Türkiye’nin çok çabuk değişen gündemi arasında dikkatlerden kaçan ve biraz es geçilen önemli bir konu var aslında. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, bu ayın başında Mardin ve Van’da doğu ve Güneydoğu’nun bazı il ve ilçelerinden gelen bin iki yüz cami görevlisini dinledikten sonra demeci patlatmış:
“… Bölgedeki kadim medrese geleneği zamanla zayıfladı, medreseler resmen kapatıldıktan sonra da daha sivil, küçük küçük öbekler halinde, 10-20 kişilik gruplar şeklinde veya cami köşelerinde bu gelenek devam etti… Terör örgütünün anlayışı yanlış ideoloji, bazı yerlerde mihraplara, minbere kadar yaklaşmış. Biz bölge halkını yok sayan resmi bir tarih anlayışı öğretiyoruz. O tarih onları yok sayıyor. Ona karşı birileri de ideolojik bir tarih dayatıyor…Terör örgütünün toplum üzerinde kurduğu baskı, bölgenin bütün kültürel fay hatlarını sarstığı için bu gelenek de büyük oranda yara aldığı… Biz bölgedeki medreselerin denetiminin yapılabildiği bir legal ortamda müfredatı, sınavları, öğreticileri, ne öğretildiği belli olan, hangi sonuçları elde ettiğimizi bize gösteren bir yapıya kavuşmasını istiyoruz. Daha doğru olacağını düşünüyoruz. Aksi takdirde bu yapıların da terör örgütü marifetince istismar edilmeye başlandığını, buradan mezun olan yahut burada bir kaç şey öğrenen insanların bazılarının belediyelerce görevlendirilerek, din istismarı malzemesi olarak kullanılmalarına şahit oluyoruz. Bunun da çok açık ve şeffaf bir şekilde konuşulması, üzerinde kafa yorulması lazım. Örgün eğitime alternatif yeni bir müessesenin önünü açmak anlamında anlaşılmamalı ancak zaten bir kısmı Diyanet’in Kuran kursuna dönüşerek legal statü aldılar, bizim denetimimizde eğitim hizmeti verenleri var ancak başka ne yapılabilir, bunun üzerinde durulması gerekiyor.”(1)
Düşünce ilk bakışta güzel ve masumane gibi görünüyor. Ancak ne var ki; Doğu ve Güneydoğu’daki medreselerin kontrol ve denetiminin devlet tarafından, mesela Diyanet müfettişlerince denetlenmesi mümkün değildir. Hele de bu dönemde.
Niye mi? Anlatayım: Yanılmıyorsam 2003 yılıydı. Türkiye Diyanet Müfettişi sıfatıyla yanımda bir arkadaşım da bulunduğu halde Siirt ve bağlı ilçelerindeki Müftülüklerin bünyesinde bulunan TDV şubelerini (her müftü, aynı zamanda mevzuat gereği bulundukları yerdeki TDV Şubesi başkanıdır) teftişe gitmiştim. Aydınlar (Tillo)’da bulunan medresenin, 28 Şubat’ın rüzgârıyla kapatılmasının önüne geçilmesi için burasının göstermelik olarak Kur’an Kursu’na tahvil edilerek Müftülüğe bağlandığını gördüm. Anlayacağınız, tıpkı Mehmet Görmez’in yukarıda dediği gibi; bu medresenin kapısına “Kur’an Kursu” tabelası asılarak, sözüm ona legal hale getirilmişti(!) söz konusu medrese. Ancak gerçekte yine medrese eğitimine devam ediyordu.
Böyle olunca, yani adı geçen kurum, kapısına “Kur’an Kursu” tabelası asılarak legal hale getirilince, Müftülük bünyesinde bulunan Türkiye Diyanet Vakfı Şubesi’ne ait bağış makbuzlarından alarak halktan bağış toplamaya başlamış. Malum, bölgede diğer tahıl ürünlerinin yanı sıra yaygın olarak fıstık üremi ve hayvancılık yapılmaktadır ve Tillo Medresesi (Aydınlar Kur’an Kursu) de bu durumu dikkate alarak, müftülükten bol bol “Ayni Bağış Makbuzu” (Mal ve eşya bağışında kullanılan makbuz) almıştır. Al beş çuval fıstık ver bir yaprak makbuz, al 10 koyun ver bir yaprak makbuz, al 5 baş sığır ver bir yaprak makbuz vs. Peki bunların parasal değeri ve muhasebesi?
Yok!
