Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Meclis’in 96. kuruluş yıl dönümü olan 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarını bu yıl ‘terör ve şehitler’ gerekçesiyle iptal etti. (Milliyet)
Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları yasaklanırken, İslam dininin içini boşaltmak isteyenlerce uydurulan ve bilinçli olarak 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramına denk getirilen “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri hükümeti temsil eden tüm zevatın, onların memurları konumuna getirilen Vali, Kaymakam, Milli Eğitim Müdürlerinin sınırsız katkı ve destekleriyle tüm Türkiye’de kutlanıyor.
Doğal olarak “Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı” kutlamalarının iptal edilmesi haklı tepkilere de neden oldu.
Peki, akıldışı gerekçelerle iptal edilen, kutlanılması istenmeyen, unutturulmaya çalışılan, yasaklanan nedir? Ulusal Egemenlik, Tam bağımsızlık, çocuklarda ve gençlerde ulusal (milli) bilinç duygusunun uyandırılması ve pekiştirilmesi.
Ulusal Egemenlikten, Tam bağımsızlıktan, Milli Bilincin uyanmasından kimler niçin rahatsız olur?
Bize bu sorunun yanıtını en iyi özetleyen kişi, TBMM’nin ve Cumhuriyet’in ölümsüz kurucusudur.
“Mustafa Kemal, Türkiye’nin yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücü, iki büyük lanetleme gücü ezdiğini” haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gönderine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti.
Bu iki kahredici, lanetleme, baş belası güç neydi?
Mustafa Kemal’e göre; birisi EMPERYALİZM, diğeri ise SALTANAT
Bu nedenle Ulusal Egemenlikten, Tam bağımsızlıktan, Milli Bilincin uyanmasından rahatsız olanlar Emperyalizm(ABD-AB vd.) ve saltanat yanlılarıdır.
Niçin Rahatsızlardır?
Çünkü Batılı Emperyalistlere karşı yürütülen Bağımsızlık Savaşı’nın komuta merkezi Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Çünkü emperyalizmin sömürü tarihini sonsuza dek onarılamayacak biçimde parçalayan, ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ülküsünün kutsal bir isyana ve direnişe dönüştüğü yer Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bu Gazi Meclisin Türkiye’nin ulusal bağımsızlığı ve ulusal egemenliği için 1920’lerde siyasal dinci-gericiliği besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizme vurduğu kahredici darbeler dünyanın her yerinde duyulmuş, tüm ezilen uluslara cesaret ve umut kaynağı olmuştur.
Yani 23 Nisan 1920; hem emperyalizmin ve onun işbirlikçilerinin, hem de emperyalizm tarafından beslenen, palazlandırılan, önü açılan siyasal dinci gericiliğin Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğü ve önderliğinde ve soylu Türk ulusu tarafından onulmaz yıkıma uğratıldığı bir tarihtir.
Gerek emperyalistler ve işbirlikçileri, gerekse emperyalizmden beslenen dinci gericilik Cumhuriyet tarihi boyunca kendilerini yıkıma, yenilgiye uğratan, tüm ezilen uluslara cesaret ve umut kaynağı olan Mustafa Kemal Atatürk ve TBMM den intikam almak, gelecek kuşakların bilincinden tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik ülküsünü silmek ve yok etmek için ellerine geçen her fırsatta saldırılarını sürdürdüler.
Ancak unutulmamalı, 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı, 30 Ağustos’u, 29 Ekim’i yasaklamaya kalkışanlar, ulusal değerlerimizin içini boşaltarak anlamsız ve gereksiz kılanlar, milli bilinci dumura uğratmak için şeytanla bile yol arkadaşlığını göze alanlar, Atatürk’ten kalan tüm mevzileri yıkan ve yağmalayanlar bu ihanetlerinde, hiçbir zaman yalnız değillerdi. Bu içimizdeki Türk devrimi ve Cumhuriyet yıkıcıları, ihanet erbabı soysuzlar her dönemde Batılı yağmacılardan beslenmişler, onların yadsınamaz desteğini almışlardır.
Bu gün 23 Nisan’ın, 19 Mayıs’ın, 30 Ağustos’un, 29 Ekim’in yasaklanma kararı; 1939’dan bu yana yağmacı Batıdan icazet alarak iktidar olan, emperyalizmin taşeronu hükümetlerin alt yapısını hazırladıkları bir yıkımın sonucudur. 14 yıllık AKP iktidarı ise bu sürecin en pervasız son halkasıdır.
