ABD Başkanı B.Obama’nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, PYD Eş Başkanı Salih Müslim ile birlikte Irak ve Suriye’de bir dizi görüşme yaptı.
IŞİD’le mücadelenin yanısıra Türkiye’nin PKK terör örgütüyle yaşadığı çatışmaları da görüştüler.
ABD’nin, Türkiye’ye PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesi karşılığında PKK’nın terör eylemlerini sona erdirmesini önerdiği bildirildi!
*
Sonra Kobani’ye ABD Merkez Kuvvetleri Komutanı General Joseph Votel geldi.
Askeri danışmanlarıyla birlikte Suriyeli Arap savaşçıların ve Suriye Demokratik Güçlerin (SDG) liderleri ile görüştü.
SDG’nin Kürt liderleri bütünlüklü bir ordu oluşturabilmek için General Votel aracılığıyla ABD’den ihtiyaçları olan zırhlı araçlar ve ağır silahlar talep etti.
*
General bu görüşmelerin ardından Ankara’ya geldi.
Kobane ve Ankara ziyaretleri, önünü YPG ve Kürtlerin çektiği SDG’nin, Arap savaşçılarla birlikte Mınbıc kasabasını almak ve burayı elde tutmak üzere bir operasyon başlatacakları yolunda algılandı.
Nitekim Arap savaşçılar ve SDG, Rakka’ya operasyon başlatmıştır…
*
Halbuki Türkiye, Mınbıc operasyonunun SDG ile yapılması olasılığından ve Kürtlerin oraya yerleşip koridorlarını açma planlarından çok rahatsızdı.
Bu durumda ABD’nin “Mınbıc’te ağırlıklı olarak Araplar var. Mınbıc Askeri Konseyi Arap aşiret liderliğinin oluşturduğu bir yapıdır. ABD Arapları ve Kürtleri bir araya getirecek, birlikte operasyonu yürütecekler. Ancak bu suretle Araplar ve Kürtler Mınbıc’i elinde tutabilirler” argümanıyla gönül aldığı anlaşıldı…
*
Bu sırada BM İnsani Yardım Zirvesi sırasında Almanya Başbakanı Angela Merkel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşüyordu.
Bir çok konu görüştüler.
En önemlisi Merkel’in terör tanımının yeniden yapılması ve terörle mücadele yasalarında reforma gidilmesini istemesiydi.
Erdoğan terörle mücadele yasalarında reforma gidilmesi talebine karşı çıktı.
Kobane ve Ankara görüşmelerinde ABD’li yetkililer bir kez daha Suriyeli Kürtlerden medet umulduğunu göstermişti.
Eh! Merkel de “Türkiye’nin Kürt nüfusla bütünleşme sağlaması istikrar açısından çok önemlidir” dedi.
*
Bunlar, bu noktadan itibaren atılacak adımların; Türkiye’nin bir NATO ülkesi olarak ABD ve AB’nin çıkarlarına bağlı olduğu gerçeğinden hareketle,
1- Türkiye’nin ABD’nin Ortadoğu politikasında “önemli bir konumda” olduğunu;
2- Avrupa’nın Ortadoğu’ya ekonomik giriş kapısı olan Türkiye’nin, AB’nin güvenlik politikaları için ” stratejik önemde olduğunu” anlamına geldi.
Türkiye, gerçekten AB’nin Ortadoğu politikasını büyük oranda şekillendiren bir konumdadır…
*
“Önemli bir konumda olmak” ile “şekillendiren bir konumda olmak”; çıkarlar noktasında ABD ile AB’yi temelden ayırıyor.
ABD ve AB’nin Kürt olgusuna bakışı da bu noktadan başlıyor…
*
Nitekim ABD’nin öncelikli dış politika ve güvenlik hedeflerini belirten ve ülke açısından en önemli tehditlere dikkat çeken 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde (National Security Strategy); Rusya baş tehdit olarak gösterilmiyor.
Belgede hidrokarbon rezervleri sadece Ortadoğu kaynaklarıyla sınırlı olmayan ABD’nin hedefleri;
Enerji kaynaklarını çeşitlendirmek, enerji alanında rekabetçi bir piyasa düzeni kurmak,
Kuzey Kutbu ve Asya bölgelerinde enerji politikalarında ortaya çıkabilecek çatışmaları çözmek,
Kritik bölge olarak değerlendirilen Çin ve Asya Pasifik Bölgesinde “Asia Pivot” politikasına devam etmek,
Irak ve Suriye’de büyük tehlike arz eden IŞİD ve El Kaide terör örgütlerinin yok edilmesi şeklinde sıralanıyor.
Ulusal Güvenlik Belgesi’nde Türkiye söz konusu bile edilmiyor…
*
AB ise enerji politikalarında dış güçlere muhtaçtır.
Lider Almanya için “Doğu’ya Genişleme” politikası, enerji ekonomisi için temel unsurdur.
Almanya; Kırım’ı ilhakı ve Doğu Ukrayna’daki uygulamaları nedeniyle Avrupa Barışı’nı ihlal etmekle suçladığı Rusya’nın Avrupalılaşmasına ilişkin tükenen umutlarını,
1967’de yürürlüğe konan Sovyetler Birliği ile doğrudan ilişki kurulması, Varşova Paktı ülkeleri ile ilişkilerin normalleştirilmesine dayanan Ostpolitik’i terketmek,
Yerine jeopolitik çıkarlarının ve ahlaki prensiplerin yönlendirdiği yeni bir siyasete yönelmeyle karşılıyor.
