelerdedir” demiş.
İyi söylemiş.
Bu zürriyeti Kürt kardeşlerimiz iyi beceriyorlar. Devamlı arttırıyorlar. Her birinin 5-10 çocukları var, bazıları torunlarının sayısını bile bilmiyor. Kısa zamanda Türkiye nüfusunun çoğu Kürt kardeşlerimizle dolacaktır. Suriye’lilerin de onlardan aşağı kalır tarafları yok. 15-20 yıl sonra onlarda Türk nüfusunu geçebilirler. Bu durumda zürriyeti arttıracak kişilerin kimler olması gerek?
Zürriyeti arttıracak olanlar kimler olmalı. Bunu da söylese idi Cumhurbaşkanı çok daha iyi olurdu. Benim bildiğim kadarı ile, bilhassa şehirde yaşayanların ya bir, ya da iki çocukları var. Nedeni ise geçim zorluğu. Çalışan anne ve baba olunca çocuklara kim bakacak. Anneanne, babaanne sağ ise hadi onlar bakıyor, onlar yoksa kim bakacak? Bakıcı tutsan para lazım, gelir yeterli değil, o zaman ne olacak?
Bazı şeyleri söylemek kolay, gerçekleştirmek ise çok zor.
***
Yeniden diriliş, yeniden yükseliş, bu kelimenin manasını da anlayabilmiş değilim.
Dirilelim derken, içine kapanık, bezgin, suskun, çekingen, korkak bir toplum haline geldik. PKK olayları, geçim zorluğu, işgal altında olmamız, Yunanistan adalarımızı işgal ediyor, ses çıkaramayışımız, bombaların sınır şehirlerimize düşmesi ve bizlerin bir şeyler yapamaması, hergün şehit haberlerinin gelmesi, şehirlerimizde bombaların patlaması, sokakta gezerken, akşama eve sağ gidip gidemeyeceğimiz korkusu, yarınımızın nasıl olacağını bilemeyişimiz, işsizlik, ekonomik sıkıntı, yabancıların ülkemizde çoğalması bizleri diriltmek değil, karamsarlığa iterek çöküntüye sebep olmaktadır. Yani dirilme değil, çökme söz konusu.
Yeniden nasıl yükseleceğiz. Bunun da açıklanmasında yarar var. Daha önce batak tamıydık. Bugüne kadar ki iktidarlar hiç yükselme göstermediler mi? Mustafa Kemal Atatürk’ün kısa dönemdeki yükseliş trendini mi yakalamak istiyoruz. O’nun zamanında yapılan fabrikalar, kurumlar hep satıldı. Şimdi yerli hiçbir şeyimiz kalmadı. Nasıl yükseleceğiz valla onu da çok merak ediyorum.
Ramazan Bayramı yaklaştı. Dualarımız artacak. Ramazanın bereketi inşallah ülkemiz üzerine yağar ve ülkemiz yeniden dirilir ve yükselişe geçer. Elimizden başka şey gelmiyor, sadece dua etmek ve temenni etmekle yetiniyoruz.
Zekeriya Tümer
30.05.2016
Bir yanıt yazın