Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevine 22 Mayıs’tan itibaren son verdi.
Davutoğlu’nun görevden alınmasıyla birlikte yeni Türkiye fiili başkanlığa geçti.
*
Herşey, ABD İstihbarat Topluluğu’nun Çin, Rusya, İslami uyanış, radikalizm ve Filistin yanlısı kuvvetin yükselişi sonunda İsrail’in ayakta kalamayacağını bildiren,
“İsrail Sonrası Ortadoğu’ya Hazırlık” raporuyla başlamıştı.
Raporda ABD’nin giderek İsrail’i desteklemeyi sürdürecek askeri ve ekonomik kaynaklarının olamayacağına,
Üstelik İsrail’e verilen destekte ABD halkında güçlü muhalefet oluştuğuna işaret ediliyordu…
*
Ve İsrail yeni bir stratejiye yöneldi.
Stratejinin ana hatlarını Başbakan B.Netanyahu,
“Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük.
Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz.
Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir.
Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz” ifadesiyle açıkladı.
*
İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği öngörüldü.
Bu yüzden İsrail ve Suudi Arabistan arasında işbirliği geliştirildi.
İşbirliğinin ürünü olarak İsrail’in bir Yahudi devleti olduğu noktasından Sünni Arap ülkeleri ve Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşmasının yapılabilmesi hedeflendi.
Merkezini İsrail’in oluşturduğu ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,
Düşmanla ve terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kuruldu.
Türkiye, o dakikada bu oluşumları prensipte kabul etti.
*
AKP, iktidarını ideolojik yakınlık beslediği Müslüman Kardeşler hareketinin iktidarını desteklemek üzerine kurmuştu.
Mısır’daki Muhammed Mursi iktidarıyla sınırlı olmayıp Tunus, Libya ve Suriye’yi de kapsayan bu siyaset;
Türkiye’yi Katar ile yakınlaştırmış, statüko yanlısı Suudi Arabistan’la arasının açılmasına neden olmuştu.
Türkiye dış politikasında değişen koşullara adapte olamayınca da bölgede yalnızlaşmıştı…
*
Mursi bir askeri darbe ile iktidardan indirildikten sonra,
Hem İsrail, Müslüman Kardeşler Örgütünün hiddetinden kurtulmuştu,
Hem de Suudi Arabistan bölgedeki değişimi durdurmuş, Körfez İşbirliği Teşkilatı toplantılarını Katar/Doha’dan Riyad’a aldırırken Katar’ı dışlamış ve bölgede asıl aktörün kendisi olduğunu kanıtlamıştı.
Sonra ABD ile İran arasındaki nükleer müzakereler, Suriye’de IŞİD’in ortaya çıkışı, Yemen sorununun derinleşmesi gibi faktörler derken, Müslüman Kardeşler üzerinden yaşanan anlaşmazlıklar arka plana itilmişti.
*
Bu noktada İran’ın yükselişini ortak tehdit olarak gören başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri İsrail ile yakınlaşıyor,
Bölgesel yalnızlığını aşmak isteyen Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini düzeltmesine fırsat oluşuyordu.
O yüzden İsrail’in yeni stratejisi paralelinde Suudi Arabistan ile Türkiye’yi birbirlerine yakınlaştırmayı öngörüyordu.
Suudi Arabistan’daki taht değişimi de Ankara ve Riyad arasında işbirliği için fırsat oldu.
Suudi arabuluculuğunda Türkiye’nin bölgedeki diğer ülkelerle ilişkilerin yeniden tesisinin,
Ankara’nın Müslüman Kardeşler Örgütüne yönelik daha dengeli ve mesafeli bir konum geliştirmesinin önü açıldı…
*
Mart 2015’te, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Riyad ziyareti bir dönüm noktası oldu.
Ekonomik ve kültürel boyutta gelişen Riyad-Ankara ilişkilerinin askeri ayağı Suriye’de muhaliflere destek üzerinden sürerken,
Türkiye’nin Suudi önderliğinde oluşturulan İslam Ordusu projesine katılımı pekişti.
Suriye’de olası bir askeri operasyona destek amacıyla ilk kez Suudi savaş uçakları İncirlik’e konuşlandı…
*
Böylece;
İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında eşgüdüm sağlandı.
Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açıldı.
Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılmış olurken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörüldü.
Üstelik ABD müttefiklerinin Orta Doğu’da Rusya’nın amacına ulaşmasını engellemek üzere bölgedeki kilit aktörlerle çevreleneceğini hedefledi.
AKP hükümeti ise Müslüman Kardeşler hareketine iç siyasetteki dengeler sebebiyle açıkça sırtını dönemeyecek olsa da;
Konjonktür Ankara’yı değerler üzerine kurulu değil çıkar temelli bir dış politika izlemeye teşvik ediyordu…
*
Bu süreçte Türkiye’de stratejik öneme sahip kurumları, madenler, limanlar, elektrik ve suyun özelleştirilmesi ile birlikte yabancıların toprak edinmesiyle yeniden yapılanma süreci hep sürdü.