Müftüye sebebini soruyorum; garibim müftü “Hocam oraya bizim hükmümüz geçmiyor. Bizi dinlemiyorlar. Kendileriyle sürtüşmek de istemiyorum, yoksa beni burada durdurmazlar. Sizden istirham ediyorum bu şubeyi kapatın gitsin…” diyor. Denetimini yapmak için halen ellerinde bulunan makbuzları getirmeleri için haber gönderiyorum, tınlayan yok! Ankara’ya gelince bu sakıncayı dile getiriyor ve denetlenmesi mümkün olmayan Aydınlar Şubesi’nin derhal kapatılmasını teklif ediyorum. Ancak Diyanet, beni değil, orada bulunan ve mahallindeki feodal yapıya teslim olmuş olan İl Müftüsünü dinliyor ve şubeyi kapatmıyor/kapatamıyor. Nice sonra, başka bir teftişe bağlı olarak kapatıldığını duydum Aydınlar’daki TDV. Şubesi’nin. Muhtemelen şimdilerde tekrar açmışlardır. Ne de olsa orası şimdilerde Diyanet’e bağlı legal bir Kur’an Kursu olarak faaliyette bulunuyor!
Bu örnekte de görüldüğü gibi; medreselere legalite tanınsa bile bu merkezlerin Ankara’dan denetlenmesi ve kontrol edilmesi asla mümkün değildir. Oradaki feodal yapılar ile feodal beyler, şeyhler, meleler ve seydalar buna asla izin vermezler! Hele de işin içine siyaset girerse!
Dolayısıyla; Mehmet Görmez’in, bölgedeki teröre karşı bir tedbir olarak bu medreselere legalite kazandırılmasını teklif etmesi, saçmalığın dik alasıdır ve gündem deiştirmekten başka bir amaç taşımamaktadır. Cumhuriyetin temel niteliklerine ve özellikle Tevhid-i Tedrisat kanuna da açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Öte yandan, bu medreselerde yetişen sözüm ona din adamlarının, Türkiye’yi “Darül Harp”, yani “İslami esaslara göre yönetilmeyen ülke” şeklinde tarif ederek, vatandaşın devlet otoritesine saygılı olmasını engelleyici kimi fetvalar verebildikleri öteden beri ileri sürülen yaygın iddialardır. Mesela; devlete elektrik ve su parası ödenmesinin, vergi verilmesinin, askerlik yapılmasının caiz olmadığı yönünde görüş bildirdikleri iddiaları pek yaygındır. PKK’nın bölgede yaratılan kaynaklardan pay istemesinin sebebi de bence bu medreselerden mezun olan melelerce verilen fetvalarda arınmalıdır.
Bunun yanında, çok eşlilik, çok çocuk ve kan davası hususlarında da bu medreselerden yetişen ve “Mele” olarak isimlendirilen din adamlarının teşvik edici şekilde beyanlarda bulundukları biliniyor ki; bunun en canlı örneği, 4 Mayıs 1999 günü Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde 44 kişinin öldürülmesiyle yaşanan elim hadisedir. Çünkü o hadisenin içinde Meleler de vardır. Üstelik köyde görevli olup Diyanet tarafından atanan Ankaralı İmam-Hatip Kazım Ozan da öldürülmüştür o hadisede.
Bundan başka Osman Baydemir ve Selahattin Demirtaş gibi, PKK sempatizanı siyasilerin iki de bir Diyarbakır halkını parklarda ve meydanlarda toplayıp alternatif Cuma namazları tertip etmelerinin altında da yine bölgede etkin olan bu Medrese mezunu Meleler rol oynamaktadır. Çünkü, bölge halkı Melelerden fetva almış olamasalardı, sadece Demirtaş’ın çağrısıyla ötede beride adeta devlete meydan okurcasına ve gövde gösterisi yaparcasına alternatif cuma namazları kılmazlardı.
Nitekim, Mehmet Görmez, yapmış olduğu konuşmasında bunun ipuçlarını şöyle vermektedir: “…Aksi takdirde bu yapıların da terör örgütü marifetince istismar edilmeye başlandığını, buradan mezun olan yahut burada bir kaç şey öğrenen insanların bazılarının belediyelerce görevlendirilerek, din istismarı malzemesi olarak kullanılmalarına şahit oluyoruz…”
Önce Mele Projesi Şimdi de Medrese Projesi!
Bize kalırsa; Mehmet Görmez, bu açıklamayı muhtemelen saraydan veya köşkten gelen talimatlarla yapmış olmalıdır! Anlaşılan, çözüm süreci kapsamında HDP’lileri muhatap almakla yanlış yaptıklarının farkına varan iktidar partisi, bölgede kendilerine başka muhataplar ararken, medreseleri ve buralardaki, Mele ve Seydaları bulmuşlardır! Ya da gözlerine medreseleri ve seydaları kestirmişlerdir diyelim. Mehmet Görmez’in yönetimindeki Diyanet ise sadece bir enstrümandır bu konuda. Ancak etkili ve anlamlı bir enstrüman!
