Önemli Eğitim Fakültelerimizden birisinde Prof. unvanıyla öğretim üyesi olan bir sosyal medya arkadaşım, facebook sayfasında şöyle bir tartışma konusu açmış (yorum yapmış):
“Dip dalgalarını önceden hissetmek maharet ister. Enerjinin altan alta birikmesini umursamayanlar bunun bedelini er geç öder. Türkiye üç darbe dönemi geçirdi. Her dönemin kendine özgü belirtileri yaklaşmakta olan tehlikenin ayak seslerini ele veriyordu. İnatla sorunlara çözüm bulmayanlar topluma çok ağır bedel ödettiler. 68 Kuşağı’nın içinden çıkan Devrimci Doğu Kültür Ocakları PKK’nın ortaya çıkacağının habercisiydi. Gelişmeler umursanmadı. Ve bu oluşum PKK suretinde Türkiye’nin kanını emmek için şah damarına saldırdı. Sonuç ortada. Şimdi de milletin geleceğini felç edecek oluşumlar var. Köklü tedbir var mı dersiniz? Hiç sanmıyorum. Bedelini daha ağır ödeyeceğimizden korkarım.”
Kendisine dedim ki; “Şimdi de milletin geleceğini felç edecek oluşumlar var.” demişsiniz hocam. Mesela…
Hoca şöyle cevap verdi: “Sadece bir tanesini yazacağım: Yıllardır PKK elemanı ve sempatizanı üniversite gençliği mezuniyetten sonra öğretmen, savcı, hakim, avukat vs vs vs olarak topluma karışıyor. Bundan daha büyük tehlike var mıdır?”
Kendisine şöyle cevap verdim: “PKK’yı zaten yazmışsınız ve onu cümle alem biliyor hocam. Eminim ki; aklınızda başka yapılanmalar ve örgütler var ve siz ne olur ne olmaz düşüncesiyle onları şimdilik yazmıyorsunuz/yazamıyorsunuz. Biz sizden daha farklı bilgiler bekliyoruz. Şimdi biz burada yazarsak ayıp olur. Ancak Merhum İsmet Paşa’nın meşhur sözünü hatırlatmadan geçemeyeceğim: ‘Bu ülkede namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır’ ”
Hoca bu cevabımı beğendiğini söyleyerek bir anmamda “bu yoruma katıldığını, dolayısıyla bildiklerini yazmaktan çekindiğini” ima etmiş bulunuyor! İlim ve düşünce adamları adına ne acı ve üzücü bir durum değil mi? Esasen bu durum, özellikle sağ kesimde pek çok ilim adamında, yazar ve aydında bulunan bir durumdur ülkemizde.
Oysa ilim adamlarının ve aydınların bir görevi de “AYDIN FERASETİ” denilen kavramın muhteviyatı gereğince; muhtemel tehlikeleri ve olacak olayları önceden sezerek kamuoyunu bilgilendirmek, devletin karar alıcılarını ve uygulayıcılarını uyarmaktır. Üzülerek söylemek gerekirse; bizim aydınlarımız ve münevverlerimiz, genelde siyasi karar alıcılardan korkmakta ve kendilerini ancak iktidar sahiplerinin çizdiği çerçevede düşünmeye ve konuşmaya zorlamaktadırlar. Buna psikolojide “ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK” deniyor. Yine üzülerek söylemeliyim ki; bizim ilim adamlarımız, aydınlarımız ve münevverlerimiz de büyük ölçüde “öğrenilmiş çaresizlik” hali içindedirler.
Örneğimize gelecek olursak; hocamız önce PKK’nın oluşumu sırasında olayın ciddiye alınmadığını, umursanmadığını söyleyerek “Ve bu oluşum PKK suretinde Türkiye’nin kanını emmek için şah damarına saldırdı. Sonuç ortada…” diyerek PKK’yı anlatıyor arkasından da, “Şimdi de milletin geleceğini felç edecek oluşumlar var. Köklü tedbir var mı dersiniz? Hiç sanmıyorum. Bedelini daha ağır ödeyeceğimizden korkarım.” diyerek belli ki; başka örgütleri ve yapılanmaları işaret ediyor!
