Ukrayna sorunu ne tek başına Batı yanlısı halkın demokrasi, ne de Rusya yanlısı federasyon isteyenlerin talebiydi.
Sorun iktidar ya da muhalefetin dinamik güçlerle birlikte ülkenin gelecekteki yönünü belirleme mücadelesi olarak yayıldı.
Ama bu siyasi tercih tarafların yönelimlerini refah, kalkınma ve ulusal güvenlik gerekçeleriyle açıklaması tezlerinin daha kuvvetli olduğu anlamına gelmedi.
*
Kırım ilhak edilmiş, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri bağımsızlık ilan ederek, çatışmaların ve barış müzakerelerinin tarafı olduklarını bildirmişlerdi.
Eşit haklar, adil seçimler ve Rusya’ya entegre olmayı talep ettiler.
*
Ya da Sibirya Federal Bölgesi başkenti Novosibirsk’te, Sibirya’nın federalleşmesi talepleri yükseldi.
Kuzey Kafkasya Çerkes topraklarında Rusya Federasyonu’na bağlı Kuban Halk Cumhuriyeti’nde Krasnodar şehri ayağa kalktı.
Moskova merkezinden daha az bağımlı olan yönetim organlarını kurmaya ilişkin Anayasal hakların yerine getirilmesini istendi.
*
“Intermarium” denilen Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede neredeyse bir çatışma alanı doğuyordu.
AB’nin Doğu Ortaklığı Programı Ukrayna’daki çatışmayı tetiklemiş, bu bölgenin paylaşılmasının Transdinyester, Abhazya, Güney Osetya, Dağlık Karabağ, Novorusya gibi devletlerin sınırlarının ve statülerinin belirlenmesinin kapısını aralamıştı.
Mesela Kafkasya’da mütemadiyen mezhep ve etnik milliyetçilik fokurdatılıyordu.
*
Çünkü ABD emperyalizminin, ulus devlet kurumuyla sahip olunan toprak parçasının ötesinde insanın ve toplumsal yapının da yönetilmesi, refah ve gelişime ortak edilmesinin talep edildiği bir çağ yaşanıyordu.
Sömürgecilik insandan gelişiyor ve tüm dünyaya işlerken, yeni hayat tarzının ulus devletlerin ötesinde dizayn edilmesi hedefleniyordu.
Bu suretle devletler giderek refah devleti ya da sosyal devlete değil birer şirkete çevrilecek, şirkete çevrilmeyen devletler taşınamayacak, büyük şirketlere dinamik veren birer organizasyona dönüşecekti…
*
Ne ki Altın Ordu Devleti Han’larının “Bağımsızlığa” verdikleri değerin bugüne yansıması algısında olan Rusya;
“Amerikalılar dünyanın her köşesinde resmi geçitleri yönetemez” iddiasındaydı.
Nitekim bu felsefeyle Türkiye’den Arap İslam toplumlarında Büyük Ortadoğu Projesi ile öngörülen Osmanlı’nın pan-islamist ideolojisi doğrultusunda sivil toplumdan kamusal ve özel yönetimlerde genişleyen İslam’ın Birliği çatısında ortak vatan oluşturma stratejisinde olan ABD’nin enformasyonel emperyalizmini,
“siyasi çözüm” söylemiyle Suriye’de kuşattlar.
Şimdi Rusya, Suriye’den işlenen savaş suçlarının esaslı bir biçimde kategorize edilmesini ve bu sistematik hukukun BM’de yeni bir dünya statüsüne yol açmasını,böylece enformasyonel emperyalizmin sınırlandırılmasını öngörüyor.
*
Bu sırada Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov ve ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry, Kremlin’de Suriye’yi görüşmektedirler.
Suriye’deki çatışmaların sona ermesi amacıyla başlatılacak siyasi geçiş süreci için Ağustos’a kadar anayasa taslağı hazırlanması konusunda anlaştıklarını açıklıyorlar.
Lavrov, “ABD ile eşitlik temelinde bir işbirliğine her zaman hazırız” derken,
Kerry “Önümüzde uzun bir yol var. Ancak buradan partnerlerimizle hangi adımları uygulamamız gerektiğini daha iyi anlayarak ayrılıyorum” diyor!
*
Kerry’nin ne anladığı kendisine,
Suriye’de siyasi çözüm için ABD’nin yeni başkanı için seçimi bekliyor olması ve bunun önümüzdeki uzun yolla ilgisi kamuoyuna!
*
Ama Türkiye’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan,”Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye böyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen ” ifadesi doğrultusunda yeni bir anayasayı ve başkanlığı hararetle talep ediyor.
*
“Bir anonim şirketi”ifadesi Tayip Erdoğan’ın;
Birincisi; modern devlette siyasi iktidarın toplum içinde farklı gruplar arasında paylaşılmış olduğu ve demokratik siyasal sürecin baskı gruplarının ulusal siyasi kararları etkilemek üzere yarıştığı çok partili siyasi sistemi reddettiği,
İkincisi; modern devletteki sosyal, kurumsal ve ideolojik çeşitliliği bir gerçeklik olmanın ötesinde değerli bulan bir yaklaşımın gereği demokratik sistemde nispeten özerk siyasî ve iktisadî örgütlerin çoğulluğunun sürdürülmesinden yana olmadığını,
Üçüncüsü; Çoğunluğun yönetimi: Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim: Fakirin yönetimi:Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim: Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim:Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim, gereği olarak kuvvetler ayrımı ilkesine inanmadığı çok açık gösteriyor.
*
Erdoğan bir diktatörlük isterken, aslında halâ ABD’nin emperyalizmine Türkiye’den Arap İslam toplumlarına Büyük Ortadoğu Projesi ile öngörülen ekonomi, siyaset, sosyal politikaların yeniden yapılandırılmasına, bu suretle güvenli, istikrarlı daha fazla kâr’ın transfer edilmesi çabalarının işbirlikçiliğine devam ettiğini,
ABD küresel ekonomik ve siyasal sistemin bu bölgede bu yönde gelişmesine, çok uluslu örgütlerin güçlenmesine ve yeni denge ve güç odaklarının oluşmasına neden olduğunu,
Bu büyük güç odaklarının yeni dinamizmlerin ve kaynakların oluşturulmasında öncü rolü oynamasına yol açtığını gösteriyor.
Mezhep ve etnik savaşlarla devletin giderek güç kaybedip çok uluslu örgütlerin daha sistemli işleri başarmalarına ve yükselmelerine kapı aralıyor.
*
Bu noktada ABD ve Rusya; Suriye İç Savaşının siyasal çözümü yolunda hangi adımları atacaklarını düşüne-dursunlar,
Ama Türkiye’yi bir anonim şirket gibi yönetmek iddiasında olan Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında tek gücün,
Bugün TBMM çatısı altında temsil edilmeyen, ancak Türk insanının ruhunu belirleyen Atatürk devrimciliği olduğu kaydedilmelidir.
26.3.2016
Bir yanıt yazın