Kanaatimizce DİB Başkanı medrese konusunu durduk yerde gündeme getirmiş değildir. Bu, uzun soluklu bir projenin ikinci ayağıdır bence. Projenin ilk ayağı “Mele Projesi” idi ve bu proje ile Diyanete 1000 kişilik “MELE” kadrosu verilmiştir. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar’ın verdiği bilgiye göre; bu 1000 kişilik kadrodan 800’ü camilerde din görevlisi olarak, 200’ü de Kur’an Kursları’nda vazifelendirilmişlerdir.
M.E.Özafşar’ın verdiği bilgiye göre; bu bin kişilik kadrodan imam olarak 104 kişi İstanbul’a atanırken, Batman ve Van 57’şer, Diyarbakır’a 52, Siirt’e 49, Şanlıurfa’ya 45, Şırnak’a 38, Mardin ve Muş’a 36 kişi atanmıştır. Kur’an Kursu öğreticisi olarak ise Trabzon’a 25, Rize’ye 13, Siirt, Şanlıurfa ve Diyarbakır 12’şer, İstanbul’a ise 11 kişi atanmıştır.(2) Bunlardan bölgeye atananların, muhtemelen bölgede faaliyette bulunan ve kapısında Kur’an Kursu yazmakla birlikte gerçekte feodal güçlerin etkisiyle medrese eğitimi veren yerlerde görevlendirildikleri akla gelen bir husustur.
Diyanet İşleri Başkanı Anayasayı ve Kanunları Çiğnemektedir!
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Görmez’in, yerli yersiz yapmış olduğu çıkışlarla, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı ve kimi kanunları çiğnediği ve ihlal ettiği, öteden beri bilinen bir durumdur. Mesela, Medreselerin legal hale getirilmesi ve buraların Diyanet’e bağlanması şeklindeki teklifi, İnkılap kanunlarından olan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” na açıkça aykırıdır. Söz konusu kanunun ilk dört maddesi şöyledir:
Madde 1 – Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaletine merbuttur.
Madde 2 – Şer’iye ve Evkaf Vekaleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekaletine devir ve raptedilmiştir.
Madde 3 – Şer’iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.
Madde 4- Maarif Vekaleti yüksek diniyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Darülfünunda bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidematı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de aynı mektepler küşat edecektir.
Öte yandan Sayın Görmez, bölgeye hemen her gidişinde mutlaka Kürtçe konuşmalar yapmakla, Kürtçe mevlit okumakla kalmamakta, camilerde Kürtçe hutbe bile okumaktadır. Bunu en son Diyarbakır’ın Silvan ilçesine yapmış olduğu gezide yapmıştır. Habere göre; Silvan Selahattin Eyyubî Camii’nde cemaate Cuma Namazı kıldıran Mehmet Görmez, minberde okuduğu hutbenin bir bölümünü Kürtçe olarak okumuştur.(3) Bu durum, T.C. Anayasası’nın “Cumhuriyetin Nitelikleri” başlıklı 3. maddesine ve “Değiştirilemeyecek Hükümler” başlıklı 4. maddesine açıkça aykırıdır.
Terör Nasıl Sıfırlanmıştı?
Bilindiği gibi, AKP hükümeti 2002 yılında Türkiye’yi sıfır terörle teslim almıştı. Bunun bir sebebi de, verilen mücadelenin topyekun ve millet desteği ile yapılmasıdır. Tıpkı Milli Mücadele gibi. İşte bu mücadele kapsamında Diyanet İşleri Başkanlığı da devreye girmiş ve sırf teröre destek veren din görevlileri ile mücadele etmek amacıyla Diyarbakır’da bir teftiş merkezi oluşturmuş ve burada sürekli müfettiş bulundurmuştur. Terörün sıfırlanmasına yakın bir tarihte de bu merkezi kapatmıştır.
Mehmet Görmez’in medreseleri legalleştirmeye ve buralarda din adamı yetiştirmeye çalıştığı bugünlerde hatırlatalım ki; 2003 yılında TDV Batman Şubesi’nde (Batman İl Müftülüğü) yaptığımız çalışma sırasında Şube Başkanı sıfatıyla İl Müftüsü Yüksel Kaymak elime bir zarf tutuşturmuştu. Zarfın içinden çıkan 15.06.2001 tarihli yazı Batman Valiliği Olağanüstü Hal Bürosu’na aitti ve Vali İsa Parlak imzasını taşıyan bir üst yazı idi. OHB.04/491 sayılı yazının “Konu” bölümünde “İmamlar”, “Dağıtım” bölümünde ise “İlçe Kaymakamlıkları” ve “İl Müftülüğü” yazıyordu. Yazının ekinde Kolordu Komutanı Korg. Doğan Temel’in imzasını taşıyan bir başka yazı daha vardı. Kolordu Komutanı Korg. Doğan Temel’in “Uygundur” diyerek imzalayıp, Batman Valiliğine gönderdiği yazının “Teklifler” bölümünde özetle şöyle deniyordu;
“Bölgede görev yapan imamların bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin içinde yer almasını önlemek maksadıyla; Diyanet İşleri Başkanlığı’nca bölgedeki camilerde yeniden kadrolandırma işlemi yapılarak, eksik kadrolara resmi imam atamalarının yapılması, görevlendirilen fahri imamların, göreve başlamadan önce Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yeterlilik sınavına tabi tutulmaları, bölge halkının Kur’an Kursu ihtiyacını karşılamak maksadıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’an Kurslarının açılması ve güvenlik kuvvetlerince özellikle köy camilerinin kontrol edilerek gayri resmi açılan Kur’an Kursları hakkında yasal işlemlerin ivedilikle yapılması…”(4).
Yani açıkçası kolordu komutanı ve dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığı, 2003 yılında, bölgedeki medreselerin kapatılmasını ve Diyanet’e bağlı Kur’an Kurslarının yaygınlaştırılmasını, medreselerden mezun imamlar yerine de Diyanet’e bağlı imamların atanmasını istiyordu. Oysa bugün gelinen noktada Sayın Diyanet İşleri Başkanı tam tersini savunmakta ve “Gaziantep’te dünyaya geldiğini, çocukluğunda Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni dolaştığını, Diyarbakır, Bitlis ve Siirt’i bilen birisi olduğunu, son yıllardaki sosyolojik dönüşümü toplum olarak anlamakta, tahlil etmekte ve yönetmekte zorlandıklarını” söylemektedir.(5) Anlaşılan, medreseler legal hale gelince Sayın Görmez bölgedeki değişimi ve dönüşümü kolayca anlayabilecektir!
Medreseler Mollaları Besiye Çekme Yeri Değildir!
Ankara’da görevli Sovyet diplomatı Aralov, Büyük Taarruz öncesinde Azerbaycan’ın Ankara Temsilcisi İbrahim Abilov ve Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Konya’ya yaptıkları bir gezide şahit olduklarını şöyle anlatmaktadır anılarında:
“O gece iki medreseyi ziyaret ettik. Sağlıklı, güçlü, gencecik öğrenciler, geleceğin mollaları medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında geniş cübbeli, beyaz ve yeşil sarıklı mollalar ve hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek, Mustafa Kemal Paşa’yı selamlıyorlardı. Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa’dan, medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat ayrıca, medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da rica etti. Hoca konuşurken Mustafa Kemal’in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe “Ne o,” dedi, “yoksa sizin için medrese, Yunanlıları yenmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!”
Mustafa Kemal konuştukça gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:
“Bu besili delikanlılarınızın askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!”
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların, Rusların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı. Mustafa Kemal Paşa bize dönerek, “Haydi gidelim” dedi, “artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.” Ve şöyle bir selam vererek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı:
“Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağız! Her şeyden önce onları mali dayanaklarından, vakıflardan yoksun etmek lazım. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların varlık kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar”
Mustafa Kemal Anadolu topraklarında şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17.000 medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi. Bu devrimci adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti…”(6).
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in medreselerin legalleştirilmesi konusunu gündeme getirmesi üzerine nedense, Konya’da Mustafa Kemal Paşa’dan medreseler için çeşitli imtiyazlar isteyen o geniş cübbeli ve yeşil sarıklı molla ile Çorum, Artvin ve Karaman’daki okul ve yurtlarında erkek öğrencilere tecavüz edilen vakıflar(7) ve “Kemalist ruhu, Kemalist ideolojiyi müfredatımızdan ciddi bir şekilde arındırıp medeniyet değerlerini içselleştirmiş bir müfredatı bu ülkenin en büyük sivil toplum teşkilatı olarak ortaya koymamız gerekiyor”(8) diyen eğitim sendikaları geldi gözlerimin önüne.
______________
1- ,
2- ,
3-http://www.haberler.com/gormez-e-silvan-da-seyyar-jammer-li-koruma-8295274-haberi,
4- Daha geniş bilgi için bkz. https://www.turkishnews.com/tr/content/2012/09/03/balyozcu-pasadan-imam-ve-kuran-kursu-talebi/,
5- 1 nolu dipnot.
6-Semyon İvanoviç Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları 1922-1923, s,98-99, 3. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2014.
7-http://www.birgun.net/haber-detay/karaman-da-45-erkek-ogrenciye-tecavuz-106150.html,
8-http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/olcum-kemalist-ruhu-kemalist-ideolojiyi-mufredatimizdan-arindirmaliyiz-1155182/