BM Güvenlik Konseyi 2268 sayılı kararıyla, 27 Şubat gecesinden itibaren Suriye’de ateşkes uygulaması başladı.
Başbakan A.Davutoğlu, Türkiye’ye yönelik güvenlik tehdidi olması halinde ateşkesin kendileri için bağlayıcı olmayacağını açıkladı.
*
Nitekim ilk ihlâli, Türk topçusunun ateş desteği ile Türkiye’den gelen İŞİD militanlarının Tel Abyad kentinde YPG ve PYD güçlerine saldırmasıyla yapıldığı iddia edildi.
İhlâl, ateşkesin sürdürülmesi sırasında ilk altı ayda Suriye hükümeti ile siyasi görüşmelerde bulunacak ve geçiş hükümeti kuracak muhalif grupların belirlenmesi,
Ya da kimin terörist kimin muhalif olduğunun ayırt edilmesi sürecinde,
Savaş ve terörle mücadele hukukunu yoğun biçimde ihlâl etmekle suçlanan;
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetinin Suriye krizinin çözümünden yana olmadığını gösteren bir mesajı olarak nitelendirildi…
*
Hemen ardından Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov “İnsanlığı tehdit eden IŞİD ve diğer radikal grupları bozguna uğratmak adına anlaşmazlıkları, bencilce hırsları ve ön koşulları kenara bırakmak gerekir.
Bir dizi ölümcül terör saldırısı, IŞİD’in ideolojisi ve eylemlerinin barbarlığını göstermenin yanı sıra herkesin birbirine bağımlı olduğu bu dünyada bireysel güvenli bölgeler oluşturulup kendini komşularından tecrit etmenin mümkün olmadığını da gösterdi. Bu nedenle terörizm ile ekip halinde mücadele edilmesi gerekiyor” açıklamasında bulundu.
*
Bir başka yerde, Kuzey Irak Kürt Yönetimi bölgesinde Başure Kürdistan’da da Türkiye’nin bir ihlâli rahatsızlık oluşturuyor.
Germiyan, İran ve Irak’la sınırları olan bir bölgedir ve İran’a 80, Süleymaniye’ye ise 185 kilometre uzaklıktadır.
Çevresinde Kelar, Çemçemal,Tuzhurmatu, Kerkük, Kifri gibi il ve ilçeler yeralıyor.
*
Bölge jeoaskeri ve jeopolitik önemi nedeniyle oldukça stratejiktir.
ABD ve İran, gerek doğrudan müdahale ile gerekse yarattıkları güç odakları El Nusra, İŞİD gibi terör örgütleri ve kendilerini savaşan gönüllüler olarak tanıtan El-Haşdu’ş-Şabi- Şii Milis Güçleri ile bu stratejik alanda faaliyet sürdürüyor.
*
Özellikle İŞİD; Irak-Suriye ve Kürdistan hattı üzerinden paylaşım savaşının zeminini yaratmış,
Böylece iki bloklu dünyanın bütün güçlerinin Ortadoğu’da konumlanmasının adeta meşru gerekçesi haline getirilmiştir.
ABD ve Rusya’nın başını çektiği bu bloklar hem taktik hem de stratejik her hamleleriyle bu alanlarda siyasi güçlerini artırıyor, alanda belirleyici denge rollerini güçlendiriyorlar.
*
Bölgede Kürdistan Demokratik Partisi (KDP), Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ve Goran Hareketi üç önemli siyasi aktördür.
İzledikleri politikalar ile zaman zaman birbirinin zıttı olarak görünseler de temelde benzer dinamiklerin ortaya çıkardığı politikaları sürdürüyorlar.
Ama giderek YNK’ya bağlı peşmergeler İran’a katılırken,
KDP daha çok dinsel ve ailesel-aşiretsel niteliğiyle öne çıkıyor ve PKK’nın öngördüğü demokratik bir yönetime kesinlikle yanaşmıyor.
İktidara sıkı sıkı sarılmış Barzani ve ailesi bunun ellerinden gitmesi ihtimaline karşı her türlü ittifaka açık bulunuyor.
*
İşte KDP, Türkiye ile ekonomik zemine dayanan ortaklığı sonucu, Türk ordusuna ait Özel Kuvvet Birlikleri’nin bölgeye yerleşmesine izin vermiştir.
