5.3.2016
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN
Anayasa dışına çıkmanın adeta kurallaştığı ülkemizde, kural dışılık tartışılamazken, Anayasa’nın gereğini yerine getiren anayasal kurumun kararı tartışılır oldu. Hep normalin dışına çıkmışlıktan söz ediyorduk ya; işte bu durum, kanıksandıkça normalimiz gibi algılanan anormalliği su yüzüne çıkarttı.
Siyaset uzunca bir süredir, öylesine frensiz ilerliyor ki; kurum, kural dinlemeden ve tepedeki kişi odaklı; onu koruma altına alıp, onun özgürlük alanını giderek genişletirken, yönetilenler alanında her geçen gün yeni kısıtlarla, yeni mağdurlar üretiliyor.
Başta bulunanların kuralları ihlali asıl, kurallara uyması arızi bir durumsa ve Anayasa’nın tartışılmaz hükmündeki kararlara imza atan en yüksek diye nitelenen kurumu Anayasa Mahkemesi kararı, siyasetin reddi ile hüküm giyiyorsa; ki yaşanan da tam budur. Başta bulunanlara öyle keyfi alanlar yaratmışız ki, onların kural ve kurum ihlalini sorgulayacak hukuk da dahil, ne kişi, ne de kurum bırakmışız anlamına geliyor.
Bu söylediklerimi açarsak, Türkiye bir hukuk devleti olmaktan çıktı…. Yasa devleti oldu. Keyfiyet diz boyu. Ben her istediğimi söyler ve yaparım ama yurttaşlar söyleyemez noktasındayız… Tepe noktada olmak zirvede olmak anlamına gelmiyor. Zirve toplumun genelinin vicdanındaki, yüreğindeki yer; tepe ile zirve farklı. Hani son süreçte giderek, karşı gibi olmaktan çıkıp sahipleniyor gibi yaparak, adından Atatürk’ü silip, “Gazi Mustafa Kemal” diye ananların yerinden söz ediyorum. Atatürk dememek için, Atatürk olmadan önceki adı ile anmakla, zirve boşaltılamaz. Yine onun eseri olan 90 yıllık mucize de, “enkaz” adı ile anılınca, enkaza dönmez. Belki de dil sürçmesidir, bugün ülkenin son on yıllık politikalarla getirildiği durumu özetlemek için kullanılmış bir kelime de olabilir “enkaz”!…
Türkiye’de, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet sayesinde tepelerde yer edinebilenlerin, tepeden bakınca gördükleri ile, tepelere tırmanmalarına şu ya da bu şekilde vesile olanların gördükleri arasındaki mesafe de giderek açılıyor. Anayasa Mahkemesi kararı üzerinden yapılan tartışma, tüm kurumları tartışma masasına taşıyarak kamuoyu gündemini sürekli meşgul edenlerin, artık bu yöntemi fazla kullanamayacakları, kurumları zorlayarak gelinen noktanın sınırı olarak da görülebilir.
Toplumun tüm katmanlarının kavrayabileceği bir konu değil, Anayasa Mahkemesi ve kararı üzerinden yürütülen tartışma. Siyaset, buradan dolanarak da topluma mesaj iletiyor ve konu hakkında bilgi ve düşünce sahiplerini değil, konuya uzak olanları kendi yanlarında tutmak hedefleniyor.
Siyaset, uzunca bir süredir hukuk dışında ve bunu mevcut anayasayı değiştirme gayretleri ile birlikte yürütüyor. Her vesile ile darbe ile ilişkilendirilerek, “anayasa değişmeli” mesajı veriliyor. Bunun açık anlamı; “rejim değişmeli”; ya da şu anda yaratılan fiili değişiklik, anayasa marifeti ile resmileştirilmeli ve tepe ile ilişkilendirilen “otorite” meşrulaşmalı.
Peki nasıl olacak?
Meşruluğun temeli, “halk oylaması” adı altında yapılacak “onayla(t)ma” olacak. Ama buraya gidene kadar, Meclis’te mevcut siyasal partiler bu gidişe engel oluşturmamalı, tam katılmasalar bile gölge etmemeliler… Veya bir şekilde, kontrol altında tutulmalılar, hatta anayasa kaçağı olarak suçlanarak baskı altında tutulmalılar… Muhalefet partilerinin operasyonlar geçirmeleri ve kendi içlerinden başkalaşmaları, hatta örgütsel çatırdamalar, temel felsefelerinden koparılmaları gibi… son süreçte yaşadıkları pek çok sıkıntı ve baskı yönteminin sebebi de bu.
Ortam özgür değil. Ve baskı gelip, Anayasa’nın, dolayısı ile hukuk devletinin güvencesi olan kuruma kadar dayandı. Hamasetle yürütülen siyasetin başımıza açtığı iç ve dış pek çok sorun yanında, Cumhuriyet ve ardından demokrasi ile oluşturduğumuz tüm kurumların enkaza dönüştürülmesi gayretleri de denilebilir… Sade yurttaş cephesinden bakınca, sorsanız, Anayasa Mahkemesi nedir bilmez ki işlevini bilsin. Zaten haber verilirken, yayın organları AYM diyor… Nedir bu AYM?!…
Evet ortada bir enkaz var: Bu, ülkede giderek daha fazla soluduğumuz güvensiz ve baskıcı hava ve yılların içinde biriktirdiğimiz ve hepimiz için güvence gördüğümüz kurumlarımızın dönüştürülmeye çalışılan hali…
Nasıl çıkarız bu girdaptan? Siyaseti her şeyin üzerinde gören ve gösteren anlayıştan sıyrılıp, tepeleri var edenin de aslında şu an yok sayılmaya çalışılan kurumlar olduğunu anımsatacak bir ortak akılla.
Tepeye ulaşmak, zirvede olmak anlamına gelmiyor!…
Dağın tepesi ile etekleri arasındaki mesafe çok kısaldı, bir gün önce tepede olanların ertesi gün dağın eteklerinde olduğu örnekleri son süreçte çok sık yaşadı Türkiye.
Yaşatmak zorunda olduğumuz kurumlar var: Başta Cumhuriyet; devrimle var ettiğimiz kazanımları ile ve hukukla güçlendirilmiş yapısını koruyarak.
Anayasa, şu an görev yapan kişi ve kurumların varlıklarının temeli ve değişmediği sürece, herkes ve her kurum için bağlayıcı. Dışına çıkıldığı anda, kim olursa olsun herkesin sorumlu olacağı alanı da tanımlayan en üstün kurumdan söz ediyoruz.
Hukuk herkes için bağlayıcı, yasa yapma yetkisinin de çıkış noktası ve keyfiliğin frenleyicisi. Bu keyfiyet durumu, hukukun işlevinin yeterince yerine getirilememesini de, siyasetin hukuk önünde fren olması halini de anlatıyor. Öyleyse normale dönmenin yolu, hukuk devletini tüm kurum ve kuralları ile işletmekten geçiyor.
Anayasa Mahkemesi etrafında yapılan tartışma, uzunca bir süredir ihmal edileni; yani hukuku, dolayısı ile giderek yok edilen adaleti geri çağırmakta gecikmişliğimizin de sorgulanma zeminini oluşturmalı. Sadece kişiler değil, devletin temelini oluşturan hukuka varıncaya kadar, tüm kurumlar iyice tekelleşen siyasetin baskısı altında.
Zirve mi dediniz? Orası dolu. Hep orada olacak birisi var. Adını tam olarak söyleyelim: Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK…
O’nun kurduğu devlet, Cumhuriyet ise, kısaca: Mucize…
Bize düşen bu mucizemizin kıymetini bilmek.
En azından bundan sonra…
Aksi, enkaz haline getirilmesine izin vermek olur ki; bu enkazın altında, enkaza dönüştüren ve izin veren, izleyicilik eden/etmeyen herkes kalır!… Bilesiniz…
Bir yanıt yazın