Bu Ergenekon kumpası kurulduğu günden beri hep yazdık, konuştuk, anlattık, yurtseverlerin başına cezaların yağmur gibi yağdığı karar sonrasında da dedik ki:
“Balyoz kararları hükümsüzdür, geçersizdir.
Niçin hükümsüzdür? En baştan başlayalım:
Balyoz Davası, 5 Kasım 2007 yılında Bush – Erdoğan görüşmesinde planlanmıştır. Siyasi bir davadır.
Türkiye’nin Kürdistan, Ermenistan bölgelerine ayrılması, İkinci İsrail devletinin kurulup, BOP haritasının gerçekleşebilmesi için Türk Ordusunun parçalanması, “KAFESE KONULMASI”, komutanlarının esir alınması gerekiyordu.
Bu amaçla bir suç dosyası oluşturuldu. Adına “Balyoz” denildi.
Buna göre ordu, kendi uçağını düşürme, kendi camisini bombalama suçu ile yargılanıyordu.
Ömrünü Türk Silahlı kuvvetlerine adamış, vatan savunmasında canını ortaya koymuş komutanlar çete kurmakla, darbecilikle suçlanıyordu.
Onların ortak özellikleri ise Atlantik, ABD karşıtı olmaları, Atatürk’e sahip çıkmaları ve PKK teröristlerine karşı dişe diş bir mücadele vermeleriydi… (Balyoz kararları hükümsüzdür, geçersizdir… 28 Eylül, 2012, İlk Kurşun)
DAHA SONRA DA KUMPASÇILARA ŞÖYLE SESLENDİM:
“Sizler, orduya, yurtseverlere tertipler düzenleyenler, önünde sonunda, mutlaka, bu enkazın altında kalacaksınız.
Çünkü asıl suçlu sizsiniz…
Bu ülkede BOP başkanlarına yer yoktur. Vatan bölücülerine, vatan satıcılarına, cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarına yer yoktur…” (Duvarlarınızla, Zindanlarınızla Birlikte Yıkılacaksınız… Ali Eralp, İlk Kurşun, 15 Aralık 2012)
İşte o gün geldi çattı. İddianamesi 18 bin sayfa, celse zabıtları 40 bin sayfa, ek klasörleri 120 milyon sayfa olan Ergenekon davasında Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 274 sanık hakkında verilen kararları “esas ve usul” yönünden bozdu. “Örgüt yoktur” ve “dijital medyalar hukuka aykırı”dır dedi.
Ne var ki bu mutlu sonu Ergenekon şehitleri Kuddusi Okkır, Türkan Saylan, Ali Tatar, Erhan Göksel, Uçkun Geray, Muzaffer Tekin, Kâşif Kozinoğlu ve İlhan Selçuk göremedi…
20 Haziran 2007 tarihinde tutuklanan Kuddusi Okkır, Ergenekon Örgütü’nün kasası olmakla itham ediliyordu. Stres, zor hapishane koşulları nedeniyle bir süre sonra “akciğer kanseri” illetine yakalandı. Bu ağır hastalığına rağmen, “delilleri karartabileceği” gerekçesiyle bir süre daha tutuklu kaldı. 1 Temmuz 2008 tarihinde serbest bırakıldığında hastalık hayli ilerlemişti. Bu tarihten 5 gün sonra yaşamını yitirdi…
“Gizli kasa” ilan edilen Okkır’ın cenazesi, ailesinin parasızlığı nedeniyle belediye tarafından kaldırıldı.
Kâşif Kozinoğlu da hapisteyken ölmüştü. Arkadaşları onun her zaman spor yaptığını ve sağlığının yerinde olduğunu vurguluyorlardı… O, vefatından önce, el yazısı ile hazırladığı bir belgede dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsviçre bankalarında, 8 ayrı hesapta 800 milyon ABD doları olduğunu iddia etmişti…
Bu ölüm hala gizemini korumaktadır… Türk milleti açıklama beklemektedir…
Peki, bütün bu olaylar yaşanırken medya ve iktidar ne yapıyordu?
Yandaş basın alçakça tertipler düzenliyor, ordumuza ağza alınmayacak küfürler savuruyor, intihar eden Ergenekon şehitleri ile dalga geçiyordu. Kendisine yapılanları onuruna yediremeyip, canına kıyan onurlu bir Türk subayı, Ali Tatar’ın ardından bakın, Sabah gazetesi neler yazmıştı:
“Galiba şafak attı, güneş doğuyor, tahtakuruları nereye?”
Eşinin anlatımı ile “Babalarının intiharını henüz çocuklarının bile tam olarak algılayamadıkları” hüzün verici bir ortamda, bir subayımıza “tahtakurusu” denilmekteydi…
Ergenekon söz konusu olunca elbette AKP’li politikacılar da ağızlarına geleni söylüyorlardı. Suçlamalar, tehditler, tertipler gırla gidiyordu:
15 Temmuz 2008’de Ergenekon Davası, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde taşındığında dönemin Başbakanı RTE, “Bu davanın savcısıyım” çıkışında bulunmuştu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise, bir televizyon programında, “Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sıkıntılar, sancılar bir taraftan doğum sancısıdır. Bir taraftan da bağırsakların temizlenmesidir” yorumunu yapıyordu…
Dönemin AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik daha keskin, daha sertti: “Şunu unutmamak lazım. Türkiye yıllardır darbe tehdidi altındaydı. Merhamet adaleti engellerse o merhametten maraz doğar. Kurda merhamet etmek, kuzuya zulüm etmektir…”
AKP politikacıları başlangıçta Fethullah Gülen cemaati ile birlikte hareket ediyor, kumpasları birlikte hazırlıyordu. Ne zaman ki işin içine koltuk davası, maddi çıkarlar girdi, suçu “Paralel yapı” üzerine atmaya başladılar. “Yanıldık, bizi yanılttılar…” dediler…
O yıllarda bütün bu hukuksuzlukları, tertipleri Fethullah Gülen cemaati ile birlikte düzenleyen AKP, bugün, sanki bütün bu olup bitenlerden haberi yokmuş gibi, pişkin pişkin seyrediyor… Üstüne almıyor, suçu başkasına yüklemeye çalışıyor…
Ama kazın ayağı öyle değil…
Vakti saati geldiğinde, Türk ordusunun vatansever komutanlarını PKK’lı tanıklarla mahkûm etmeye çalışan kumpasçılar ve “Ergenekon savcıları” da yargılanacaktır… Çekilen onca acıların, ahların, çilelerin hesabı sorulacaktır.
İşte o zaman Ergenekon davası gerçekten sona ermiş olacaktır…
Bir yanıt yazın