Durmadan yazdık…
Durmadan konuştuk… Paneller, konferanslar, açık oturumlar düzenledik…
2002’den bu yana, hatta daha öncesinde, 12 Eylül ve Özal döneminde, Tansu Çiller iktidarında yüzlerce makale kaleme aldık…
Yaklaşan şeriat ve şeriatçı belasına dikkat çekmeye çalıştık ve sorduk:
“TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?”
Fıkralar, hikâyeler anlattık… Darbımesellerden, atasözlerinden örnekler verdik…
“Susma, sustukça sıra sana gelecek” dedik. Dedik demesine de anlatamadık, dinletemedik…
“Kendi düşen ağlamaz”, bak, sonra “Kendim ettim, kendim buldum” türküsünü çağırma haa dedik…
“Suda yavaş yavaş ısıtılıp, öldürülen kurbağalardan, Hitler faşizmine karşı duyarsız kalıp, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen, ama zindanlara atılmaktan kurtulamayan aydınlardan söz ettik… “Bak, sonra onların durumuna düşersin haa…” Dedik…
Dedik demesine de anlatamadık, dinletemedik…
Bundan tam 12 yıl önce, 12.04.2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şunları yazmıştım. Bir bölümünü aşağıya yeniden alıyorum:
“Türkiye bugün büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Ama ulusal kesim ve geniş yığınlar henüz bu gerçeğin bilincinde değiller. Siyasal İslamcıların elinde sevgili yurdumuz bir ”kurtlar sofrasına” dönüştürüldü. Keskin dişli, yırtıcı tırnaklı kurtlar, kuzuları yiyerek yaşamlarını sürdürüyorlar. Bir grup dinci, tarikatçı mutlu azınlık ”aksırıncaya, tıksırıncaya kadar” işkembesini doldururken; milyonlarca insan yoksulluk, açlık sınırının altında çile dolduruyor. Ama toplum sessiz, ulusal güçler sessiz, ne yazık ki kuzuların sessizliği devam ediyor…”
Ne yazık ki kuzuların sessizliği günümüzde de devam ediyor…
Kuzuların sessizliği, kurtların gücünün artmasına, pervasızlaşmasına, saldırganlaşmasına neden oldu… Hırsızlık, yolsuzluk, talan, baskı, şiddet günümüzde sıradan olaylardan sayılıyor artık…
Toplum, terörle yaşamaya alıştırılıyor…
Şeriatçı tehlike ve bölücü terör dört bir yanımızı kuşattı. Kapılarımızı kırarak, yuvalarımıza girdi. Katliam yaptı. Çocuklarımıza tecavüz etti. Çocuklarımızın geleceğini karartı…
Ahlak sıfırlandı, taciz, tecavüz olağanlaştı…
İşin daha da kötü yanı, inancı akla tercih eden, okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, boş işlerle zaman öldüren, her şeye boyun eğen robot bir nesil yaratıldı…
Egemen güçler böyle bir nesli bilerek, isteyerek, planlayarak (taammüden) yarattı… Bu sorumsuz gençliğin kökeni taa 12 Eylüllere, Özallara, Çillerlere dayanır…
Bütün bu hazırlıklar ve planlar yapılırken, biz sadece seyrettik ve sustuk…
TSK’ya kumpas kuruldu, koca koca generaller, komutanlar, Genel Kurmay Başkanları ensesinden tutulup, dört duvar arasına atıldı. Tertiplerle, suikast planları ile ordunun kozmik odalarına girildi. Ordunun gizli belgeleri çalındı… Düşman güçlere servis edildi…
Biz sadece seyrettik ve sustuk…
Saçma sapan bazı darbe iddiaları karşısında hemen kolları sıvayıp, “Darbe yapılmayacak” bildirisi yayınlayan Genel Kurmay, Ergenekon tutuklamaları ve kumpasları karşısında sadece olayları seyretti ve sustu…
O zamanki muhalefet de orduya yapılan Amerikancı darbe karşısında kılını bile kıpırdatmadı… “Yargı gereğini yapar, sakin olalım” diye demeçler verip, sadece seyretti ve sustu…
Ergenekon tertibi ile ordunun önde gelen yurtsever komutanlarının bertaraf edilmesinden sonra iktidar, PKK ile mücadele yerine müzakereyi seçti. APO’nun ve PKK ileri gelenlerinin isteklerini emir sayarak ANT’ı, İstiklal Marşını, Türk bayrağını, ulusal bayramları, anıtlara çelenk koymayı TC’yi ve Atatürk’ü yasakladı…
Habur sınır kapısından giren teröristleri davulla, zurnayla, halaylarla karşıladı… Seyyar mahkemeler kurdu… Daha sonra zaferi kutlayan bölücü militanlar otobüslerle şehir turu attılar…
Bütün bunlar gerçekleşirken PKK terör örgütü, bir yandan da kentleri silah ve bomba deposuna çevirdi… Emniyetin ve 700 binlik Türk ordusunun gözü önünde hendekler, tüneller kazdı, barikatlar yaptı…
Tam bu sıralarda bir MİT yetkilisi bayan da çıkıp, PKK sorumlusuna: -“Şehirleri silah deposu haline getirdiğinizi biliyoruz” diyerek, onların bu çalışmalarına göz yumduğunu açık açık itiraf etti… Cumhuriyetin savcıları görmedi, duymadı, işitmedi…
Sadece seyretti ve sustu…
Bütün bu hazırlıkların sonucunda silahlar patladı, Güneydoğu savaş alanına döndü… Hain, keskin nişancı kurşunları ile fidanlarımızı yitirdik. Son olaylarda 355 gencimiz can verdi…
Duraklarda, halkın en yoğun olduğu bölgelerde bombalar patladı. Ortalık kan gölüne döndü… Yüzlerce suçsuz, günahsız masum insan canından oldu.
Biz sadece seyrettik ve sustuk…
IŞİD, ÖSO, El Kaide, El Nusra, Müslüman kardeşler örgütlerinin komutanları, militanları bugün ülkemizde cirit atıyorlar… Toplantılar yapıyorlar, en lüks otellerde ağırlanıyorlar… Sultanlar gibi yaşıyorlar…
Sevgili yurdumuz bu günlere bir anda gelmedi… Bugünkü kargaşa, kaos ortamı AKP eliyle yaratıldı.
Bizzat Başbakan Ahmet Davutoğlu birkaç kez Erbil’e gitti, PYD Başkanı Salih Müslim Türkiye’ye geldi. Görüşmeler yapıldı… Suriye hükümetiyle savaşmaları istendi… PYD kabul etmeyince bu kez IŞİD desteklendi…
Bir kez daha uyarıyoruz: “Eğer biz susmaya ve sadece seyretmeye” devam edersek, Türkiye’yi çok daha kötü olaylar ve çok daha büyük tehlikeler bekliyor… Bilesin…
1923 Aydınlanma devrimini yapmış ve Yedi Düvele karşı kurtuluş Savaşı kazanmış bir millet hurafelerle, şeyhlerle, Şıhlarla, tarikatlarla, tekkelerle yönetilemez… Çağdışı Arap ülkelerinden onu ayıran en büyük özellik budur… Türkiye asla bir Arabistan, bir Katar olamaz… Bitirirken bir şey daha söyleyelim:
Artık gün ortasında CHP il başkanlarını da dövmeye başladılar ve dövenler de serbest bırakıldı…
Sıra sana geliyor…
AMA SEN APTAL APTAL BAKIYORSUN, GÖRMÜYORSUN…
Hâlâ “azıcık aşım, kaygısız başım”, ya da “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demeye ve her türlü sapıklık, yolsuzluk, bölücülük karşısında SUSMAYA devam edersen, yılan ejderhaya dönüşecek, bilesin…
(alieralp37@gmail.com)
Bir yanıt yazın