21 Yüzyılda Enerji Tercihi Kömür mü Olacak?
Son iki asırdır, uluslararası politikaya önemli ölçüde enerji savaşları damgasını vurmuştur. Sanayi devriminin temelinde kömüre dayalı buharlı motorlar bulunup bir sonraki aşamada yine kömüre dayalı elektrik enerjisi vardır. Kömürden üretilen ucuz elektrik enerjisi başlangıçta birinci iken daha sonra nükleer enerji devreye girmiştir.
Ülkemizin sanayileşmesinin önündeki en büyük engel enerji yetersizliği veya pahalı enerji olagelmiştir. Son on yıllarda, kömüre çevreyi kirlettiği için, nükleer santrale radyasyon tehlikesi olduğundan, hidroelektrik santrallere tarihi veya tarımsal alanları yuttuğu için karşı çıkılmış, birçok projeler yarıyolda kalmıştır. Belirtmek gerekirki bu süreçte Türkiye’nin ucuz ve yeterli enerjiden, dolayısıyla refahdan mahrum bırakılmasını isteyen global güçlerin rolü de unutulmamalıdır.
Sanayileşmenin temelinde kömür enerjisi olduğu gerçeğini dikkate alarak “biz de yeni termik santraller inşa etmeliyiz” politikasının enine boyuna tartışılması gerekmektedir. Batılı ülkeler dev termik santrallerden ucuz enerji üretirken sosyal güvenlik harcamaları bugünkü derecede değildi. Dolayısıyla “bir kilo kömürden kaç birim enerji çıktığı” hesabı baştan sakattır. Çünkü burada kömürün maliyeti yanında termik santralin çevreye, insan sağlığına verdiği zarar ile bunların milli gelire olan maliyeti dikkate alınmamaktadır. Zaten bu yüzden gelişmiş ülkelerde yeni termik santralleri inşa edilmemekte, eskilerinde ise kuruluş maliyeti olmadığından en pahalı filtrelemeler ile bir aşamaya kadar idare edilmektedir.
Aynı şekilde ülkemizde eski santraller için masraftan kaçınmadan, en gelişmiş filtreleme teknolojisi uygulanmalıdır. Ancak yer altındaki kömüre aldanarak yeni termik santral inşasının savunulur bir tarafı yoktur. Mevcut santraller için de ne kadar ucuz da olsa kömür ithal etme ayıbından kurtulmalıyız. Bu kapsamda ülkemizin daha fazla çevre felaketlerine maruz kalarak batılı ülkelerin 19. Yüzyılda yaşadıklarını yaşaması anlamsızdır. Bunun yerine bugün ne yaptıklarına bakmamız gerekmektedir. Mesela günümüzde Almanya’nın sadece rüzgârdan ürettiği yıllık enerji miktarı, Türkiye’nin yıllık ihtiyacını geçmiştir. Güneş enerjisinin hesabı ayrı.
Ülkemizin rüzgâr ve güneş enerjisi potansiyeli konusunda önemli araştırmalar yapılmıştır. Buna karşın her iki alanda da yatırım, üretim, ar-ge faaliyetleri ile genel olarak teşviklerde sorunlar vardır. Hatta bu alanda üretim yapmak isteyenlerin çoğu ya bürokratik engeller yüzünden köşesine çekilmekte veya ruhsatsız çalışmaktadır.
Türkiye’nin rüzgâr kapasitesi Almanya’nın gerisinde olduğu halde güneş kapasitesi oldukça zengindir. Buna karşın mesela Almanya’da sadece bir ay rüzgâr alabilen alanlarda dahi santraller kurulmaktadır. Türkiye’nin her bölgesi bir aydan fazla rüzgâr imkânına sahip. Rüzgâr gülü ile dolan enerji tarlaları Almanya ile sınırlı olmayıp Avrupa’nın her tarafında görülebilmektedir. Ülkemizde de bu tribünlerin sayısı artmakla beraber mevcut potansiyel ile ihtiyaç dikkate alındığında kaplumbağa hızıyla gidiliyor.
Nükleer teknolojinin gelişmesi için daha fazla teşvik, yatırım, araştırma imkânları, iş ve bilim camiasına sunulmaldır. Nükleer santralin inşası yolunda Rusya ile mutabakat devam ederken, bu yönde daha fazla teknoloji transferinin altyapısı oluşturulmalıdır. Uçak düşürme krizinin yol açtığı olumsuzluklar bu alana yansımamıştır. Nükleer teknolojinin enerji üretmekten ve atom bombası yapmaktan ibaret olmadığını hatırlatalım.
Belirtmek gerekir ki termik santralinin arkasında dev ihaleler ile inşaat lobisi, aynı zamanda bölge işsizleri için istihdam potansiyeli bulunmaktadır. Bu potansiyeli ilk bakışta temiz enerji teknolojileri için görmeyenler yanılırlar. Güneş paneli ve rüzgâr tribünleri kısmen ülkemizde üretilmekte olduğu halde teşvik, destek dolayısıyla talep yetersiz olduğundan ithalatla rekabet edememekte, istihdam cılız kalmaktadır. Her iki alanda panel ve tribün imalatı yanında sistemlerin kurulması, onarımı, bakımı ve yeni teknolojiler geliştirilmesi yolunda araştırma ve emek ordularına ihtiyaç vardır. Hemen belirtelim ki bu orduların masrafı hiçbir zaman kömüre bağlı yeni termik santralinkinden fazla değildiri. Zehir kusan dev bacalara yatırılacak para, temiz enerjiye yöneltildiğinden kısa sürede bunun yatırımcı ve ülke ekonomisine katkısı katlanarak artacaktır. En önemlisi ise enerji üretimi artarak devam ettiği halde çevre felaketi, ocak faciası ve genç yaşta sağlığını kaybeden işçi istatistikleri, bütün bunların sosyal güvenlik bütçesine ilave maliyeti sözkonusu olmayacaktır.
Temiz enerji bağlamında ülkemizin özellikle batı ve kuzey kıyılarının dalga gücü bakımından zenginliği de hesaba katılmaktadır. Bu alanda mesela Norveç’te üretim sözkonusu olup birçok ülkede araştırmalar ve yatırımlar bulunmaktadır. Dünyada enerjiye dönüşebilecek dalga potansiyeli oldukça büyük olduğu halde bu konudaki üretim, rüzgâr ve güneşe göre düşük oranda kalmaktadır. Öte yandan biyo enerjide de önemli adımlar atılmıştır fakat ülkemizde bu konu kamuoyuna mal olmuş değildir.
Enerji bakanlığının Zonguldak’ta yeni termik santralleri kuracağı haberinden memnuniyet duymadığım gibi doğrusu bunu endişe ile karşıladım. Global güçlerin baskısı vesvesesi de aklımdan geçmedi değil. Buraya yatırılacak para ile daha kısa sürede faaliyete geçecek daha sağlıklı ve kalıcı enerji kaynakları kurulabilecektir. Rüzgâr potansiyeli, güneş zenginliği, akademik ordu ve genç nüfus.. Rüzgâr tribünleri ile güneş panelleri, bunların diğer bağlantı ve yan sanayiinde Türkiye’nin kısa sürede önde gelen üreticilerinden olması için bütün imkânlar hazır.
Öncevatan, 8 Mart 2016
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Yazıları posta kutunda oku