1945’lerden bu yana yabancılar, iç ve dış politikamıza yön vermeye çalışıyorlar. İşimize burunlarını sokuyorlar.
Ekonomimizde, kültürümüzde, siyasetimizde onlar var. Köylerimizde, kentlerimizde, dağlarımızda, ovalarımızda, aşımızda, ekmeğimizde, gıdamızda, havamızda onlar var.
Ülkemizdeki patlamalarda, bombalarda, ölümlerde İslamcı terör örgütlerinde onlar var…
Kene gibi yapışmışlar gövdemize… Kanımızı, iliğimizi sömürüyorlar… Azar azar, yavaş yavaş, canımızı alıyorlar…
Meclisimizin iki adım ötesine konuşlanmışlar. Bir yandan bilgi topluyorlar, bir yandan da yeni tertipler peşindeler…
Bu arada PKK ile ortaklaşa Türkiye’yi parçalama çalışmalarını yürütmeyi de ihmal etmiyorlar. Türk-Kürt Federe İslam devletini oluşturmak için geceyi gündüze katıyorlar. İktidar için yol haritaları çiziyorlar.
TÜRKİYE, TÜRKİYE’DEN YÖNETİLMİYOR ARTIK…
En iyi petrol yatakları, en iyi su kaynakları nerelerde var; en iyi maden hangi dağdan, hangi ormandan çıkarılır, kimler kişisel menfaati için vatanını satar? Bu konular onların uzmanlık alanına girmektedir.
Ayrıca, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi karış karış, santim santim, bölge bölge araştırıyorlar. İnceliyorlar. Irak, Afganistan, Libya gibi, ileride Türkiye’yi de işgal ettiklerinde kullanmak üzere belgeliyorlar.
Ülkemiz, bu kan emicilerle 1950’lerde, DP’nin iktidar olması ile tanıştı. Ama ne tanışma… Bir tanıştık, pir tanıştık. Bağrımızda beslediğimiz hainler sayesinde, elimizi verdik, hâlâ kolumuzu kurtaramıyoruz.
Ve bu hainler giderek çoğalıyor…
Tüm parti başkanları, iktidara talip olanlar önce ABD’ye gidiyorlar, oradan “icazet” (onay) alıyorlar, ondan sonra işbaşına geçiyorlar… AKP’nin nasıl iktidar yapıldığını artık çocuklar bile biliyor…
Bu arada şu gerçeği de vurgulayalım. Hiçbir dönemde muhalefet bu denli iktidara yardımcı olmadı. Hiçbir dönemde muhalefet, bu denli çok, iktidarı düştüğü yerden elinden tutarak kaldırmadı.
İktidara desteğinden dolayı hiçbir dönemde muhalefete bu denli çok takma ad, lakap verilmedi… Neler söylenmedi ki… “YEDEK LASTİK”, “KOLTUK DEĞNEĞİ”, “KURTARICI”, “BASTON”, “ÇEKME KURTARMA ARACI”, “İMDAT LOKOMOTİFİ…” Say sayabildiğin kadar…
Eğer başından beri muhalefet iktidara destek olmasaydı, arka çıkmasaydı, sadece, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğu, 17 – 25 Aralık soygunu ve PKK terör örgütü ile yapılan ihanet müzakereleri bile tek başına AKP’nin yıkılması için yeterli olaylar ve olgulardı… Yüzlerce Anayasa, yasa çiğnemelerini, hırsızlıkları söylemiyoruz…
İlk kez AKP’ye iktidar kapısını açarak, onun bu milletin başına musallat olmasını Devlet Bahçeli sağladı. Ortada hiçbir neden yokken 7 Temmuz 2002’de “ERKEN SEÇİM” dedi. Oysa seçimlere daha 1,5 yıl vardı. Bu kararı Kocayayla şenliklerinde gelen esrarengiz bir telefonun ardından aldı… O dönemde Başbakan olan Bülent Ecevit bu karar karşısında isyan etmiş, “Yahu ne yapıyorsun, intihar ediyoruz…” demişti.
Gerçekten de bu bir intihardı. Ekonomik ortamdan ve gidişten memnun olmayan halk yeni bir seçimle iktidardaki partileri tasfiye edebilirdi. Çünkü çok büyük bir ekonomik kriz vardı ülkede…
Nitekim 2002 seçimlerinde MHP baraj altında kalmıştı… Sonuçta “Emir, demiri kesmişti…”
Daha sonra AKP iktidarları döneminde de Devlet Bahçeli’nin AKP’ye verdiği destek devam etti.
