Türk dış politikasında son dönem gelişmeleri incelendiğinde Türkiye’nin dış politikada dünya sahnesinde daha belirleyici, daha aktif rol almaya çalıştığı gözlemlenebilir. Fikri temellerinin, oluşum sürecini ve Cumhuriyet dönemi Türk dış politikası tarihsel gelişimini kısaca gözden geçirmek ayrıca Uluslararası arenayı, bir diğer ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti devleti dışındaki gelişmeleri ana hatları ile irdelemek ve dış politika analizi yapabilmek için de siyaset biliminden ve/veya Türkiye iç siyasi durumundan faydalanmak gerekir.
Cumhuriyet kurulacağı zaman Türk dış politikasının ana amacı, doğal olarak yeni kurulan Türk devletinin egemenliğinin, bağımsızlığının dünyaya kabul ettirilmesiydi. Bununla birlikte diğer önemli husus, Türk tarihinde çok önemli bir kırılma noktası olarak görülen kapitülasyonların, bazı devletlere verilen ekonomik ayrıcalıkların, kaldırılması konusudur. Kapitülasyonların kaldırılması yeni kurulan Türk devletinin ekonomik bağımsızlığının en önemli adımıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk dış politikası; yeni kurulan “çağdaş” Türk devletinin çağdaş olma iddiasını dünyaya kabul ettirmek ile dünyayı ilgilendiren antlaşmalarda, uluslararası örgütlerde, ikili anlaşmalarda dünya meselelerini ilgilendiren gerek bölgesel gerek uluslararası ortamda faal rol alma, bu doğrultuda dünya politikasına dâhil olma amacı taşır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin dünyadan izole olmamasının, uluslararası sahnede kabul görmesinin ana kaynağı budur.
Cumhuriyet dönemi Türk dış politik düşüncesinin bir diğer temel başarısı ise dış politikada akılcı ve gerçekçi bir politikaya dayanmasıdır. Cumhuriyetin doğuşu ile Ortadoğu uzmanı Lenczowski Türk dış politikasını değerlendirirken şunları söylemektedir: “Yeni Türkiye, 200 milyonluk dev Rusya ile sınırı olan, 16 milyon nüfuslu orta derecede büyük bir devletti. Dolayısı ile Türkiye’nin siyasal ve askeri yapısı ne kadar mükemmel olursa olsun gücünün belli sınırları vardı. Belki de Mustafa Kemal ve onu izleyenlerin en büyük yanı, bu sınırlamaların bilincinde olmaları ve ülkenin gücüne uygun gerçekçi ve ılımlı bir politika izlemeleriydi. Mustafa Kemal’in dış politikasında romantik ve serüvenci hiçbir yan yoktur”
Cumhuriyet dönemi dış politikasında üçüncü aşama ise ana hatları ile ikinci dünya savaşı yılları ve iki kutuplu dünya/soğuk savaş dönemi olarak ele alınabilir. İkinci dünya savaşı insanlık serüveninin en yıkıcı yılları olmuştur. Bu yıkıcı savaşın son yılına kadar savaşın dışında kalmayı başaran genç cumhuriyetimiz adına büyük bir başarıdır. Tıpkı Lenczowski’nin dediği gibi Mustafa Kemal ve onu izleyenlerin en büyük başarıları ülkenin gücüne uygun gerçekçi ve ılımlı bir politika izlemeleri olmuştur.
İkinci dünya savaşından sonra ise SSCB ve ABD’nin dünya sahnesinde ağırlıklarının artık iyice hissedildiği ki sadece onların ağırlıklarının olduğu “iki kutuplu dünya” dönemine girilecekti. Buradan çıkaracağımız sonuç, 1991 Sovyetler Birliğinin yıkılmasına kadar olan süreçte dünya politiğine ne Türkiye ne de dünya üzerindeki başka bir ülke pek fazla müdahale şansı bulamamıştır. Türk Dış politikasında bu dönemin ana hatlarında NATO ve Avrupa Birliği serüveni başlıyor. Daha önce bahsettiğim gibi Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihi boyunca dünyadan izole bir dış politika izlememiş dünyayı analiz etmiş ve ona göre dış politika belirlemiştir. Türkiye’nin NATO’ya katılma isteğinin temeli Rus baskısını üzerinde hissetmesidir. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile iki kutuplu dünyanın sona ermesi Türk dış politikasında ve uluslararası ortamda bazı değişimler meydana getirmiştir bu değişim henüz resmi anlamda Sovyetlerin yıkılmadığı ve iki kutuplu dünyanın çok kutuplu hale geçmeden önce aslında 1982 yılından sonra dünyada ve Türkiye’de başlayacaktır. Türk ekonomisinin liberalleşme süreci ile gelişmeye yavaş yavaş başlayan Türk ekonomisi siyasi krizleri 2002 yılından sonraki dönemde aşacak ve etkisi gerçek anlamda hissedilmeye başlayan ekonomik istikrar, siyasi istikrar Türkiye’nin dünya siyasetine ve politikalarında daha etkin olma çabalarını tetikleyen unsur olacaktır.
