Suudi Arabistan, “İran yayılmacılığına” karşı Bahreyn, Yemen, Irak ve Suriye’de savaş veriyor.
Geçen hafta beşinci cepheyi de Lübnan’da açmak üzere girişim başlattı.
Çünkü Suudi Arabistan destekli Cumhurbaşkanı Mansur Hadi, 16 Şubat’ta Türkiye ziyaretinde de ifade ettiği üzere Yemen’de Suudi koalisyonuna yönelik operasyonları Hizbullah’ın tasarladığını öne sürülüyordu…
*
Zaten 2014’te Lübnan/Beyrut sokaklarındaki çöpler iki aydır kaldırılamayınca halk isyan etmiş, sokaklarda direniş başlamıştı.
Kısa sürede işin rengi değişmiş, nitekim Riyad es-Sulh Meydanı’nda toplanan binlerce eylemci binlerce Suriyeli’nin Lübnan’a sığınmasıyla başlayan ekonomik krizden hükümeti sorumlu tutmaya başlamıştı.
Öyle ki, Beyrut’ta Meclis binası yakınında yönetimdeki yolsuzlukları ve çöp krizini protesto etmek amacıyla toplanan göstericiler, “halk devrim istiyor”, “halk rejimin yıkılmasını istiyor” şeklinde sloganlar atmıştı.
*
Direnişin lideri M.Maalouf, “Artık siyasi yönetime karşı genel bir savaş var “diyor,
Başbakan T.Selam “Direniş devam ederse Lübnan çöker” uyarısında bulunuyordu.
Hizbullah yetkilileri, çöp krizinin son 20 yılın birikmiş endemik yolsuzluğunu yansıttığını belirtirken, hükümet politikaları için “Politikalar kişisel ve siyasi çıkarlara hizmet ediyor” diyordu.
*
Doğrusu ABD ve İsrail; protestocuları gizliden gizliye manipüle ediyor ve halk açıkça rejim değişikliğine teşvik ediliyordu.
Hükümet düşerse, Hizbullah’ın dikkatini Lübnan’a yoğunlaştıracağı için Suriye ve İran pahasına Lübnan’da kazanacaklarını,
Bu gelişmenin Ortadoğu haritasının değişmesi yönünde başka kazançlara da yol açacağını düşünüyorlardı…
*
Geçen hafta Riyad yönetimi siyasi ve iktisadi baskılarını arttırmakla Lübnan’da krizi yeniden körükledi.
Suud vatandaşlarının Lübnan’a seyahatlerini engelledi.
Fars Körfezi İşbirliği Konseyi ülkelerinden Lübnan’daki arsalarını satmalarını istedi.
Lübnan ordusuna yaptığı mali yardımı kesti.
Fars Körfezi İşbirliği Konseyi Hizbullah’ı terör örgütü listesine aldı.
*
Böylece Suudi Arabistan’ın Hizbullah’ı Lübnan sınırlarına çekilmeye zorladığı, yeni Lübnan cephesi stratejik bağlamının Suriye olduğu görüldü.
Suudi Arabistan’ın, Türkiye ve İsrail’le koordinasyonu düşünüldüğünde Hizbullah’ı hem güneyden hem de kuzeyden baskı altına almayı öngördüğü anlaşıldı…
*
Aslında herşey, ABD’nin dünyadaki güvenlik ve istikrarın tek garantörü, küresel ilişkilerin gidişatını kökten değiştirecek enformasyon ve askeri kuvvete, diplomatik nüfuza sahip tek küresel güç olması noktasından başlıyor.
Ne ki, yüksek teknolojiye dayanan enformasyon ve askeri gücün kullanılmasının dehşet veren sonuçları,
Enformasyon ve askeri teknolojinin alt sistemlerinin çokluğu ve karmaşıklığıyla çok pahalı olan sistemlere ihtiyacı, gücünü tam anlamıyla kullanamamasına neden oluyor…
*
O yüzden ABD Askeri Stratejisini “Küresel sorunlarda nerede, ne zaman ve nasıl olursa olsun düşmana karşılık vermenin düşmanlarla savaşıp savaşmamaya değil bunun nasıl yapılacağına dair strateji üretme üstünlüğüne yaklaşımların ve kararlılıkların oluşturacağı” esasına dayandırıyor…
*
Sonra,… meselâ, Ortadoğu’da ne BM İnsan Hakları Bildirgesine ne BM’in aşırıcılık, ayrımcılık ve terörizmle mücadele ilkeleri ve konvansiyonlarına aldırıyor.
Bölge kaynaklarının yağması ve insanlarının sömürülmesi için güvensizliklere ve şiddete yol veriyor, kanlı savaşlara neden oluyor, bağımsız hükümetler yerine Batı yanlısı kukla rejimler oluşturmaya çalışıyor.
Çünkü yağma ve sömürü Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesini ve Irak, Suriye,Lübnan,Yemen ve Türkiye’nin de “Balkanlaştırılma”sını gerektiriyor…
*
“Ortadoğu’yu Balkanlaştırma”nın patenti İsrail Başbakanı B.Netenyahu’ya aittir.
İşte, “Suudi Arabistan, İsrail’in bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir; çünkü ikisini de tehdit eden iki temel tehdit vardır; İran ve İŞİD.
Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük. Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyorum.
Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan bu ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir. Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz “diyor…
*
B.Netenyahu’nun Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürütülen ilişkiler ise şu stratejiye dayanıyor:
Önce İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği öngörülüyor.
Sonra İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılması amaçlanıyor.
*
Nitekim İsrail’in emrinde ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,
Ardından Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kurulmuştur.
*
Bu suretle;
İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarının homojenize edilmesi,
Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açılıyor.
Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılmış oluyor,bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörülüyor…
*
Sünni Arap Ordusu fikri, hem Arap ülkelerinin hiç bir zaman tek başına bir değer ifade etmesinin istenmemesinden, hem de zaten böyle bir olasılık olmayışından gelişmektedir.
Bu yüzden ABD ve İsrail, Ortadoğu ülkelerinin mezhepler ve etnik kimlikler üzerinden demokratikleştirilmesini istiyor!
İran rejimi ise ılımlılaştırılmaya çalışılıyor.
Meselâ Türkiye bağımsız Kürdistan, Suriye sınırında bir Kürt kuşağı ve PKK’nın demokratik özerklik fikrinin baskısı altında kavruluyor…
*
Ortadoğu’nun “Balkanlaşması” için ABD ve İsrail türlü fırsatlar oluşturuyor ya da muhtemel her fırsatı en ince ayrıntısına kadar değerlendiriyor…
Aslında bunlara karşı “şöyle elinin tersiyle” topyekün ulusal kurtuluş savaşları başlatılmalıdır.
“Yoksa?” demeye dilim varmıyor…
8.3.2016