Özel Kuvvetler, ABD’nin iki yüzlü dış politikası çerçevesinde birbirine geçmiş karmaşık görevler ifa ediyor.
Birincisi; Kandil alanlarında bulunan PKK kamplarına ve PKK’nin üst düzey yöneticilerine dönük nokta operasyonları ve küçük gruplar halinde baskın, kaçırma, sabotaj ve suikast görevleri yapıyor,Türkmenlere destek veriyor.
*
İkincisi; Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Şiilerin egemen olduğu, Kürtlerin haklarının da tanındığı bir ülke olarak kurulan Irak’ta,
Yıllar boyunca yönetici güç olarak örgütlenen Sünnilerin bu yeni statüyü içlerine sindiremeyişi ve Irak statükosuna karşı mücadele başlatmasında;
Bölgede İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak tanıyacak, İslamiyet’ten ziyade Araplığı temel alan, bunu Irak’ta Sünnilerin temsil ettiği milliyetçi BAAS partisinin kurulmasına nezaret ediyor.
Yani Irak’ta Sünni koridor kurulmasına hizmet ediyor.
*
Üçüncüsü; IŞİD, Irak’ta bu mücadelenin örgütü olarak kurulup genişlerken,Musul, ardından da Kerkük’ün güneyini almış,
Ve “Kerkük-Yumurtalık” hattına egemen olmuştur ki, bu hat petrol kaçakçılığında İŞİD ve Türkiye’ye büyük getiri sağlıyor.
Üstelik BAAS bürokrasisinin, askeri deneyim ve imkanlarının IŞİD’in hizmetine girdiği ve başlıca önemli görevleri üstlendiği biliniyor.
Buysa Türkiye’nin en başından beri İŞİD’le ortak çalıştığını ve Irak’ta bulunan Özel Kuvvet Birliklerini orada bu amaç için tuttuğunu gösteriyor…
*
Dördüncüsü; ABD; Ankara’nın Özel Kuvvetleriyle birlikte Irak’taki varlığının, Bağdat ve Kürt Yönetimi Bölgesi’nde artan İran etkisinin önünü kesebileceğini savunuyor.
Türkiye’nin Irak’taki etki alanını genişletmek için KDP ile işbirliği peşinde olmasını Musul IŞİD’den kurtarıldıktan sonraki dönemde kilit bir aktör olmak istediğine bağlıyor.
Irak’ın Musul’u kurtarma operasyonuna muhatap olması halinde ise IŞİD’in yerini BAAS partisinin ve Saddam’ın asker ve sivil bürokrasisinin ana kitlesini oluşturan Sünnilerin Musul’a hakim olması bekleniyor.
*
Nitekim Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, Haziran 2014’ten beri İŞİD’in elinde bulunan Musul’un kurtarılması operasyonu öncesi hazırlıkların ve koordinasyonun tamamlandığını açıklıyor.
Irak ordusunun Musul operasyonu için geri sayımı sürerken,
Dışişleri Bakanlığı’ndan Irak’ın bağımsız, müstakil ve BM üyesi bir devlet olduğu, kendi egemenlik hakkı ve toprak bütünlüğünü koruma hususunda aciz olmadığının açıklaması geliyor.
Türkiye’nin Irak topraklarındaki gücünü geri çekmesi isteniyor.
Buysa Türkiye’nin Musul IŞİD’den kurtarıldıktan sonraki dönemde kilit bir aktör olmak isteğine aykırı bir talep olarak kabul ediliyor.
*
Üstelik ABD ve Rusya’nın Suriye’de ateşkesi pekiştirmek için terörizm ile ekip halinde mücadele edilmesi gereğinde hemfikir oldukları anlaşılmıştır.
Türkiye ise ihlâlleriyle hem Suriye’de ateşkes ve geçiş hükümeti kurulması sürecine , hem Irak’ta terörle mücadeleye engel olarak görülüyor.
ABD ve Rusya ittifakı çerçevesinde Irak’ta konuşlanan Türk Birliği her geçen gün açık hedef haline geliyor…
29.2.2016
Bir yanıt yazın