BUNDAN TAM 6 YIL ÖNCE, GÜNCEL MEYDAN’DA, KEMAL BEY’E BİR AÇIK MEKTUP YAZMIŞ VE YAKLAŞAN GERİCİ, YOBAZ TEHLİKEYE DİKKAT ÇEKMİŞTİM… İŞTE O GÜNLER GELİP ÇATTI…
21. YÜZYILDA, 2016’DA, ATATÜRK’ÜN KURDUĞU MECLİSİN BAŞKANLIĞINI YAPAN KİŞİ, “LAİKLİĞİ ANAYASADAN ÇIKARALIM” DİYOR. BİR BAŞKA KARA SES, CÜBBELİ AHMET HOCA BAKIN, 23 NİSAN BAYRAMINA HANGİ SAPIK DÜŞÜNCELERLE SALDIRIYOR:
“Çoluk çocuğu baldır bacak çıplak vaziyette stadyumlarda dolaştırarak, bütün erkekleri onlara baktırarak, kimin oğlu, kimin kızı belli değil, sarmaş dolaş dans yaptırarak yetiştirdiniz…”
ŞİMDİ 6 YIL ÖNCE, KEMAL BEY’E YAZDIĞIM UYARI MEKTUBUNU OKUMAYA GEÇELİM:
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, “Hangi taşı kaldırsanız altından cemaat çıkıyor…” Aziz vatanın kaleleri birer birer zaptedilirken” siz nasıl “Ben cemaatlere saygılıyım” diyebiliyorsunuz?
Cumhuriyet tarihi boyunca cemaatlerle, tarikatlarla hiç bu kadar içli dışlı olmamıştık. Yobaz çeteleri tarafından hiç bu kadar kuşatılmamış, baskı altına alınmamıştık.
Türbanlılar, çarşaflılar, peçeliler kara giysileriyle, çevremizi bir kâbus gibi sarmaya devam ediyorlar. Kentlerimizi, sokaklarımızı, caddelerimizi tanıyamaz olduk.
Kurumlar, devlet daireleri birer birer teslim alınıyor. Resmi makamlar el değiştiriyor. Nitelik değiştiriyor. Başkalaşıyor. Siyasallaşıyor. Kan kaybediyor.
Yargı, ordu, emniyet, eğitim kadroları sessiz ve derinden yeniden düzenlenip, yeniden biçimleniyor. İstedikleri kişileri önemli mevkilere getiriyorlar, istemediklerini sokağa atıyorlar.
Yeşil sermayeli büyük finans kuruluşları ve iş merkezleri bir örümcek ağı gibi sarmış Türkiye’nin dört bir yanını. ABD, AB, Ilımlı İslam, menkul – gayrimenkul, tüm varlığını dincilerin hizmetine sunmuş.
Davaların “yılan hikâyesi gibi uzayabilmesi için” savcılar, yargıçlar ayarlanıyor. Tertipler düzenleniyor. Senaryolar hazırlanıyor. Sahte kanıtlar oluşturuluyor. Ulusalcıları “bertaraf” edebilmek uğruna şantaj, tehdit, hile hurda, tuzaklar kuruluyor. Kurumlar, politikacılar, paşalar dinleniyor. Ordunun, yargının, devletin sırrı ayaklar altında paçavraya dönmüş…
Cemaat, bilgileri – belgeleri önce yandaş medyaya servis yapıyor, sonra savcılara veriyor. Savcılar, polisin çizdiği sınırların dışına çıkmıyor. Çıkamıyor.
Cemaat sanki bir “Ali gıran, baş kesen” olmuş. Astığını asıyor, kestiğini kesiyor. Yandaşlarının kazanabilmesi için sınav sorularını bile çalıyor. TC Cemaatleşiyor. Cumhuriyetin savcıları seyrediyor.
Böyle bir ortamda siz hâlâ nasıl “Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum, ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da… Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler…” diyebiliyorsunuz?
Bir yerde Nurculuk, Süleymancılık, Fethullahçılık olur da siyasallaşma, siyasal İslam olmaz mı Sayın Kılıçdaroğlu? Bir yerde tarikatlar, cemaatler olursa orada demokrasinin D’sinden söz edilebilir mi? Cumhuriyetin ilanından bu yana Türkiye ne çektiyse bu akımlardan çekmedi mi, hâlâ da çekmiyor mu? Atatürk’ün partisinde, Atatürkçü olduğunu söyleyen, laik bir başkan nasıl böyle konuşabilir?
Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’de dincilik hareketleri İşte bu anlayışla başladı. İnönü döneminde, 1 Şubat 1949 tarihli genelge ile okullara program dışı din dersleri kondu. 1950’den sonra ise siyasal yönetimler, topluma egemen olabilmek, çıkarlarına hizmet eden bir düzen kurabilmek için ”din silahı”nı kullandılar. Toplumun bilincine kadercilik, tevekkül, boyun eğme, rıza gösterme gibi mistik değerleri aşıladılar.
Geçmişte yapılan bazı yanlışlar bir ülkenin geleceğini belirleyebilmektedir. Onun için siz politikacılar, konuşurken bin kere düşünüp, bir kere söylemelisiniz. Toplum önünde sergilediğiniz düşüncelerinize dikkat etmelisiniz. Umarız yukarıdaki konuşmalarınızla Deniz Baykal’ın 2002 yılında düştüğü yanlışlığa düşmezsiniz. Şimdi de bu konuda Zülfü Livaneli’yi dinleyelim:
“…19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.
Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz (Deniz Baykal) “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.
Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”
Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek…”
Sevgili Livaneli’nin söylediği gibi, Erdoğan arkasına Amerika’yı, Avrupa’yı almış, faşizme doğru son sürat giderken, (aslında giderken bile dememek gerekir uçarken), ey Kılıçdaroğlu, siz hâlâ “laikliğin tehlikede olmadığını” mı düşünüyorsunuz?
Fethullah Gülen Cemaati şu anda bütün gövdesi, ayakları kolları ile siyasete girmiş, siyasallaşmıştır ve kadrolarını devletin içinde oluşturmakla meşgulken siz hâlâ “cemaatlere saygılıyız” diyebiliyor musunuz?.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, bizim Gaziantep’te çok güzel bir deyim vardır, “Sel, değirmeni götürmüş, sen hâlâ onun “cakcakı”sını arıyorsun…” Bir gün size bu sözün öyküsünü de anlatırım. İlke olarak yanınızdayım ama siz her şeyden önce ABD’nin bu neoliberal düşüncelerini size tavsiye eden danışmanlarınızdan, akıl hocalarınızdan bir kurtulun. Bu yol, yol değildir; bu gidiş, gidiş değildir… İslamcı Faşizm göstere göstere, bağıra bağıra geliyor. Siz onunla uzlaşma yöntemini seçiyorsunuz. Böyle bir mücadele biçimi ile bu yürüyüşü asla durduramazsınız… Bizden söylemesi…
23 EYLÜL 2010
(ali-eralp37@gmail.com)