2000’li yıllar ile uluslararası ortam çok kutuplu diyebileceğimiz bir çok aktörün ve bu aktörlerin etkili olmaya çalışması ile değişim rüzgarının en sert hissedildiği döneme girdi. Ulus devletlerin çok kutuplu dünyada ağırlıklarını arttırması ve diğer aktörler olarak kabul ettiğimiz; çok uluslu şirketlerden, uluslararası örgütlere, terör örgütlerinden, halen etkisini hissettiğimiz birey(lider)’e kadar birçok yeni aktör uluslararası ortamdaki boşluktan faydalanarak gün yüzüne çıkma süreci savaşı veriyor. Ayrıca 2010 yılında başlayan “Arap Baharı” denilen süreç ile Müslüman/Arap dünyasında başlayan, devlet liderleri ve rejimlerinin meşruluğunun sorgulandığı dönemde halk ayaklanmalarının yaşanması, Türkiye’yi gerek jeopolitik konumundan, gerek meşruluğu sorgulanan rejimlerin halkları ile yüzyıllar boyu beraber yaşamış olmasından, dini ve kültürel benzerlikleri bulunmasından, Türkiye’nin mevcut dünya durumuna müdahale etme dürtüsünü canlandırmıştır.
Son dönem Türk dış politikasında uygulanan vize muafiyetleri politikası Türk milletinin dünyada özgürce seyahat edebilme aynı şekilde Türkiye’ye daha çok turist gelmesi, Türk yatırımlarının yurt dışında arttırılması adına yeni girişimler ve imkânlar sağlama, yabancı yatırımların teşviki ve Türkiye’nin tanınması gibi birçok açıdan önemli olmuştur.
Türk dış politikasında “komşular ile sıfır problem” politikası 2010 yılı Arap Baharı denilen süreç itibari ile bu politikanın sekteye uğradığı söz edilebilir ancak Türkiye bu politikasını devletler ve rejimlerden ziyade komşu ülke halkları ile gerçekleştirebilir. Komşularla sıfır problem politikası, içinde bulunduğumuz coğrafyada şu anki süreçte mümkün gözükmüyor ancak şunu unutmamız gerekir; bu politikanın gerçekleşmesi sadece Türkiye’nin tutumuna bağlı gelişemeyecektir.
Uluslararası ilişkilerin giderek kaotikleştiği, uluslararası örgütlerin sorgulanmaya başlandığı, küresel terörün yükseldiği dünyamızda, devletlerin dış politikalarında ani değişimler ve yeni bir paylaşım düşüncesinin başladığını söyleyebiliriz.
Güncel Türk dış politikasının dayandığı tarihi ve kültürel bağlarla ilişkilerin tekrar yapılandırılması sürecinde Ortadoğu’yu ele aldığımızda bugünkü resim Osmanlının hâkimiyetinden sonra oluşan yeni Ortadoğu haritasında, son yüzyılda belli dönemler haricinde, uzun vadede istikrar sağlanamamıştır, doğal devlet sınırları henüz şekillenmemiştir. Bu doğal sınırların çizilememesi geçtiğimiz yüzyılı şekillendiren ulusçuluk/milliyetçilik akımının, Ortadoğu’nun demografik yapısını ve muhafazakâr düşünce yapısını etkilemiş ancak pratikte ulusçuluk gerçek anlamda fayda sağlayamamış millet olma bilinci oluşamamıştır. Bunlardan farklı olarak coğrafyanın sahip olduğu enerji kaynakları, dünyanın geri kalanının iştahını kabartmış ve bu dış müdahaleleri beraberinde getirerek Ortadoğu’nun bugünkü durumunu doğurmuştur.
Güncel Türk dış politikasının şekillenmesinde Ortadoğu siyasetine müdahale hakkından söz edebiliriz ancak bu müdahalelerin kısa vadede sancılı dönemler doğuracağı muhakkak. Türkiye’nin aktif dış politika anlayışı başarıya ulaşırsa, dünya üzerindeki durumu yeni bir boyut kazanacaktır. Ancak bu süreçte başarıya ulaşma durumunu izlenen yöntemler belirleyecektir.
Tarih boyunca dış politikanın başarısı iç politika başarısından bağımsız olmamıştır kendi sınırları içerisinde tamamen egemenlik sağlayamayan devletler, dünyanın politik durumuna müdahale edemez ayrıca bir ülkenin sistemi değiştirebilmesi veya sisteme müdahale edebilme kapasitesinin olabilmesi için ekonomik durumunun ve ekonomik yapısının tam anlamıyla istikrarlı bir duruma gelmiş olması gerekir. Üçüncü olarak, millet olma bilincinin bir diğer ifade ile ortak değer yargılarının ortak hareket edebilme yeteneğinin oturmuş olması gerekir.
Sonuç olarak; Cumhuriyet dönemi dış politikası değerlendirildiğinde Türkiye’nin 2000’li yıllar ile siyasi istikrara kavuşması ve uluslararası ortamın uygun zeminde bulunması Türk tarihindeki, insanlık serüveninde kilit rol oynayan millet olma dürtüsünün yeniden canlanmasına neden olmuştur. Fakat dünya gücü olan devletleri incelediğimizde, bunun gerçekleşebilmesi en başta çok sağlam siyasi, idari, askeri, ekonomik, güvenlik alt yapılarına sahip olmaları durumu ile mümkün olduğu görülür.
Siyasi devrimlerin yaşandığı, küresel terörün yükseldiği, uluslararası arenada aktörlerin çokluğu ve özellikle önemli bir enerji bölgesi olan Ortadoğu’da tekrar bir paylaşım savaşı başlar mı düşüncesi, devletlerin Ortadoğu’ya karşı tutumlarını değiştiriyor; bu durum jeopolitik konum itibari ile Türkiye’yi ilgilendiriyor. Dünyanın ekopolitik durumuna bağlı olarak Türkiye’nin Ortadoğu’ya kayıtsız kalmasını engelliyor.
Mehmet Ali YURTTAŞER, Atatürk Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Yazıları posta kutunda oku