Yapılan araştırmaya göre AKP, 27 kez bataklığa saplanmış, MHP onu 27 kez bu bataklıktan çekip çıkarmıştı…
Meydanlarda, TBMM grup toplantılarında Bahçeli AKP’yi ve liderlerini en sert sözlerle, hakaret derecesine varan sözlerle eleştiriyor, onun ne hırsızlığını ne yolsuzluğunu bırakıyordu; sonra da gidip yasalarına, kararlarına, adaylarına destek veriyordu…
O sanki bir yerlerin yönlendirmesiyle hareket ediyordu. İktidara muhalefet değil, kurtarıcılık, yedek lastik, koltuk değnekliği görevi yapıyordu. O sanki bir yerlerden aldığı emirle YANDAŞ MUHALEFET görevine soyunmuştu…
7 Haziran seçimlerinde AKP, ilk kez yüzde 40,8 oy alarak, tek başına iktidar olamamıştı. Böylece muhalefet, iktidarı alabilmek için büyük bir şans yakalamıştı. MHP, yüzde 16,2 oy oranı ile 80 milletvekili çıkarmış ve sandalye sayısını, oy oranını 3,28 artırmıştı. Daha sonra CHP, HDP, MHP arasında koalisyon çalışmaları başladı.
Koalisyon çalışmalarında Bahçeli “uzlaşmaz” bir tutum takındı. “Hiçbir koalisyon içinde yer almayacağını, özellikle HDP’nin olduğu yerde koalisyona girmeyeceğini” açıkladı. Ardından da Meclis Başkanlığını altın tepsi içinde AKP’ye sundu. Oysa koalisyon için ortam hazırdı ve meclis başkanlığının da alınarak, AKP’nin geçmişteki yanlış uygulamalarından hesap sorulabilirdi…
Olmadı… Tüm girişimler Bahçeli’nin engellemesi ile sonuçsuz kaldı…
Ama aynı Bahçeli bugün HDP ile bir yeni bir Anayasa yapma masasında bir araya gelmeyi içine sindiriyor ve buna CHP’nin de katılması için baskı uyguluyor…
Ancak Bahçeli’nin bu iktidar yanlısı tutumu Türk seçmeni için hiç de yabancı değildir bugün… Daha önce de Abdullah Gül’e MHP oyları ile destek vererek ona Cumhurbaşkanlığı yolunu açmıştı. Milliyetçi Başkan, dağa taşa “Ne mutlu Türküm” diye yazanlara kızan bir kişiyi Cumhurun Başı yapmış, böylece kendi ilkelerini çiğnemişti…
Bahçeli tüm kritik seçimlerde AKP ileri gelenleri ile kapı arkalarında görüşmeler yapıyor, hedef belirliyordu. Genellikle de sonucun AKP lehine dönmesini sağlıyordu.
Onun Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı konusunda Melih Gökçek’le ve 1 Kasım seçimlerinden önce Erdoğan’la gizli bir görüşme yaptığı da iddia ediliyordu.
Yandaş muhalefetlik alanında Y-CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun da Bahçeli’den kalır bir yanı yoktu. Hatta Fazlası vardı…
AKP’nin Türkiye Cumhuriyetini ”Ilımlı İslam”a dönüştürmesinde Y-CHP ve Başkanı da en az MHP kadar çaba (!!!) gösterdi…
Kılıçdaroğlu “Türban meselesini en iyi ben çözerim…” dedi ve gerçekten sözünün arkasında durarak (!!!) dediğini yaptı… Resmi kurumları, okulları, mahkeme salonlarını, kılık, kıyafet devriminin yapıldığı TBMM’sini türbanlılarla doldurdu (!) … PYD’ye, PKK’ya ve uzantısı HDP’ye en büyük desteği verdi…
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun katıldığı ve aralarında HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in de bulunduğu “The New Kurdish Reality the Middle East” (Ortadoğu’da Yeni Kürt Realitesi) isimli toplantıyı henüz unutmadık…
Ama bilinmesi gereken şudur: Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, bizim, ülkemizin ve bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmaya hiç niyetimiz yoktur… ÖNÜNDE SONUNDA İŞBİRLİKÇİ ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAKTIR…
Bir yanıt yazın