Türkiye’nin başına musallat edilen PKK belası, Ortadoğu’ya yönelik bir takım operasyonları gizli ajandasında tutan Batı’nın ‘bilinen’ ama görmezden gelinen çehresinin ürünü.
Zira Ortadoğu’yu karıştıran güçler uzun zamandır bölgenin lideri Türkiye üzerinde çeşitli planlar yapmakta. Bölgenin, nüfusunun tamamına yakını Müslüman ve fakat laik sistemi benimseyen tek ülkesi olmasının yanında, gerek Balkanlar’daki, gerek Ortadoğu’daki toprakların uzun bir dönem yönetimini elinde bulundurmuş Türkiye. Yüzümüzün Batı’ya dönük olması yanında inanç köklerimiz itibarıyla Doğu’nun ayrılmaz bir parçası durumunda bulunmamız Türkiye’yi kilit ülke haline getiriyor. Bir başka deyişle, Türkiye yeni oluşumun mihenk taşı. Dolayısıyla yeryüzü haritasını silbaştan ele almaya kararlı güçler, bu taşı yerinden oynatmaya niyetlenmiş gibi görünüyorlar. Türkiye bütün manevra alanları daraltılmak suretiyle, köşeye sıkıştırılmak isteniyor. Bu ülkü doğrultusunda, Türkiye’yi farklı yöntemlerle etkisizleştirilme operasyonlarına maruz bırakan Batı, bununla da kalmıyor, etnik bölücülere kol kanat gererek, açık bir şekilde Türkiye’nin iç işlerine karışıyor.
Yeni bir şey değil Batının bize “hımmm” diyerek parmak sallaması. Kıbrıs’ı bahane ediyor, yasaları bahane ediyor, terörü bahane ediyor, basın özgürlüğünü bahane ediyor, ediyor da ediyor.
Bizim Avrupa Birliği (AB) hevesiniz batının bize istediklerini yaptırması için en güzel koz. “Şartlarım bu…” diyor. “Ya yaparsın, ya giremezsin…” Şartlar deyince, kimse bu şartları Avrupa ülkelerinde yaşayan insanların yaşam koşullarına erişme olarak algılamasın. Onların kastettiği şartlar, Kıbrıs konusunun siyaseten Rum koşul ve isteklerinde şekillenmesi, Türkiye’yi kana bulayan, nifak sokan PKK’ya karşı yumuşak olunması vs! Yani Türkiye’nin vatandaşlarına sağlık, eğitim, altyapı, barınma ve diğer sosyal koşullarda AB standartlarının çok üzerinde yaşam koşulları sunması, hem de bunları 10 yıl gibi kısa bir sürede içselleştirmesi hiç mi hiç önemli değil! Çünkü AB dedikleri, üç arşınlık Kıbrıs’taki bir avuç insanın, 5 bin yıllık tarihe sahip bir milleti oyum oyum oynattığı bir “Haçlı Birliği.” Yaşam şartları ve AB standartları açısından Türkiye’nin çeyreği kadar olamayan Hıristiyan ülkelerin üye yapılması da bunun en bariz göstergesi.
Yarın ne olur bilinmez. Zengin dediğiniz ülke fakirleşiyor, fakir dediğiniz -insan gücüyle- zenginleşiyor ancak bugünkü şartlarda Türkiye’yi alma niyetleri yok AB’ye. Bunu onlar da biliyor, biz de. Beş paralık kişilerin peşinden sürüklemenizin ince bir hesap ürünü olduğunun da farkındayız ama sabır sabır, bir yere kadar…
“Türkiye AB’ye, müzakereleri donduruyorum dese de, Türkiye düşmanı planladıkları ellerinde patlasa” demişliğim var çok kez. Hatta temenni… O anda yüz ifadelerini görmek istiyorum. Ellerinde paketlerle kalakalmalarını… “Limanlar ne olacak, Maraş ne olacak, PKK ne olacak, şu muhbirlik edenler ne olacak, pazarlığımız ne olacak..?”
Çok şükür; Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da canına tak etmiş olmalı ki AB’nin muafiyet için en önemli şartı olan Terörle Mücadele Yasası’ndaki terör tanımının değişmesi şartına kırmızı ışık yaktı. Erdoğan, AB’nin şart koştuğu Türk yasalarındaki terör tanımının değişmesi konusunda AB’ye “biz yolumuza, sen yoluna” restini çekti, Türk milletinin tüm hesapları gördüğünü ve saf olmadığını dosta düşmana gösterdi.
Avrupa’nın birçok ülkesini gezmiş biri olarak şunu söyleyebilirim; AB’ye girmezsek ölmeyiz. Sanırım Türkiyeli ve KKTC’li birçok siyasetçimiz de, dünyanın 5’ten büyük olduğunun, AB’nin kocadığının, ballı börek olmadığının ve en mühimi AB’nin bizi almaya niyeti olmadığının ancak bunu şantaj malzemesi olarak kullandığının farkında.
Yurdagül ATUN