Özellikle son 60 yıldır iktidar olan hükümetler tarafından ABD ve IMF’nin dikte ettiği, bağımsızlığımızı, ulusal egemenliğimizi ipotek altına alan politikalar koşulsuz uygulandı ve mecliste yasalaştırıldı. Batıcı sistemin yarattığı ekonomik ve siyasi yıkıma, işbirlikçi gericiliğe karşı Kemalizm’in bayrağını yükseltmesi gereken siyasal partiler, Kemalizm’i değil de IMF’yi, Amerika’yı, NATO’yu, AB’yi savundukça Türkiye de gericilik yükselişe geçmiştir.
Kendilerine gericiliğin önünü kesme umudu bağlanan siyasal oluşumlar, gericiliğin karşısına Ulusal Bağımsızlığı, ulusal egemenliği güçlendirerek çıkmak yerine, gericiliği besleyen ana damar olan emperyalizmle bağlarını kuvvetlendirmeye yönelmişlerdir. Emperyalizmle bağlarını kuvvetlendirmeye yönelik her çaba ise doğası gereği gericiliğin daha da yükselmesiyle sonuçlanmıştır.
Bu saptamalarımıza somut bir örnek verelim. Y-CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU değişik zamanda yaptığı konuşmalarda ; “CHP, Türkiye’yi AB’ye sokmakta kararlı…” – “Türkiye’nin AB sürecini CHP başlatmıştır, CHP mutlu sona ulaştıracaktır”- “CHP yönetiminde Türkiye, AB üyeliği gerçekleşene kadar ki süreçte, AB’nin geleceği için projeler geliştirecektir.” Bu söylemlerden anlıyoruz ki Y-CHP Genel Başkanı Ateşli bir AB yanlısıdır.
15 Nisan 2016 günü Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen Türkiye ilerleme raporuna tepki gösteren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “…rapor Türkiye’nin aleyhine. Bu beni gerçekten çok üzüyor ve Türkiye bu tabloyu asla hak etmiyor. Sayın Davutoğlu’na çağrı yapıyorum; Türkiye’yi gelin hep birlikte, el ele bu ayıptan kurtaralım” dedi.
AB emperyalist bir örgütlenmedir. Bay Kılıçdaroğlu kendini seçen halkın istemlerini yerine getirmediği için iktidarı ayıplamıyor! Emperyalist AB’nin istemlerini yerine getirmemenin “ayıp” olduğunu düşünüp, söylüyor. Çözüm önerisi de hazır. AB ne istiyorsa “gelin hep birlikte, el ele” yerine getirelim.
Peki, AB’ye girmek ne anlama geliyor? “AB ne girmek demek, Ulusal Egemenliği, AB Devletine teslim etmek demektir. Başta AKP Hükümeti olmak üzere, tüm AB yanlıları, kayıtsız şartsız, Türk Milletine ait olan egemenliği, Hıristiyan AB ye teslim etmek istemektedirler! Ancak bu gerçeği, açık ve net söylemekten çekinmişlerdir.” (Yılmaz Dikbaş – Tabuta Çakılan Son Çivi)
Bu yalın ve acı gerçeği AB’nin akıllı ve kurnaz mimarları kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkla her ortamda dile getirmişlerdir.
“2000 yılının Kasım ayında Türkiye Avrupa Parlamentosu Karma Komisyonu İkinci Başkanı Andrew Nicholas Duff, Türkiye’nin egemenliğin AB’ye kaydırılması konusunda adımlar atması gerektiğini söylemiş ve ”AB’nin meşruluk kazanması için ülkelerin egemenliklerini Birliğe kaydırmaları şart, TBMM’nin bu alanda gerekli çalışmaları başlatması şart” demiştir. (Yeni Şafak Gazetesi, 25.11.2000)
“İtalya Başbakanı Prof. Dr. Guiliano Amato, 13 Temmuz 2000 tarihinde İtalyan gazetesi La Stampa ile yaptığı söyleşide şunları söylemiştir: “Avrupa Birliği Anayasası, cesur bir projedir. Ancak (…) çok şey elde etmek için, ‘sanki’ az bir şey istiyormuş gibi davranılmalıdır. Ellerinden egemenliklerini almak istediğimiz devletler, ‘sanki’ egemen kalacaklarına inandırılmalıdır.(…) Gerçek şudur ki, ulus devletlerin elinden alınacak egemenlik gücü, buharlaşıp kaybolacaktır. Artık, açıkça tanımlanabilir egemenlikler kalmayacaktır. Ben, yavaş yavaş hareket edilmesini tercih ederim. Egemenlik, azar azar ufalanmalıdır. Egemenliğin ulus devlet elinden alınıp federal güce tesliminde, sert davranışlardan kaçınılmalıdır.” (Yılmaz Dikbaş, “Gaflet Dalalet Hıyanet”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Ekim 2007, 4. Baskı, sayfa: 424-425)
Halen İngiliz Lordlar Kamarası’nda bağımsız soylu olarak bulunan Lord David Stoddart; “AB Anayasası, ulusalcılığın tabutuna çakılmış son çividir” diyor ve devam ediyor.
“Seçilmiş hükümetlerin ellerindeki güç, son 30 yılda yavaş yavaş, demokratik olmayan AB’ye devredilmiştir. Halkımız şunu anlamalıdır ki; AB Anayasası’nı imzalamakla, Başbakan Tony Blair, İngiltere’nin kendi kendini yönetme hakkını Brüksel’e teslim etmiştir. Elindeki kalemin bir darbesiyle, bin yıllık tarihimiz yok olup gitmiştir. Demokrasi mirasımız tümü ile elden çıkarılmıştır.” (Yılmaz Dikbaş – Tabuta Çakılan Son Çivi)
Değerli dostlar;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Meclis’in 96. kuruluş yıl dönümü olan 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarını ‘terör ve şehitler’ gerekçesiyle iptal etmesi elbette karşı devrimci ve gerici bir karar ve uygulamadır.
Bu dinci gericilikle ve karşı devrimcilikle mücadele, siyasal dinci-gericiliği besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizme (AB-ABD) karşı mücadele ile özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci gericiliği alt etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin temel dayanağı olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket tali sorunları öne çıkarıp dinci faşist sistemin aklanmasına ve meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Emperyalizmin çıkarlarıyla uyumlu davranarak, ona hizmette kusur etmeyerek iktidar olmayı, iktidarda kalmayı amaçlayanların, Avrupa Birliği yanlılarının 23 Nisana, 19 Mayısa, 30 Ağustosa, 29 Ekime sahip çıktıklarını söyleyip yazmaları yalnızca bir ikiyüzlülük değil, aynı zamanda Türk halkını aldatıp kandırmaya yönelik kuyruklu bir yalandır.
Çünkü bugün Türkiye’yi yönetenler, TBMM deki Milletvekillerinin ezici bir çoğunluğu AB’nin hegemonyasına girip onun 12 yıldızlı bayrağının altına sığınmanın hazırlıkları içindedirler.
“AB’ye girmek demek, Ulusal Egemenliği AB devletine teslime razı olma anlamına gelmektedir. Peki, Ulusal Egemenliği AB’ye teslim etmenin anlamı nedir? Ulusal Egemenliği AB’ye teslim etmenin anlamı, Hıristiyan Avrupa Birliği’nin vesayeti altına girmek demektir. Adı, unvanı, makamı ve rütbesi ne olursa olsun, her kim ki AB yanlısıdır, o kişi “Ben Hıristiyan Avrupa Birliği’nin boyunduruğu altına girmeyi kabul ediyorum” demektedir.
Aralarında laiklik ilkesinin de bulunduğu Cumhuriyet Devrimlerinin temelinde, Ulusal Egemenliğimiz bulunmaktadır. Ulusal Egemenliğimizi Hıristiyan AB’ye devretmek demek, Cumhuriyet Devrimlerini temelden yıkmak demektir!” (Yılmaz Dikbaş – Tabuta Çakılan Son Çivi)
Ulusal Egemenliğimiz elimizden gittikten, Cumhuriyet Devrimleri temelden yıkıldıktan sonra 23 Nisan Kutlamalarının yapılabileceğine inanmak ya bir akıl tutulması değilse tam bir ihanettir.
Son 60 yıldır iktidar olanlarca ABD- AB ve IMF’nin dikte ettiği, bağımsızlığımızı, ulusal egemenliğimizi ipotek altına alan politikalar koşulsuz uygulandı ve mecliste yasalaştırıldı.
Bu gün TBMM’de temsil edilen partilerin tümü Ulusal Egemenliğimizi Hıristiyan AB’ye devretme konusunda birbirleri ile yarış yapmaktadırlar.
Sonuç olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; TBMM’de temsil edilen partilerin tümü AB sevdası uğruna Cumhuriyet devrimlerinin temeline dinamit koymakta eylem ve işbirliği içindedirler. AKP 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı, 30 Ağustos’u, 29 Ekim’i yasaklama kararı alırken pek de yalnız sayılmaz değil mi? 17.04.2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK