Ankara’da geçen haftaki terör saldırısında 27’si asker, biri sivil olmak üzere 28 vatandaşımız şehit düşmüştür. Bir gün sonra Diyarbakır-Bingöl karakolunda 6 , İdil’de 2 şehit verilmiştir. Operasyonların başladığı 25 Temmuz’dan bu yana şehit sayısı 300’den fazladır.
Terör, Suriye’deki savaşı Türkiye’ye taşırken Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn Türkiye’yi “Rusya’yı askeri bir gerginliğe kışkırtması halinde NATO’nun desteğine güvenmemesi gerektiği” konusunda uyarmıştır. Lüksemburglu bakan NATO’yu, gerilim sebebiyle çıkabilecek bir askeri çatışmanın içine kendini çektirmeyeceğini açıklamıştır. Diğer NATO müttefiklerini temsilen konuştuğunu iddia eden Asselborn, desteğin sadece bir üye ülke açık bir biçimde saldırıya uğrarsa geçerli olacağını belirtmiştir.
Lüksemburglu Bakan soğuk savaş döneminde Türkiye’nin bir NATO ülkesi olarak Batı dünyasının sınırlarını Sovyetler Birliği’ne karşı koruduğunu unutmuşa benzemektedir.
Başbakan Davutoğlu, Genelkurmay Başkanını ziyareti sonrası yaptığı açıklamada, ”Şu anda olayın failleri konusu, tümüyle aydınlatılmış durumdadır. Bu saldırının Türkiye içindeki bölücü terör örgütü üyeleri ve YPG mensubu bir kişinin birlikte gerçekleştirdiği ortaya çıkmıştır. Bu kişi PKK ve YPG mensubu bir kişidir. Kişi, 1992 Amude doğumlu Salih Neccar adlı kişidir. Saldırıyla ilgili 9 kişi gözaltına alındı. YPG irtibatları kesindir” demiştir.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın “Putin Stalin’e özendi. Stalin’in dönemini hatırlıyorsunuz değil mi? Nasıl yüz binlerce insan katledildi? Şimdi Stalin’e özenen bir Putin var” tespiti çok doğrudur. Çünkü Stalin 1944 yılında 300 bin Kırım Tatarını bir gecede trenlere doldurarak Orta Asya’ya sürgüne göndermiş, Kırım Tatarlarının yarısı yollarda hayatlarını kaybetmiştir. Bu bir insanlık suçudur.
Akdoğan, PYD’ye yapılan top atışı sonrası Rusya’nın BM’yi toplantıya çağırmasına da tepki göstermiştir: “Türkiye teröristlere top atışı yapıyor. Rusya ise masum sivilleri, hastaneleri, okulları vuruyor. Aynı gün 50’nin üzerinde masum ölmüş, utanmadan BM’ye Türkiye top atışı yapıyor toplantısı yaptırıyorlar. İşte bu ikiyüzlülüğe son vermek lazım. Terör örgütlerine silah gönderecekler, Türkiye’ye de taziye mesajı gönderecekler. Bu ikiyüzlülükle nereye varılabilir?”
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehditlerle mücadele noktasında, Suriye’de ve terör örgütlerinin yuvalandığı her yerde gerekli gördüğü her türlü operasyonu yapma hakkına sahip olduğunu açıklamıştır:
“Geldiğimiz yer artık meşru müdafaa durumudur. Kimse meşru müdafaa durumunu kullanmamıza engel olamaz…Bunun, ülkelerinin toprak bütünlüğüne hakim olamayan devletlerin egemenlik haklarıyla bir ilgisi kesinlikle yoktur. Tam tersine bu durum, Türkiye’nin egemenlik haklarına sahip çıkma iradesiyle ilgili bir durumdur. Ülkemizin bu hakkını engellemeye yönelik tavırları, kimden gelirse gelsin doğrudan Türkiye’nin varlığına yönelik bir girişim olarak kabul ediyoruz.”
Türkiye, uluslararası hukuka göre meşru müdafaa hakkına sahiptir. Fakat Güvenlik Konseyi kararı olmadan Suriye’ye müdahale etmemelidir.
Birleşmiş Milletler (BM) sisteminde uluslararası anlaşmazlıkların kuvvet kullanılmadan çözümü esastır. BM Sözleşmesi’nin giriş bölümünde BM üyelerinin, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için kuvvetleri birleştirip, ortak çıkarların gereği dışında silah kullanılmamasını sağlayan ilkeleri kabule ve usulleri tesise kararlı oldukları açıklanmıştır.
