Rusya, Ukrayna krizi nedeniyle G7 toplantılarına iki yıldır davet edilmiyor.
Almanya Dışişleri Bakanı F.W.Steinmeier “Büyük uluslararası çatışmaların Rusya olmadan çözüme kavuşturulması mümkün değildir. Moskova Suriye’deki çözüm sürecinde aktif olarak rol oynuyor. Rusya’nın oynadığı rolün yapıcı olup olmadığına bir yıl sonra bakacağız. G7 ülkelerinin G8 formatına dönebilmesi için Rusya’nın dönüşünün ne zaman mümkün olacağını ve bunun için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini görüşeceğiz ” diyor…
*
Moskova ise “Rusya’nın yeniden G8 üyesi olabilmesi için belirli kriterleri yerine getirmesi gerektiği söyleniyor. Mesela Ukrayna hükümetinin yerine getirmediği Minsk anlaşmasının Rusya tarafından yerine getirilmesi ya da Rusya’nın Suriye ve Libya’daki durum nedeniyle bazı şartlara uyması gerektiği gibi kriterler!
Bu bakış biçimi doğru değildir. Çünkü G8 formatı, Ukrayna’da kendilerinin kışkırttığı kriz nedeniyle Rusya’ya karşı tek taraflı baskı araçları bulmaya çalışan Batılı partnerlerimizin isteğiyle durdurulmuştur” yanıtı veriyor.
Devlet Başkanı V.Putin, Rusya’nın G8 grubunun içindeyken alternatif bir bakış getirdiğini belirtiyor ve “‘Anlaşılan ortaklarımızın böyle alternatif bir bakışa ihtiyacı yoktur. Bu onların kararı. Ancak G7 bir kurum değil, bir hobi grubu. Onlara bu halleriyle başarılar dileriz” diyor…
*
Sorun;2008 Ekonomik Krizi’nde ABD ve G8’in diğer ülkeleri tarafından kabul edilen ve IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret örgütü tarafından dayatılan;
Mali disiplinler, mülkiyetin korunması, özelleştirmeler, kamu harcamalarının azaltılması, ticaretin serbestleştirilmesi, finansal reformlarlar gibi neo-liberal politikalarla ilgili Washington Konsensüsunun çökmesiyle başlamış ve uluslararası arz-talep dengesi bozulmasıyla başlamıştı.
*
ABD ve Avrupa iç sorunlarıyla uğraşır olunca, uluslararası düzenin istikrarını sağlayacak, çatışmaların yayılmasını önleyecek hegemon güç açığı ortaya çıktı.
Batı içine kapanıyor, yükselen bölgesel güçler boşluğu dolduruyor ve çatışmalar artıyordu.
Çözülmemiş çatışmaların sonucunda mali piyasaların ve uluslararası sorun dinamikleri daha fazla içiçe geçti…
Giderek mali piyasalarda ve uluslararası meselelerde belirsizlik, istikrarsızlık ve öngörülemezlik oluştu…
*
Bir alt-üst oluşun ardından Rusya giderek istikrar tesis ediyor ve petrol gelirleriyle halkın yaşam standartlarını yükseltirken, oligarklarıyla birlikte yöneticileri de halkın sevgisini kazanıyordu.
Bu güvenle Devlet Başkanı V.Putin içeride baskıcı politikalar kurarken, dışarda Suriye’ye, İran’a destek oluyor, Arap Baharı’nı tehdit olarak görüyor ve Batı’nın dikkatini çekiyordu.
Bu kez dağılan Sovyetler Birliği ve bütünleşen AB değil tam tersiydi…
*
2013’de Ukrayna-AB Ortaklık Andlaşması gündeme geldiğinde,Rusya AB’yi devre dışı bırakmakta zorlanmadı.
Ama Ukrayna halkının ayaklanması tam bir sürprizdi ve Avrupa yanlısı yeni bir Ukrayna doğdu.
Putin bu gelişmeye komünizm temelinde milliyetçi ideolojisiyle karşı durdu.
Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinin ardından Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri bağımsızlık ilan etti, çatışmaların ve barış müzakerelerinin tarafı olduklarını bildirdiler.
*
Batı’nın gözünde Rusya ortak olmaktan ziyade bir tehdite dönüşmüştü ve NATO bu tehdite karşı vargücüyle mücadele etmesi gerektiği yönünde askeri varlığını Doğu Avrupalı üye ülkelere konuşlandırmaya başladı.
Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede çatışma alanı oluştu.
2009’da AB’nin Doğu Ortaklığı Programı Ukrayna’daki çatışmayı tetiklemişti ve bu bölgenin paylaşılmasının, sınırların belirlenmesi ve statülerine çözüm getirilmesinin yolu açılmıştı…
*
Batı- Rusya rekabeti Finlandiya’dan Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar uzanan geniş coğrafyada ve giderek Hazar’a ve Ortadoğu’ya kadar olan bölgede cereyan ediyordu.