Bu çerçevede Rusya’dan hem çekinen, hem düşmanlık besleyen Polonya ve Baltık ülkelerinin çıkarlarını da ön plana alıyor.
Bu planda Almanya; Fransa, İngiltere başta olmak üzere Avrupa birliği üyeleriyle enerji ekonomileri bağlamında Ortadoğu politikasını Türkiye üzerinden şekillendiriyor…
AB, “Doğu’ya Genişleme” politikasında Türkiye’yi de ortak çıkarlar, sınır güvenliği ve Ortadoğu’daki diğer müttefikleri de sağlama almak için planlarına dahil ediyor…
*
O yüzden ABD; enerji bağlamındaki rahatlığı ve “yeniden dizayn ederim” sopasıyla Türkiye’ye esnek davranıyor.
Türkiye’nin aksine, Suriye’yi dizayn ederken yerel bir güce dayanması gerekliliğinden de hareketle YPG’ye destek veriyor.
ABD Suriye’de Kürtlere dayanan bir politika yürütüyor.
Bu Suriye’nin yeniden inşasında Kürtlerin önemini gösteriyor.
ABD Suriye’nin geleceğini Kürtlerde ve Rojava’da görüyor, bu çerçevede ittifak ve anlaşmalarda bulunuyor…
Eh, Türkiye’yi de kaybetmek istemiyor, bazen saldırganca davranıyor ama çoğunlukla idare ediyor…
*
Fakat AB’nin Ortadoğu’ya ve Kürtlere bakışı farklıdır.
İngiltere Başbakanı D.Cameron “Biz PYD’yi Kürtlerin temsilcisi olarak görmüyoruz” derken,
Almanya Başbakanı Merkel “Türkiye Kürtlerle bütünleşme sağlamalıdır”diyor.
AB, mülteci krizinin çözülmesi için Türkiye ile ittifakın geliştirilmesini istiyor, Türkiye’yi uluslararası arenada destekleyen adımlar atıyor.
Merkel’in, Türkiye ile anlaşmanın sağlanmasını mülteci krizinin çözülmesi için vazgeçilmez olarak değerlendirmesi;
AB ülkelerinin Ortadoğu politikasında Türkiye ile işbirliğinde ısrarlı olduklarını gösteriyor…
*
Bir anlamda da Avrupa’nın enerji ekonomisi çıkarlarında;
Türkiye’nin Suriye politikasına karşı çıkmak Suudi Arabistan’ın, Katar’ın ve o çevrimde AB’yi petrol ile besleyen ülkelerin Suriye politikasına karşı çıkmak anlamına geliyor.
ABD bu konuda kendi kaynaklarına dayandığı için daha rahat bir şekilde siyaset şekillendirebiliyor ama AB ülkeleri bunu şimdilik göze alamıyor.
Nitekim AB; Türkiye’yi hem enerji politikası çıkarlarında, hem sınır güvenliği, hem Ortadoğu’daki diğer müttefikleri sağlama almak için planlarına dahil ediyor…
*
Bu noktada Kürtlerin, Suriye ve Türkiye merkezinde ABD ve AB arasındaki çelişkileri fırsata dönüştürmesi öngörülüyor…
1- Kürtler İŞİD çetelerine karşı savaşan en etkin güç olarak değerlendiriliyor.
2- Kürtler Suriye’nin geleceğini şekillendiren güç olarak kabul ediliyor.
3- ABD ve Rusya’nın da bunu görüp çıkarlarını buna göre düzenleyerek anlaşabildikleri,
AB’nin de bu yolla Türkiye ile anlaştığını görmek gerekiyor.
*
Ne ki, AB ülkelerinin hatası Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın baskılarına boyun eğerek Suriye müzakerelerinden Kürtleri uzak tutmak olmuştur.
Bu suretle,
1- Avrupa’nın ABD ve Rusya’yla çelişkileri daha derinleşmiş,
2- Türkiye hem dışarıda hem kendi devlet sınırları içinde Kürtlerle bulunduğu terörle mücadelede, dünya kamuoyunda ve siyasi alanda giderek yalnızlaşmış,
3- AB’nin de Kürtleri tanımama politikasında ısrarı aynı sonuçlara yol açabilecektir.
*
Halbuki Kürtler;
1- Suriye’nin şekillenmesini belirleyen kesim olarak ortaya çıkmıştır.
2- Türkiye’de gelişen süreçle ve Kürtlerin kimliklerinin yükselmesiyle birlikte, AKP iktidarı çöküş sürecine sürükleniyor.
3- ABD, Rusya bunu kısmen kabul etmiştir.
Rusya,Suriye politikalarına muhalefet eden Türkiye’yi cezalandırmak için PKK terör örgütüne, Türk helikopterleri ve savaş uçaklarına karşı kullanmak üzere silahlar veriyor.
Oha! AKP hükümetinin Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte Suriye’ye karşı yeni bir ittifak geliştirdiği bildiriliyor.
4- Bu nedenlerle Kürtler her geçen gün Rusya ve ABD ile daha çok ortaklaşıyor
5- AB’nin enerji politikalarında Ortadoğu’ya çıkış kapısında olan Kürtlere ilgisi giderek artıyor.
5- Ve Kürtler siyasi kazanımlarını geliştiriyor,sistemlerini inşa etmeye devam ediyorlar…
*
Türklerin daha geç olmadan Türkiye’yi, Erdoğan ve hükümetinin köhne siyasetinden kurtarması gerekiyor.
25.5.2015
Bir yanıt yazın