Çanakkale’den sonra Türk ordusunun I. Dünya Savaşı’nda kazandığı ikinci büyük zafer, Kuttü’l Ammare zaferidir. 1940’lara kadar bu zafer, Cumhuriyet döneminde resmî kutlamalarla anılmıştır. 29 Nisan bu büyük zaferin 100. yıldönümü olacak. Hatırlanması ve lâyık olduğu ilgiyi görmesi güzel, bu zaferin hatırlanmasının karşısına 1920’de TBMM’nin açıldığı 23 Nisan’ın yerleştirilmesi ise sadece cehaletin eseri.
Bu cehalet Cumhuriyet gazetesinin manşetinde yer alan Miyase İlknur imzalı ‘Kut’ül Amare 23 Nisan’ın alternatifi mi: Nurettin Paşa sevdalısı AKP’ haberinde zirveye çıkmış. Hataları düzeltmeden, bu büyük zaferden ve sonrasında yapılan stratejik hatalardan dersler çıkartmak mümkün değil.
Kut Zaferi, Cumhuriyet’in haberinde iddia edildiği gibi Nurettin Paşa’nın değil, Halil Paşa’nın komutasında kazanılmıştır. Halil Paşa soyadı kanunu çıktığı zaman, doğrudan ‘Kut’ soyadını aldığı zaman da kimseden itiraz gelmemiştir.
Halil Kut, Kurtuluş Savaşı’nda Ankara hükümetini desteklemiş ve Sovyetler’den silah temininde önemli roller üstlenmiştir.
Cumhuriyet gazetesinin Kut Zaferi’ni malettiği Nurettin Paşa, savunmaya dayalı askerî anlayışı yüzünden Dicle Grup Kumandanlığı görevinden alınmış ve 10 Ocak 1916’da komuta Halil Paşa’ya
verilmiştir. 6 Nisan’da Irak Ordu Komutanı Goltz Paşa’nın (Feldmareşal Baron von der Goltz) tifüsten ölümü üzerine kumanda tamamen Halil Paşa’ya geçmiş, zaferin şerefi ona nasip olmuştur.
Kut Zaferi, bir dizi muharebenin sonunda 29 Nisan’da İngiltere’nin Irak’a gönderdiği General Townshend komutasındaki Hintli askerlerden oluşan ordusunun 13 general, 481 subay ve 13 bin erin 29 Nisan’da teslim alınmasıdır. Türk ordusu tarafından İngiliz ordusu, Bağdat’ın güneyinde Dicle kıyısında küçük bir kasaba olan Kuttü’l Ammare’de, keskin bir derenin bulunduğu dar bir alanda kuşatılmış, Dicle üzerinden gemiyle, karadan Basra ordusuyla gelen İngiliz desteği en kanlısı Selman-ı Pak’da olmak üzere, yine Halil Paşa’nın müdahalesiyle durdurulmuş ve Kut’taki İngiliz ordusu açlık ve hastalıktan bitap düşmüş vaziyette çaresiz teslim olmuştur. İngilizler bu sonucu tarihlerinin en onursuz teslim anlaşması olarak kaydederler. Kut büyük bir zaferdir ancak Çanakkale ile mukayese edilemez. Çünkü Çanakkale ile dünyanın ve bizim kaderimiz değişmiştir. Kut ise tam tersine her şeyin tersine gitmesinin başlangıcı olmuştur. Her şeyden önce Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi, bu zaferin sağladığı asıl fırsatı, Basra Körfezine kadar İngiliz askerî varlığını temizleme işini tamamlamadan İran’a yönelmiş ve İngilizler kısa zamanda kuvvetlerini ve savaş hatlarını yeniden tahkim etmişlerdir. 1918 geldiğinde Mısır’dan gelen General Allenby’nin ilerlemesi, büyük ölçüde bu hatanın eseridir.
Savaş içinde Arap isyanı, doğrudan bu zafere verilmiş bir İngiliz tepkisidir. İngilizler bu hezimetin acısını çıkartmak için altınları Şerif Hüseyin’e bağlı isyancı kabilelerin önüne yığmış, o zamana kadar verilmeyen ağır silahlar hemen sevkedilmiştir. Meşhur Lawrence hikayeleri, hep Kut zaferinin karşılığıdır.
Bugün yeniden ısıtılan Sykes-Picot da hızla, Kut Zaferi’nin cevabı olarak tamamlanmıştır. Sykes-Picot ismine çok takılmayın. Ortadoğu’nun sınırlarının dışardan çizilmesi anlamına gelen bu anlaşmanın farklı isimlerde hep öncesi ve sonrası olmuştur. Sykes-Picot’nun
diğerlerinden farkı, Çarlığı deviren Sovyet yönetiminin emperyalizmin gizli dolaplarını ifşa etme adına bu anlaşmanın gizli belgelerini açıklamasıdır.
Tekrarlayalım: Kut Zaferi askerî açıdan büyük bir zaferdir ancak rövanşı siyasî olarak çok fena kaybedilmiştir. Büyük Millet
Meclisi’nin açılışı ile Kut zaferinin karşılaştırılması ise ister eleştirmek ister savunmak adına yapılsın ancak koyu bir cehaletin eseri olabilir. Belki sadece şöyle bir ilişki kurulabilir: 23 Nisan, kaybettiğimiz Kut rövanşına karşı, yeni bir zaferin ilk ve doğru adımıdır.
Mümtaz’er Törköne
19/04/2016
* * *
Tarafımdan (a.k.)eklenen bir NOT:
Halil Kut Paşa (1882, İstanbul – 20 Ağustos 1957, İstanbul), Türk asker. “Kut’ül Ammare Kahramanı” olarak da bilinir. Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük amcasıdır. 1934 yılında Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından Kütülammare Zaferi nedeniyle “Kut” soyadı verildi.
Yazıları posta kutunda oku