NECDET BULUZ
Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında yapılan anlaşma çerçevesinde bu ülkelere giden kaçak sığınmacıların Türkiye’ye iadesi başladı. Gelen her sığınmacıya karşılık, Türkiye’den de Almanya başta olmak üzere adı geçen ülkelere kayıtlı Suriyeli gönderilecek. Bu işin daha uzun zaman alacağı ve işlemlerin listelerdekilerin gönderilmesinin sona erinceye kadar süreceği biliniyor.
Burada şu noktaya dikkat:
Zaten (AB) ülkeleri, savaştan kaçan sığınmacıları topraklarına kabul etmek zorunda bulunuyor. Böyle bir statüleri var. Savaştan kaçarak ülkelerine sığınanları zorla da olsa kapılarının önüne koyamıyorlar. Türkiye ile “geri dönüş” anlaşmasını da bu nedenle yaparak bu işten sıyrılmak istediler.
Şimdi, bize gönderilen sığınmacılar daha önce kaçak yollarla (AB) ülkelerine giden Afganistan, Pakistan, ırak, Sudan, Bangladeşli ve benzerleridir. Yetkililer “Geçici olarak kamplara yerleştireceğimiz bu mültecileri, kısa zamanda kendi ülkelerine iade edeceğiz” diyor. Bu iş o kadar kolay mı?
Eğer kolay olmuş olsa, (AB) ülkelerine kaçak yollardan giden bu sığınmacıları adı geçen ülkeler doğrudan ülkelerine göndermezler miydi? Bunu neden yapmak istemediler hiç düşündünüz mü?
Nitekim geçenlerde Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Komiserliği ve bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri şöyle bir açıklamada bulundular:
“Türkiye, kendilerine sığınan mültecileri zorla ülkelerine gönderemez. Sığınmacıların kamplarının da yaşanabilecek bir değerde olması gerekiyor. Bunları sürekli denetleyip değerlendireceğiz.”
Bu işin bir boyutudur. Başka bir boyutuna da bakalım:
Geçenlerde bir Avrupa Televizyonunda mültecilerle ilgili geniş bir program izledik. Almanya’ya sığınan bir aile reisi aynen şunları söyledi:
“Biz, Türkiye’ye gitmek istemiyoruz. Buraya ölümü göze alıp geldik. Eğer, bizi zorla Türkiye’ye göndermeye çalışırlarsa kendimizi öldürmeye kararlıyız.”
Suriye’deki iç çatışmalarla birlikte 5 yıldır sığınmacı konusunda insanlık dramı yaşanıyor. Avrupa’ya kaçak yollardan gitmek isteyenlerin çoğu batan botlarda hayatlarını kaybetti. Çokları ölümü göze alarak Yunanistan üzerinden Avrupa’ya sığındı.
Türkiye, şu anda sayıları 3 milyonu aşan sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Avrupa’dan gönderilen yenilerinin eklenmesi ile bu sayı daha da büyüyecek. Eğer, gelenler ülkelerine geri gönderilemezse sorunun nasıl büyüyeceğini söylemeye gerek görmüyoruz. Kaldı ki, bu gelenlerin barınmaları, iş bulmaları, sosyal yaşama uyum sağlayıp sağlayamayacaklarını da şu an için bilemiyoruz. Bu nedenle sığınmacı konusun daha çok baş ağrıtacak boyutlara taşınabileceğini söylemekle yetiniyoruz.
Konuya ne kadar” insani” gözle bakarsak bakalım, sorunu yaşayacak olan bizleriz. Daha şimdiden yurdun birçok yerinde “Mülteci istemiyoruz” sesleri yükselmeye başladı. Bu sesler ileride daha gür çıkabilir. Sorunların büyümesi ile sosyal yaşantılarımızda çalkantıların olmaması da mümkün değildir.
(AB) üyesi ülkelerin vatandaşları, bütün bu nedenlerle ülkelerinin yönetimlerini sıkıştırdılar. Almanya Başbakanı Merkel, bu nedenle Türkiye’yi adeta “kapı komşusu” yaptı. Bizimle masaya oturup pazarlıkta bulundular. Türkiye’ye 6 milyar Euro tutarında para vermeyi kabul ettiler. Haziran ayı itibari ile de bilindiği gibi Türk vatandaşların vizesiz Avrupa’ya seyahat etmeleri gerçekleşecek.
Şimdi Avrupa’nın bunları neden yaptıklarını daha iyi anlayabilmekteyiz.
Sığınmacılar konusunda baştan bu yana üzerinde duyarlılık gösterdiğimiz bir konuya daha değinmeden geçmek istemedik:
Başta Suudi Arabistan olmak olmak üzere, Katar, BEA, Kuveyt gibi petrol zengini ülkeler dikkat edilecek olursa bu sığınmacılar konusundaki katı tutum ve davranışlarını sürdürüyor. Kendi kanlarını taşıyan soydaşlarına kapıları kapatıyor. Kendilerinden beklenen yardım ve desteği bile esirgiyorlar.
Sözü fazla uzatmayalım:
Özet olarak sığınmacı yükü Türkiye’nin üzerinde kalmıştır. Bu konuda da oldukça zorlanmaya başladığımız da görülüyor.
Bunun birçok nedeni var. En önemli nedeni baştan bu yana gerek Suriye ve gerekse bölgemizde uyguladığımız yanlış dış politikadan kaynaklanan nedenlerdir. İşin ilginç yönü hala bu yanlışlıktan geri adım atmamamızdaki ısrarımızdır.
Belki içinde bulunduğumuz şu anda bunun sıkıntılarını pek hissetmeyebiliriz. İleriki zaman diliminde bunun ağırlığı ve sosyal yaşantımıza yansımaları olacaktır. Asıl sıkıntının zaman başlayacağını tahmin ediyoruz.
Sığınmacı konusu bugünkü boyutu ile kalmaz ve bu konu öyle görünüyor ki daha çok baş ağrıtacaktır.
[email protected]
www.facebook.com/necdet.buluz
Bir yanıt yazın