Biz, yeni yapılanmalara örnek verebilir misiniz deyince de dönüp bize tekrar PKK’yı örnek veriyor ve diyor ki; “Sadece bir tanesini yazacağım: Yıllardır PKK elemanı ve sempatizanı üniversite gençliği mezuniyetten sonra öğretmen, savcı, hakim, avukat vs vs vs olarak topluma karışıyor. Bundan daha büyük tehlike var mıdır?”
Oysa ben en azından yakın zamanlarda, PKK’ya üye oldukları gerekçesiyle, görevden alınan öğretmen, öğretim üyesi, emniyet mensubu, hakim ve savcı hiç görmedim(kim bilir belki de sıra onlara henüz gelmedi), ancak FTÖ üyesi oldukları gerekçesiyle, birçok memurun açığa alındığını, bir çoğunun yerleri değiştirilip pasifize edildiğini, bu örgüte üye oldukları gerekçesiyle bazı ünlü savcı ve hakimlerinse soluğu yurtdışında aldıklarını biliyorum! Elbette hoca ve sizler de biliyorsunuz.
Yani hoca, bir anlamda herkesin bildiği anonim bir Türküyü çağırıyor bize; nedir o türkü? Elbette PKK Türküsü! Çünkü bu örgütün silahlı terör örgütü olduğunu ve ülkemizin başına bela olduğunu beşiklerinde bu örgüt tarafından infaz edilen bebekler bile biliyor artık! Çünkü onlar bunu bizzat yaşayarak öğrendiler bu ülkede.
Oysa biz kendisinden tamamen kendi bestesi olan özgün müzik parçaları duymak isterdik.
Madem hoca söylemedi biz kendisinden rol çalarak söyleyelim; milletin geleceğini felç ve milleti mefluç edecek oluşumlardan birisi Gülen Cemaati’dir. Bereket versin; milletin geleceği ve menfaati için olmayıp, menfaat çatışmalarından kaynaklanmış olsa bile bu örgütün devlet içinde kötü niyetli bir şekilde örgütlendiği erken tespit edildi de bu cemaati devlet örgütünden ayıklamak için bir mücadele başlatıldı. Bu mücadeleyi başlatanları bir kez daha kutluyorum..
Milletin geleceğini felç edecek yapılanmalardan birisi de mevcut hükümetin “Dindar Toplum Yaratma” saikiyle uygulamaya soktuğu proje ve bu proje kapsamında kümelenen ve projeden nemalanmak isteyen vakıf, dernek ve sendikalardır. Bunların hangi vakıf ve sendikalar olduğu son zamanlarda gazetelerden düşmediği için, isimlerini burada tekrar zikretmeye gerek duymuyoruz.
Bir başka yapılanma Diyanet’tir! Zira şu anda 4-6 yaş grubu çocuklarımıza Arapça ve din eğitimi veren bir Diyanetimiz ve “Mele Projesi”ni hayata geçirip medrese mezunu 1000 Mele’yi Diyanet çatısı altında görevlendirdikten sonra medreselerin legal hale getirilmesini savunan bir Diyanet İşleri Başkanımız var bizim. Üstelik, bunlara teşne bir de hükümetimiz var.
Aydın Feraseti, işte bu tür yapılanmaların yaratacağı problemleri önceden sezmeyi ve kamuoyunu bilgilendirip, toplumu uyarmayı gerektirmektedir.
Yoksa, siyasi iktidarın tavrına göre; yön değiştirip sadece hükümetlerin işaret ettiği yapılanmalar üzerine kafa yormak, aydın feraseti değildir.
Aydın feraseti, gerekirse bedel ödemeyi göze almayı gerektirmektedir çünkü.
Tıpkı Sokrates gibi, tıpkı Galile gibi ve tıpkı İmam-i Azam Ebû Hanife gibi.
Bu isimlerin büyüklüğü ve unutulmazlıkları da zaten buradan gelmektedirler; yani bedel ödemiş olmalarından…