Suriye, Irak, Yemen, Bahreyn, Lübnan gibi ülkelerin siyasal istikrarı ve Ortadoğu’da düzen ve barışın sağlanabilmesi anlamında çok önemli bir aktör olan İran’da, Parlamento ve Uzmanlar Meclisi (Konseyi) seçimleri dün gerçekleştirildi. Temmuz 2015’te imzalanan, İran’ın nükleer programını barışçıl amaçlarla sürdürmesi hususunun uluslararası aktörler tarafından yakından izlenmesini ve buna karşılık Tahran’a yönelik ekonomik kısıtlamaların kaldırılmasını öngören P5+1 antlaşmasının ardından gerçekleştirilen ilk seçim olması nedeniyle, bu seçim, halkın süreci nasıl yorumladığını gösterecek önemli bir gelişme olarak algılanmaktadır.
İran’da Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin şahsında temsil edilen pragmatist/ılımlı kanat ile dini lider (velayet-i fakih) Ayetullah Ali Hamaney’in önderliğindeki “aşırı muhafazakarlar” arasında büyük bir güç ve etkinlik mücadelesi yaşanmaktadır. Velayet-i fakih, Uzmanlar Meclisi ve Devrim Muhafızları’nın ittifakıyla kurgulanmış olan ve kendisini İslam Devrimi’nin bekçisi/koruyucusu olarak gören aşırı muhafazakar grup, Ruhani ve eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin önderliğinde şekillenen pragmatist/ılımlı kanadın etkinliğini kontrol altına almak ve İran siyasetinin reforme edilmesini engellemek istemektedir. Ne var ki, pragmatist kanat içerisinde yer alan Ruhani ve Rafsancani’nin toplum tarafından sevilen isimler olmaları, eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin şahsında en güçlü karşılığını bulan ileri düzey reformcuların da Ruhani-Rafsancani ikilisine destek vermeleri, halkın büyük bir bölümünün özellikle Mahmud Ahmedinecad döneminden itibaren ülkenin içerisine sürüklendiği ekonomik sorunları değişime tamamen kapalı olan aşırı muhafazakarların hatası olarak görmeleri gibi nedenler, Hamaney ve yakınındaki aşırı muhafazakarların işini zorlaştırmaktadır. Hasan Ruhani döneminden itibaren İran’ın uluslararası etkinliğinin artması ve ülkenin uluslararası sistemin işleyişine yeniden eklemlenerek, kendisine karşı uygulanan izolasyonu ortadan kaldırması da İran halkını pragmatist/ılımlı kanada destek vermeye yöneltmiştir. Ruhani-Rafsancani ikilisinin artan etkinliğinin farkında olan, reformcuların da bu kanada destek vereceğini gören ve sistemin işleyişini kontrol eden “aşırı muhafazakar” grup, seçimlerin işleyişini düzenleyen “Koruyucular Kurulu” aracılığıyla, kendisi açısından tehlikeli gördüğü, halkın önem verdiği, siyasal değişimin hızının ve kapsamının arttırılmasını arzulayan reformcu ya da pragmatist/ılımlı 6 bin ismin seçimlerde “aday” olmasını engelleyerek en önemli hamlesini yapmıştır. Bu isimler arasında, Rafsancani’ye yakın bir isim olan ve İslam Devrimi’nin önderi olarak bilinen dini lider Ayetullah Humeyni’nin torunu, Hasan Humeyni de bulunmaktadır. Hatta seçimlerde yarışmasına izin verilen 6200 ismin yalnızca 200’ü reformcu kanattan gelmektedir. Bu örnek, ülke içerisindeki iktidar mücadelesinin ne denli ileri düzeye vardığını kanıtlamaktadır. Ayrıca “aday” olarak seçimlere katılmasına izin verilen kadın sayısı yalnızca 450’dir ve bunların büyük bir bölümüne de “aşırı muhafazakarlara” yakın oldukları için izin verilmiştir. Bu hamlenin ardından, ileri düzey reformcu kanada destek veren halkın bir bölümünün “sandığa” gitmeme yönünde bir irade ortaya koydukları açıktır. Nitekim seçimlere katılım oranı %60’ın üzerinde gerçekleşmiş olmasına karşın, bu oran oldukça düşüktür. 