Çrş Mar 30, 2016
Güncelleme 1.4.2016
– “Hemşehri. Düşman İzmir’e çıktı. Yakında Samsun’a da asker çıkaracak. Belki buraların hepsini ele geçirecek. Sen ise rahat bir şekilde toprağı sürüyorsun.”
Bir eliyle alnında biriken teri silen yaşlı adam, üzerindeki üniformadan ‘önemli’ bir adam olduğunu anladığı Gazi’ye şöyle çıkıştı:
– “Paşa, Paşa… Sen ne diyorsun? Biz 3 kardeştik. İki de oğul vardı. Yemen’de, Kafkasya’da, Çanakkale’de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde 8 öksüz ile 3 dul kalmış kadın var. Hepsi benim sabanımın ucuna bakarlar. Şimdi benim vatanım da yurdum da işte bu tarlanın ucu. Düşman oraya gelinceye kadar benden hayır bekleme.”
(Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam. 2. cilt, İstanbul 1983, s. 22)
* * *
Belki bugün bir kardeşini Yemen’de, bir kardeşini Çanakkale’de, bir oğlunu Galiçya’da, bir oğlunu Sarıkamış’ta kaybeden, evde ‘8 öksüz çocuğa’ ve ‘3 dul kalmış kadına’ bakmak zorunda kalan ‘yarım adamlar’ artık yok.
Ancak, ‘savaş’ sayesinde istediğini elde edemeyip, ‘barış’ sayesinde üstünlüğü ele geçiren emperyalistler, ‘içeriden’ satın aldıkları iş birlikçiler vasıtası ile ne yapıp ettiler, sonunda Türk milletinin ekseriyetini, Havza’daki o köylünün içerisine düştüğü ‘vurdumduymazlık’ ve ‘umursamazlık’ girdabına sürüklemeyi başardılar.
Düşman, ne yazık ki ‘İzmir’i çoktan aştı, ‘Samsun’daki tarlanın sınırlarını da geçti, elindeki bütün imkanlar ile ‘evlerin kapılarını’ zorlamaya başladı.
Hatta ‘televizyon’ ve ‘internet’ sayesinde ‘yaşam tarzı’ ile ‘lisanı’ ile ‘kültürü’ ile ‘geleneği’ ile evlerin içerisine kadar sızdı; neredeyse ‘tecavüze’ yeltenecek.
Ancak, kimsenin umurunda değil.
‘Tarihe’ yön veren, ‘3 kıtada’ at oynatan, karşı karşıya kaldığı ‘en ağır’ şartlardan bile ‘alnının akı’ ile çıkmayı başarabilmiş bir milletin evlatları için, bu manzara oldukça utanç vericidir.
Türk milleti için ‘asıl tehlike’ budur.
* * *
‘Kan’, ‘emek’ ve ‘gözyaşı’ üzerine inşa edilen Türkiye, ‘Yeni Osmanlıcılık’ hayaline kapılan iş birlikçi iktidar sahipleri tarafından ‘AB/ABD/İsrail’ ekseninde yürütülen ihanet politikaları sayesinde neredeyse ‘bağımsızlığını’ kaybetme noktasına geldi.
Türk devletinin ‘geleceğinden’ endişe duyan vatanseverler, ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ sopaları ile terbiye edilerek susturuldu.
Türk milletinin ‘milli ve manevi değerlerini’ yok etmek isteyenlerin uyum adı altında çıkarılan yasalar ile önleri iyice açıldı.
“Türklüğün teminatı, direnç kaynağı biziz” diye mangalda kül bırakmayanlar ‘iç kavga’ ortamına çekilerek saf dışı bırakıldı.
Bir zamanlar ‘vatan’ ve ‘millet’ sevdasından başka sermayeleri olmayanlar bile artık ya kontrolü ‘başkalarının’ elinde olan klavyelerin başında birbirlerine karşı ‘ucuz kahramanlık’ gösterileri yapıyorlar; ya iş birlikçi medyanın süzgecinden geçen ‘sanal gündemin’ arkasından koşturuyorlar; ya da ‘uyuşturucu’ işlevi gören kanalların karşısına geçip ‘kimin elinin kimin cebinde’ olduğunu, ‘kimin daha iyi anırdığını’ öğrenmenin zevkini yaşıyorlar.
* * *
Oturdukları makamları ‘başkalarına’ borçlu olup onlar için ‘diyet borcu’ ödeyen başları eğikler, ne yapıp ettiler sonunda ‘dik durmayı’ erdem bilen bir milletin evlatlarını da sinsice ‘borç’ altına sokarak ‘kendilerine’ benzetmeyi başardılar.
Her gece “ya istikrar” diyerek başlarını yastığa koyanlar, bir sabah ‘icra memurları’ kapılarının kilidini kırmadan önce uykularından uyanırlar mı acaba?
Ne dersiniz?
İsrafil K.KUMBASAR, 29 Mart 2016
israfilkumbasar@yenicaggazetesi.com.tr
Güncel Meydan
Bir yanıt yazın