12.3.2016
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü ve haftasında, emeği ve kadını unutup, ülkemiz kadınının sorunları çerçevesine kutlamalar, festivaller, eğlenceler, söylenceler, kısaca etkinlikler sığdırıldı. Sorunların çözülmesi adına ne yapıldı/yapılıyor derseniz, o alana yeni sorunlar eklenmekte. Toplumsal Cinsiyet duyarlılığımızda erkeklere de rol vermeyi yeni yeni akıl etmişlik içinde, anlamlı güne erkeğin söz hâkimiyetini taşımak da buna eklenmeli. Diğer tüm günlerde susanların, sadece tek günde ön almaları ve eğitim boyutunda mücadele edenlerin de toplumsal alanı sadece eğitim kurumları olarak algılamaları gibi yanlışlar ayrı başlığı hak edecek nitelikte.
Bir öğrencim, RTÜK’e yaptığı müracaatı benimle paylaştı, yazının başlığı da ona ait. O, toplumsal cinsiyet eşitliği dersi almadı ancak, hem bir kadın, hem de yurttaş olarak duyarlılık dersi vermiş oldu.
Toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanması için çok önemli bir araç olabilecek TV’lerin programlarını toplumdaki ayrımcılıkları besleyecek şekilde üretişini ve kitlelere yanlış mesajların akışını görmezden gelip, dersler ve etkinliklerle duyarlılık yaratmak çabasını sürdürmenin, iğne ile kuyu kazmakla eşdeğer olduğuna işaret etmek isterim.
Örgütsel çabaların; yayın organlarının toplumsal cinsiyet eşitsizliğine vurgu yapan ve pekiştiren içeriklerine karşı sistemli bir mücadeleden ve toplumda eşitsizliği giderecek söylemin geliştirilmesi için doğru bilgi aktarımında işbirliğinin öneminden söz ediyorum. Bireysel çabalar önemli ancak, aşağıda paylaştığım RTÜK’e şikayet metni üzerinden, örgütsel çabaların kitlesel alanda etki yapacak içeriğe kavuşturulması için, “etkinlikler yerine etkili çabalar”, “küçük gruplar yanında, geniş kitleler” hedefine odaklanmaktan söz ediyorum. Mektup aynen şöyle:
“Bir TV kanalının izleneceğinden emin olarak yayınlamaya başladığı “Böyle Çok Daha Güzelsin” adlı program, popüler kültürün reyting uğruna kadınları aşağıladığı ve insan onurunu zedelediği örneklere bir yenisini daha eklemiştir. “Hanımlar! Şimdi tepeden tırnağa değişmenin tam zamanı. Değişime hazırım, eşimin seçimlerine güveniyorum diyorsanız “Böyle Çok Daha Güzelsin” sizi bekliyor. “Beyler karar veriyor hanımlar güzelleşiyor” sloganlarıyla yayın hayatına başlayan program, toplumu ve gündemi yanlış yönlendirdiği gibi, kadının dış dünyadan dayatılan kurallarla, eril yapı tarafından diktatörce yönetilmesini meşru hale getiriyor.
Programın formatı şöyle ilerliyor; birbiriyle yarışan 4 evli çiftten oluşan programda, erkekler adeta bir hegemonya ve ego savaşları eşliğinde eşlerini, kendileri tarafından dayatılmış “güzellik” kalıplarına sokmaya çalışıyor. Programda kadınların kıyafetlerine, saçlarının modeline, rengine ve hatta fiziksel olarak nasıl görünmeleri gerektiğine eşleri tarafından karar veriliyor. Eşlerini yeterince güzel ve çekici bulmayan erkekleri mutlu etmek üzerine kurulu olan program, erkeklerin “eşlerine yeniden aşık olmalarına yardımcı olmak” misyonunu üstlenerek kadınların mevcut görünüşlerine ve bedenlerine müdahale ediyor. Erkeğin, eşinin fiziksel görünüşüne, giyim tarzına vb. özelliklerine oldukça sert ve kaba şekilde eleştiriler yaptığı programda, “yanımda çok yaşlı görünüyor, yüzü buruş buruş oldu biraz gerin veya çok şişman biraz kilo verdirin, senin ne giymek istediğin önemli değil bana güzel görünmen önemli, önce ben memnun olmalıyım” gibi cümlelerle kadınların erkek tarafından aşağılanması normalleştiriliyor. Yarışmanın sonunda ise kadın, erkeğe göre son ve düzeltilmiş haliyle sahneye çıkıyor ve yetkin(!) bir jüri tarafından puanlamaya tabi tutuluyor. Bu bakış açısı kadının görünüşüyle erkeği memnun etmek zorunda olduğu gibi yanlış bir algı yaratmakla birlikte erkeğin, kadının bedenini kendi maddi çıkarları uğruna yap-boz tahtası gibi kullandığı ve kadınlara birey değil, eşyaymış gibi davrandığı çağ dışı bir tablo oluşturuyor.