55 milyon seçmenin bulunduğu ülkede %60’lık bir katılım, nüfusun önemli bir bölümünün sistemden umudunu tamamıyla kestiğini ve protesto amacıyla sandığa gitmediğini göstermektedir. Halbuki seçim öncesinde hem “aşırı muhafazakarlar” hem de “pragmatist/ılımlı” kanat halkı sandığa çağırmıştır. Aşırı muhafazakarlar, kendi güçlerini/meşruiyetlerini koruduklarını kanıtlayabilmek ve Ruhani’nin çabalarının toplumda karşılığının olmadığını gösterebilmek için bu çağrıyı yaparken, pragmatist/ılımlı kanat ise evrimsel düzeyde işleyen reform sürecine destek ve ileride yapılması planlanan ekonomik/siyasal reformlara meşruiyet kazandırılması için bu talepte bulunmuştur. Ruhani-Rafsancani ikilisi, sandığa gitmeme yönünde bir eylemlilik göstermesi beklenen reformcu kanattan ne kadar ismi kendilerine destek vermeye ikna ederlerse o denli başarılı olacaklarını görüyorlardı. Nitekim bu anlamda belli bir başarı elde edilmiştir. İslam Devrimi esnasında müttefik olarak kullanılan liberal, sol ve genel itibarıyla seküler hareketlerin, devrimin hemen sonrasında siyasal spektrumun dışına itildiğini bilen reformcu kanadın belli bileşenleri, pragmatist/ılımlı da olsa sistemin içinden yetişmiş ve önemli pozisyonlarda görev yapmış Ruhani-Rafsancani ikilisine fazlaca güvenmemektedir. Bu nedenle, seçimlere katılım oranı daha yüksek bir düzeyi görmemiştir. Seçimler, 290 sandalyeli Parlamento ve 88 üyeli Uzmanlar Meclisi’nin yeni üyelerini seçmek üzere düzenlenmiştir. Aday sayısı dikkate alındığında parlamentodaki bir koltuk için ortalama 17 adayın yarıştığı hesaplanmıştır. İran’da siyasal partiler bulunmasına karşın, gerek parlamentoda, gerekse de seçimlerde adaylar bağımsız olarak yarışmakta ve birbirlerine yakın olan isimler, kurumsal ya da hukuki manada karşılığı olmayan belli gruplar/bloklar oluşturarak halkın karşısına çıkmaktadır. Zira İran’da temelde üç siyasi çizgi bulunmaktadır ve adaylar da kendilerini siyasi partiler üzerinden değil, bu üç siyasal anlayış çerçevesinde betimlemektedir. Bu üç çizgi, aşırı muhafazakarlar, pragmatist/ılımlılar ve ileri düzey reformculardır. Bu seçim ise, ilk iki anlayış arasında gerçekleşmiştir denilebilir. Üçüncü çizgi olan ileri düzey reformcular, kendilerine uygulanan baskı ve kısıtlamalar nedeniyle ya sandığa gitmemiş ya da pragmatistlere destek vermiştir. İran Parlamentosu, kabinenin oluşumu ve yeni yasa çıkarılması anlamında cumhurbaşkanının onay alması gereken bir kurumdur. Üstelik Hasan Ruhani’nin 2017’de gerçekleştirilecek seçimlerde yeniden kazanabilmesi için yapması gereken ekonomik reformlar, ancak parlamentonun desteğiyle gerçekleştirilebilir. 88 üyeli Uzmanlar Meclisi ise İran’daki en üst düzey din adamlarının oluşturduğu bir kurumdur. 