Bugün Minsk Anlaşması’na rağmen Rusya ile Batı’nın Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede oluşan çatışma alanında olası çatışmaların, mesela Dağlık Karabağ ve Ukrayna gibi sorunların barışçıl biçimde nasıl çözüleceği bilinmiyor.
*
Bu farklı vizyonlardan dolayı BM Güvenlik Konseyi’nde türlü çatışmalara siyasi çözüm bulunamıyor.
BM’ye yeni bir statü oluşturulması en büyük küresel siyasi çözümsüzlüğü oluşturuyor.
Rusya ve Çin başta olmak üzere kimi ülke ABD’nin kendi lehine gelişen düzenin korunması için oluşan gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır;
Çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesine çabalıyorlar…
*
ABD ise uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.
Son zamanda dile getirilen BM’i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığına vurguyla,
BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırmakla tehdit ediyor.
*
Şimdi taraflar için Suriye İç Savaşı’nın Siyasi Çözümü BM’in yeniden yapılandırılmasında bir fırsata dönüşmüştür.
Ama bakınız,süreç nasıl gelişiyor?
Rusya’nın desteği ile Suriye Ordusu, Suriye’yi koruyacak güce erişmiştir.
Cenevre’de siyasi çözüm görüşmeleri devam ediyor.
Ne ki, ABD; Suriye’de yeni bir anayasanın geçerli olacağı erken seçimlerden önce ülkede oluşacak yasal boşluğun doldurulması amacıyla yapılan Parlamento Seçimlerini, iç savaşın başlaması sonrasında milyonlarca Suriyelinin evlerini terk ettiği gerekçesiyle tanımayacaklarını bildiriyor…
Suriye ise Türkiye ve Suudi Arabistan’ın mütemadiyen çözüm sürecine ve savaş alanına müdahale etmesine,
Muhaliflerin istediği üzere Cumhurbaşkanı B.Esad’ın iktidardan uzaklaştırılmasıyla sonuçlanacak bir geçiş hükümetin talebine izin vermeyeceğini açıklıyor.
Karmakarışık bir süreçle Suriye iç savaşına çözüm aranıyor…
*
Öte yanda ABD son haftalarda, Amerikan halkının arkasından ve süregiden seçim kampanyasındaki tartışmanın dışında, Çin ile askeri soğukluğunu keskin bir şekilde tırmandırıyor…
Pasifik güçleri komutanı Amiral H.Harris, Çin’in kontrolündeki bölge etrafındaki 12 millik yasak bölge içinde daha saldırgan eylem için baskı yapıyor.
ABD bir yandan Çin karşıtı stratejisini ilerletirken, öte yanda hızla kendi deniz kuvvetlerini geliştiren ve Çin’e karşı provokatif operasyonlar gerçekleştiren Filipinler, Singapur, Vietnam, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerin yanı sıra Asya-Pasifik’te başlıca güç olan Japonya ve Avustralya’yı silahlandırıyor.
Bir kazanın bile hızla muhtemelen nükleer silahları kapsayacak topyekün askeri çatışmaya yol açma potansiyelini kaşıyor.
*
İnsanlar,ABD’de seçimlerin hemen sonrasında yaşanan büyük askeri tırmanmaları,
Mesela, 1916’da seçimleri yeniden kazanan Woodrow Wilson’ın 1917’de ABD’yi I. Dünya Savaşı’na soktuğunu,
Ya da 1964 seçimleri ardından Lyndon B. Johnson’ın, göreve başlar başlamaz Vietnam’daki savaşı yükseltmesini hatırlıyor.
Başkanlık seçiminde ister bir Demokrat, ister bir Cumhuriyetçi başkan olsun, seçimlerin hemen sonrasında, ABD’nin Çin, Rusya ya da Ortadoğu’da büyük bir askeri çatışmaya gireceği yönünde gerçek bir tehlike söz konusudur…
*
Bu sırada 13. İslam İşbirliği Teşkilatı İstanbul Zirvesi’nde hayali bir tehlike daha beliriyor.
Osmanlıcı ve İslamcı vizyonuyla Sünni ile Şii dünyası arasındaki karşılıklı bağımlılığı zayıflatmayı öngören bir strateji izleyen ve Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesinde büyük payı olan sözde lâik Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuşuyor.
Dünyadaki Müslümanları mezhepçi tutumları bir kenara bırakarak birlikte çalışmaya çağırıyor ve “İslam’ı küresel sistemde hak ettiği yere taşımalıyız.
BM Güvenlik Konseyi’nde 5 ülke temsil edilebiliyor ama dünya 5’ten büyüktür” diyor…
15.4.2016