Kadınları değiştirilmesi gereken bir “şey” durumuna düşüren, kadını aşağılayarak, kadın bedenini bir erkeğin talepleri doğrultusunda kozmetik ve estetik müdahalelerle “düzeltmeyi” görev edinen bir formata sahip söz konusu yarışmanın insan haklarına ve cinsiyet eşitliğine aykırı olduğunu düşünüyorum. Kadınların bedensel bütünlüğünün ve insan onurunun ayaklar altına alındığı bu programın yayından kaldırılmasını talep ediyorum.”
Yukarıda anlatılanlar, toplumsal cinsiyet eşitliği için girişilen eğitimsel çabaların içini boşaltacak niteliktedir. Program, eşlerin kendi rızaları ile katılmalarına sığınılarak normalleştirilemez. İçinde yaşadığımız toplumda geniş kitlelere, özellikle okumayan ve görselliğe kilitli kesite, arz edilenleri sorgulamadan sorun alanının etrafında dolaşmanın ötesine geçemeyiz. Ya da bir şey yapılıyormuş görüntüsü, yeni üretilen sorunların üzerini örtmekten öteye geçemez.
Kadınla ilgili çalışma yapan herkesin bu ve benzer programlara ilişkin tepkileri olması gerekmez mi? Yukarıda nakledilen programın çağrı söylemi bile sorunlu. Toplumsal cinsiyet çalışması yapanların, “hanım”, “bayan” gibi sözcükler yerine, “kadın” denilmesi konusuna yaptıkları vurgu, yazılar ve söylencede kalmış oluyor. Geniş kitlelere “hanımlar” diye sesleniliyor.
Ne çok ve ne yaman çelişkilerimiz var. Kürsülerde konuşulanın salonlarda, yazılanların yazılarda kalmaması için toplumu ihmal etmemek gerektiğini anlatıyor öğrencimin RTÜK’e ilettiği mektup. Toplanmak, salon, söylem…. Bunlar yaşama değip dokunmadıkça sorun yerinde kaldı/kalacak. “Bu kadar mücadele var, şiddet ve cinayet niye artıyor?!” sorusunu mücadelenin içeriğine de taşımak gerekiyor.
Yıl boyunca toplumda eşitsizliklere karşı yürütülen mücadelenin 8 Mart’ta tüm dünyaya duyurulması hedeflenmeli…
Kadın emekle anılmalı, emeği dışlayarak kadını var edemeyiz…
Kutlama?!… Anlam boşaltmanın adı…
Girişimi nedeniyle öğrencimi kutladım…
Uçuşan söylemler, erkeklerin ne kadar kadından yana olduklarını söyleme fırsatı(!) ve etkinliklerle bezeli 8 Mart sürecinde “elle tutulur, görünür çabaları” olan herkesi kutluyorum.
Türkiye’de kadın olmak; Büyük, yakıcı, giderek derinleşen ve çok boyutlu bir sorun alanında “var olmak değil, yok olmamak mücadelesi vermek”le eş anlamlı.
Yaşama değmek, dokunmak derken, içimi yakan şu sözler üzerinden düşünmemizi isterim: Şehit Binbaşı Arslan Kulaksız’ın eşi Sibel Funda Kulaksız; “Bugün benim günüm değil. Eğer öyle olsaydı, kadın haklarından veya feminizmden söz edenlerden hiç olmazsa biri ellerimi tutup, ‘Acınızı paylaşıyorum’ derdi.”
Ben hepimiz adına kendisinden özür diliyorum, ezberimizle toplaştığımız grupları kalabalık görüp, kalabalıklarda yalnızlaştırdıklarımızı göremediğimiz için…
Bir yanıt yazın