8 yıl görev yapan ve tartışmalı konularda görüşü alınan Uzmanlar Meclisi’nin en temel görevi, İran’daki en önemli makam olan “dini liderlik” görevini ifa edecek kişiyi kendi içerisinden seçiyor olmasıdır. Mevcut dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in 76 yaşında ve hasta olduğu dikkate alındığında, Hamaney’in ölümü halinde onun makamına oturacak kişiyi Uzmanlar Meclisi seçecektir. Bu makamın, Cumhurbaşkanı ile uyum içerisinde çalışması halinde İran’da reformlar ve değişim süreci çok daha tutarlı ve hızlı bir şekilde işletilebilecektir. Haşimi Rafsancani’nin hedefi, Uzmanlar Meclisi’ne kendisine destek veren din adamlarıyla birlikte girerek, ileride gerçekleştirilebilecek bir dini lider seçimini kazanabilmektir. Hasan Ruhani’nin Cumhurbaşkanı, Haşimi Rafsancani’nin dini lider olacağı bir işleyiş, pragmatist/ılımlıların gönlünden geçen bir düzene işaret etmektedir. Seçimlerden gelen ilk sonuçlar, bu olasılığın gerçekleşmesi yönündeki ilk adımın atıldığını göstermektedir. Parlamento ve Uzmanlar Meclisi seçimlerine dair gelen ilk sonuçlar, Ruhani’ye destek verenlerden oluşan “Umut Listesi”nin Tahran’daki 30 sandalyenin tamamını kazandığını göstermektedir. Aynı şekilde, Uzmanlar Meclisi’ne girecek 16 isimden en az 13’ünün de Rafsancani ve ona destek veren pragmatistlerden oluşacağı görülmektedir. Parlamento seçimlerinin birçok yerde ikinci tura kalacağı ortadadır. Zira adayların önemli bir bölümü ilk turda seçilebilmek için gerekli olan orana ulaşamayacaktır. Ülkenin siyasal gündemini belirleyen Tahran’dan gelen sonuçlar, pragmatistlerin büyük bir zafer kazandığını ve aşırı muhafazakarların ciddi anlamda gerilediğini göstermektedir. İleri düzey reformcular ise gelinen noktayı başarı olarak görseler de, Ruhani gibi “sistemin içerisinden yetişmiş” bir isme fazlaca güvenmemekte ve itidal içerisinde hareket etmektedir. Tahran ve Tebriz gibi şehirlerde alınan sonuçlar ile İran’ın daha kırsal olan kesimleri ve özellikle Kum ve Rey gibi muhafazakarların çok güçlü olduğu şehirlerde alınacak sonuçların benzer olmayacağı da söylenebilir. Bu bağlamda, aşırı muhafazakarların oylarının belli bir miktar artış göstereceği de ortadadır. Sonuçlar, nüfusunun yarısı 35 yaşın altında olan ve % 25’lik bir “genç işsizliği” oranına sahip İran’da ekonomik reformların yapılacağına ve ülkenin küresel ekonomik/siyasal işleyişe eklemleneceğine dair bir umut yaratmıştır. Ne var ki, Hamaney’in liderliğindeki aşırı muhafazakar kesimin, ortaya çıkan tabloyu değiştirme ve kendi lehine dönüştürme yönünde reaksiyoner adımlar atabileceğine dair bir “kuşku” da hissedilebilmektedir. Uluslararası ilişkiler çerçevesinde sonucu değerlendirirsek, Ruhani’nin kişiliğinde ve değişim yönünde ciddi bir toplumsal/siyasal konsolidasyonun yaşandığını ve bunun P5+1 antlaşmasına ilişkin meşruiyet krizini İran bağlamında ortadan kaldırdığını söylemek gerekir. İran’ın özellikle Suriye ve Irak ekseninde izlediği politikalar ve artan etkinliği böylece ülke içerisinde de karşılık bulmuştur. Bundan sonrasında İran ile Batılı ülkeler arasında büyük çaplı ticari bağlantılar ve özellikle enerji projeleri gerçekleştirilmesi beklenmelidir. Türkiye ise, toplumsal anlamda meşru, Batılı ülkeler ile pragmatik temellerde anlaşabilen ve bölgesel etkinliğini konsolide etmiş bir İran ile karşı karşıyadır. Bu çerçevede, Tahran ile ilişkiler yeniden gözden geçirilip ortak çıkarlar bağlamında düzenlenmeli ve bu ülke ile “çatışma” alanlarına değil “işbirliği” alanlarına odaklanacak bir bölgesel düzlem oluşturulmalıdır. Ankara’nın unutmaması gereken en önemli husus, Ortadoğu’da dengesi sürekli olarak değişen tahterevallinin Tahran lehine bir görünüme büründüğü gerçeğidir. Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU |