Silivri’de neler oluyor? Ben artık kuşkuluyum!
19 EYLÜL 2011 de Yazdığım bir yazı.
Dün bende eylemdeydim.
Yazılarımdan birisinde Silivri Ceza Evi’ni Bastille zindanlarına benzetmiştim ve oradaki tutsakların ne kadar zor şartlar altında olduklarını anlatmaya çalışmıştım.
Gazeteci Şükrü Doğan Yurdakul, eşinin ölümünden sonra camiye ve üzerine birkaç kürek toprak atabilmesi için mezarı başına cezaevi aracı ile yollanmıştı.
(İnsanlık dışı ve utanç verici olmakla birlikte, dine imana sığmayan bir gaddarlık diyorum ben buna.)
Van kapalı ceza Evi’nden İst. Metris Ceza Evi’ne karayolu ile gönderilirken aracın tutuşması sonucu cayır, cayır yanarak can veren 5 hükümlü…
(Buna hiçbir mazeret uydurulamaz.
Bu insanların katil de olsalar bu şekilde ölmeleri yerine idam edilmelerini tercih ederdim. Hitlerin Yahudi yakma fırınlarından farksız bir olayda yetkililer esas suçludurlar bence.
Onca yola neden uçakla gönderilmediler? )
Ve Silivri’de tutuklu olan eski bir gazi olan Av. Serdar Öztürk’e verilen hücre cezası.
Efendim, gardiyanları kızdırmış gazi avukat, onlar da tutanak tutup şikâyet etmişler.
Desenize oradaki gardiyanlar kraldan çok kralcı ve oranın hükümranları.
Vay geldi tutsakların başına.
Adam zaten hücredeymiş bunun dışında ne yapılacak acaba?)
İşte akıllara o zaman bu soru geliyor.
Silivri’de neler oluyor?
Cevabı basit.
Silivri’de insanlık suçları işleniyor.
Silivri’de cezaların en ağırları uygulanıyor sevgili okurlarım. Bir kere insan onuru ile oynanıyor. Suçu ispat edilmemiş sadece varsayımlar, gizli tanıklar hayali suçlar ile birçok masum insan, vatanperver (gazeteci, milletvekili seçilmiş, subay, asker bilim adamı, parti genel başkanı) suçlarının ne olduklarını bile bilmeden tutsak konumuna getirilmişler.
Ne yazık ki gözden ıraklar, korumasızlar ve Silivri artık onlar için Bastille’den farksızdır. Ben artık kuşkuluyum.
Acaba yemeklerin içine her hangi bir ilaç konuluyor mu?
Konulabilir mi?
Emekli Binbaşı Cem Ersever’in öldükten sonra kanında saptanan halüsinojen maddeler “ölmeden önce onun zihninin kontrol edilmeye çalışıldığını mı gösteriyor” soruları sorulmuştu bir zamanlar.
Orada olan tutsakların ne kadar can güvenlikleri vardır acaba?
Öztürk ve diğerleri aylardır, yıllardır hücrelerdeler zaten değil mi?
Bunlar kürek mahkûmları mıdır?
Siyasi mahkûmlar mıdırlar?
Yoksa seri cinayetler işlemiş canavar mıdırlar?
Öyle cezalar alıyorlar ki eşleri ile dahi görüşmeleri yasaklanıyor hatta bu da yetmezmiş gibi mahkemenin aldığı kararla duruşmalara da eşler belirli bir süre giremiyorlar.
Sanıyorum bu uygulama İP. Partisi lideri Doğu Perinçek ve eşine uygulanmıştı.(Psikolojik yıpratma ve baskı.)
Düşünebiliyor musunuz?
En yakınlarınızı dahi göremiyorsunuz.
Haberleşemiyorsunuz ve tek başınıza üstünüze yıkılırcasına, duvarlar arasında küçücük bir hücrede yalnızlığa terk ediliyorsunuz.
Nefesiniz daralıyor ve hayatınız kararıyor. Zamanla beyiniz uyuşuyor ve düşünceleriniz zayıflıyor, derken bambaşka bir insan oluyorsunuz.
Buna tıp dilinde zihin Kontrolü (Beyin yıkama)deniliyor.
Beyin yıkamada bazen kimyasal maddeler de kullanılıyor.
Birkaç metrelik odalarda birbirlerinden dahi tecrit edilmiş vatanperver olduklarına inandığımız insanların özgürlüklerinin ellerinden alınması yetmemiş şimdi böyle baskılarla beyinlerini almak istiyorlar sanıyorum.
Bu nasıl olacak diye düşünürsek elbette bir tıbbi operasyon ile olmayacak.
Peki, nasıl olacak o zaman?
İşte böyle, tutsakları halktan uzaklaştırarak hatta en yakınları ile görüş izinlerinin kaldırılmasıyla. Onları yalnızlığa iterek ve psikolojik zihin kontrolüyle olacaktır.
Psikolojik zihin kontrolü…
Bunu araştırdığımızda dehşet içerisinde kalıyoruz. Tıpta kullanılan bir takım ilaçlar sayesinde ki buna esrar dâhil, insanlar üzerinde çeşitli etkenlerini görmek mümkün oluyor.
Bu ilaçlar sayesinde bilinç dışına ait çeşitli bastırılmış motifler, insanları transa sokmak ve istenilen amaçlar doğrultusunda kullanmanın mümkün olduğu görülüyor.
Mesela bunların içerisinde insanları konuşturabilmek için kullanılan ilaçlar, renklerin, seslerin veya bilinç dışından gelen her türlü düşüncenin değişmesine yol açanlar, hipnoz, rüya görme hali, ağrıya duyarlılığın artırılması ve azaltılması, hafıza kaybı veya hatırlatma, sersemlik, psikoz, yaratıcı düşünce, aşırı duyarlılık yaratan ilaçlar var.
Kısacası şöyle deniliyor. Kimyasal maddelerle beynin normal akar dengesinin (hemostasis) yıkılması ve yepyeni bir yapı kurulması gibi.
Bu kimyasal maddelerin terörist yetiştirmede kullanıldığı dünya tıp otoriterleri tarafından kabul ediliyor.
Toplumsal zihin kontrolüne gelince buna en güzel örnek olarak Hitler gösteriliyor. Hitler’in hitabet sanatını ve diğer teknikleri çok iyi bir şekilde kullanarak kitleleri arkasına takması toplumsal zihin kontrolü olarak tanımlanabilir deniliyor.
Toplumsal zihin kontrolü amacıyla, televizyondan basına, reklamlardan filmlere kadar her şey kullanılabilmektedir. 21.Yüzyıl Türkiye’sinde yaşadıklarımız sanki Hitler Devrinin bir kopyası gibidir.
Gerçekler toplumdan gizlenerek adeta insanlar hipnotize ediliyorlar. İşçilerin, memurların, öğrencilerin, toplumun büyük bir kesiminin hak aramak için yaptıkları sokak eylemleri televizyon kanallarında ya birkaç saniye gösteriliyor veyahut ta hiç gösterilmiyor.
Evlilik programları, dizilerle millet oyalanıyor. Hani üzerimize ölü toprağımı döküldü diyoruz ya, aslında bizler farkında olmadan beynimiz yıkanıyor, zihnimiz kontrol altına alınıyor.
Başbakan Erdoğan’ın hitabetinin ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz. Buna bir de diğer teknikleri katınca halkın % 50’sinin böylece uyuduğunu gerçekleri fark edemediğini görüyoruz.
İşte bunun adı toplumsal zihin kontrolüdür.
Dün Ergenekon soruşturması kapsamında 200 gündür ceza-evinde bulunan gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık için meslektaşları Beyoğlu’nda yürüyüş düzenledi.
CHP ve birçok kuruluşun desteklediği yürüyüşte ben de vardım. Anlamlı bir eylemdi ama ben isterdim ki bu eylem sadece 200 gündür içeride tutuklu olan gazeteciler için değil, tutsak olan tüm vatanseverler, aydınlar için de yapılmalıydı.
Tuncay Özkan gazeteci değil miydi?
Özkan hemen, hemen 4 yıla yakın tutukludur.
Meslektaşları böyle bir eylem yapmadılar.
Neden?
Balbay ve Özkan’ın suçumuz nedir sorularına yargı halen cevap vermiyor.
Neden?
Çünkü onlar muhalif kimlikleri nedeniyle oradalar.
Başbakana göre onlar birer aydın vatanperver değil, karanlık birtakım kirli işlere bulaştıkları için oradalar.
İşte Ergenekon düzmecesi komutanlarımız, yazarçizerlerimiz, vatanseverlerimiz, halkımıza böyle gösteriliyorlar.
Bunun adı da toplumsal zihin yıkamadır.
Bence en büyük eylem Silivri’de nöbete katılmak olmalıdır. İçeridekilere biz buradayız diye sesimizi duyurmalı ve yargısız infaza dönüşen
Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması için var gücümüzle haykırmalı, demokratik hakkımızı kullanmalı ve savunmalıyız.
Bir yanıt yazın