Vatan topraklarının yüzde 13’ünün yabancı mülkiyetine geçmesiyle birlikte toprak üzerinde mülkiyet hakkı, uluslararası tahkim kurumlarının tekeline geçti.
Benzeri gelişme Irak Kürdistan Bölgesi’nin topraklarının yüzde 53’ünün yabancı petrol şirketlerine satılmasında da yaşanıyor…
*
Devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt vatandaş ise merkeziyetçi yönetime karşı çıkan HDP ve PKK çatısı altında,
Tüm kitle örgütlerinde ve yerel yönetimlerden en ücradaki evlerde kadar örgütlenmiştir.
Seçimle işbaşına gelinmiş büyükşehirlerde etnik, kültürel faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Özerklik inşası sürdürülüyor.
Demokratik Toplum Kongresinde sivil toplumun parlamentosu olması gerektiği belirtiliyor.
Bu talepler çerçevesinde devletle şiddetli bir savaş sürdürülüyor…
*
Erdoğan’ın ideolojisi Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin kaldırılmasıyla başsız ve karmakarışık kaldığı düşündüğü İslam ülkelerini ümmet anlayışıyla güçlü kentler üzerinden devletler konfederasyonunda oluşturmaya
dayanıyordu.
O yüzden Erdoğan ayrılıkçı Kürt Hareketini silahsızlandırarak HDP çatısı altında siyasi mücadeleye yöneltmek istemişti.
Hem İslamcı politikasının hem de Ayrılıkçı Kürt Hareketinin ayağı tökezlemesin diye adı Atatürk ilke ve devrimleriyle patentleşen CHP’de Atatürk Milliyetçiliğinin kurumsallığı YCHP tarafından tasfiye edilmişti.
Adı Alpaslan Türkeş’in Milli Doktrin-Dokuz Işık olarak ortaya koyduğu ülkücülükte patentleşen MHP’de ise şimdilerde Türk milliyetçiliğinin kurumsallığı tasfiye ediliyor…
*
Ne ki PKK’nın hikmeti kendine menkul terörü son bulmuyor.
Çünkü terörle doğrudan mücadele eden polis ve asker edilgen ve pasif konumdadır.
Bu yüzden Türkiye, PKK terör örgütüyle mücadelesinde bir türlü hedefine ulaşamıyor.
Geniş ve görünür bir şekilde devlet itibarı zedeleniyor.
*
İşte gelişmelerin bu noktasında Erdoğan’ın,
“Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye böyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen” ifadesi doğrultusunda,
Ve mevcut konjonktürde ABD ve İsrail’in bölgedeki çıkarları doğrultusunda çizdikleri rotada Başbakan Ahmet Davutoğlu tasfiye ediliyor…
Erdoğan’a fiilen Başkanlığın yolu açılırken, Türkiye’nin önüne yeni bir anayasa yapmak iradesi konuyor.
*
Şimdi Ortadoğu’nun değişen sosyolojisi çerçevesinde çıkacak mezhepsel ve etnik kimliklerin ulusal ya da bölgesel çatışmalara neden olmaması için asla milliyetçi değil çoğunlukçu, otoriter ve özgürlükçü laiklikle siyasal İslamcılığa açık,
Anayasal üst kimliğin Türk Milleti değil Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığının olduğu,
Cumhuriyetin niteliğinde Atatürk milliyetçiliğine bağlılık ve Atatürk’ün inkilâp ve ilkeleri doğrultusu, devletin bölünmez bütünlüğü ve dilinin Türkçe oluşuyla ilgili bir hükmü içermeyen,
Devlet odaklı değil birey odaklı, yargı ve askeri vesayete değil güçlü parlamenter sistemi çekip çeviren bir başkana,
Merkezi değil yerinden yönetime dayanan yeni bir anayasaya doğru gidiliyor.
*
Artık Erdoğan, Yeni Türkiye şirketinin fiili President’idir.
Ama dünyanın yarısı o’nu Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlaksız bir ticarete dönüştürmekle suçluyor.
Türkiye’nin yarısı da o’nu güçlü bir ordu, silah sanayii ,enerji kaynakları ve güçlü ekonomi olmadan mevcut rejime karşı devrim yapmakla,
Güçsüz ve yetersiz ve zayıf demokrasiden güçsüz, kifayetsiz, zayıf bir otoriter sisteme geçmekle,
Yozlaşmış ahlakı ve vicdanı üzerinden bütün sistemi boğazına kadar yolsuzluğa batırmakla,
Bunlara rağmen öngördüğü İslamcılık ideolojisinin bir boka yaramamakla suçluyor.
President Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti devletini karşı devrime uğratmakla suçludur. Yeni Türkiye’nin ve presidentinin de naylon hükmünde kalacağı düşünülüyor.
*
Zavallı Davutoğlu, President Erdoğan’la paylaştığı köhne siyasi hayalleri peşinde gelip-geçmiştir…
Şimdi bu fırsatta nefsini ve ruhunu rehabilite edebilse, özgür bir akıla ve vicdana sahip olmanın ne mükemmel bir durum olduğunu anlayabilecek ve bu sonuca gerçekten şükredebilecektir…
7.5.2016
Bir yanıt yazın