BM de kuvvet kullanımına belirli durumlarda izin verilmiştir. İstisnalar dört adet olup, bunlardan ikisi kuruluş yıllarına aittir. Günümüzde iki istisna vardır. Bunlar; meşru müdafaa durumunda kuvvet kullanımı (Md. 51) ile Güvenlik Konseyi kararıyla kuvvet kullanımıdır. (VII. Bölüm) Diğerleri Güvenlik Konseyi faaliyete geçmeden önce beş daimi üyenin kuvvet kullanımları (Md. 106) ile İkinci Dünya Savaşı boyunca düşman ülkelere karşı kuvvet kullanımıdır. (Md. 107)
Türkiye ve dünya ülkeleri terör saldırısına tepki gösterirken Almanya Türk Toplumu (Türkische Gemeinde in Deutschland) eş başkanı Gökay Sofuoğlu’nun Alman medyasına vermiş olduğu açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK terör örgütüne karşı yürüttüğü mücadeleyi çarpıtarak Kürtlere karşı insan hakları ihlallerinin yapıldığı iddiasında bulunmuştur.
PKK’nın 30 yıldır sürdürdüğü eylemler sonucunda binlerce sivil, asker, polis, korucu, öğretmen vatandaşımız hayatını kaybetmiş, binlerce görevli ve sivil vatandaşımız sakat kalmıştır. Eylemler sonucunda şehit olan ve yaralı olarak kurtulup fakat hayatını sakat olarak devam ettirmek zorunda kalan vatandaşlarımızın aileleri büyük acılar yaşamaktadır.
Yaşanan travmalar birkaç nesil sürecektir.
PKK’nın yol, okul, hastane, cami, işyeri ve yerleşim yerine vermiş olduğu zarar milyarlarca dolardır. Olayların yoğun yaşadığı yörelerde olması, bu bölgelerin yarattığı ortam sebebiyle ekonomik gelişimi durdurma noktasına gelmiştir.
PKK, yürüttüğü faaliyetlerinin finansmanını EUROPOL’ün raporlarında da belirtildiği gibi uyuşturucu ticaretinden sağlamaktadır. Yıllık 3 milyar doları bulan uyuşturucu ticaretinden elde edilen dövizin, TSK’nin Kandil Bokristan kampını bombalaması sırasında gökyüzüne yükselişinin görüntüleri yayımlanmıştır.
Amnesty International’ın geçen yıl yayımladığı raporunda, silah üreten ülkelerin Ortadoğu’ya gönderdiği silahların başta PKK olmak üzere diğer terörist örgütlerin eline geçtiği belirtilmiştir.
Türkiye, 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imza edilen Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme’nin hazırlanışına katkıda bulunmuştur. Sözleşme ve devamındaki protokollerin tarafıdır. Bunların hükümleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90’ncı maddesine göre ulusal yasaların üzerindedir. İhlal olursa her bireyin AİHM’ne müracaat hakkı vardır.
Türkiye Cumhuriyeti, yurtiçinde ve dışında yaşayan vatandaşlarının insan hakları konusundaki tavsiyelerine ihtiyacı yoktur. Avrupa’dan, yıllardır milyonlarca mülteciye imkanları oranında yardımcı olmaya çaba gösteren, 3 milyona yakın Suriyeliyi misafir eden ve Suriyeli sığınmacılara bütçeden önemli katkı sağlayan Türkiye’ye insan hakları tavsiyesinde bulunmak, en hafifinden haddini bilmemektir.
Avrupa Komisyonu tarafından 10 Şubatta yayınlanan rapora göre 2015 yılında Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçen göçmen sayısı 880 bin kişidir. Halep’ten kaynaklanan ve sayısı 50.000 olarak ifade edilen yeni mülteci akını beklenmektedir.
Türkiye’deki mültecilerin uygun şartlarda yaşamlarına devam etmeleri, AB’nin de üzerine düşeni yaparak Türkiye’ye destek olması ve yeterli sayıda mültecinin üye devletlerde yerleştirilmelerinin sağlanması gerekir. Türkiye’nin AB’nin desteğini yanında bulması ve AB’nin de Türkiye ile etkin bir işbirliği yapması her iki taraf için gereklidir.
Tütkiye milyonlarca Suriyeliye sınırlarını açarken Gökay Sofuoğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK terör örgütüne karşı yürüttüğü mücadeleyi “Kürtlere karşı insan hakları ihlallerinin yapıldığı” iddiasıyla PKK terörünü görmezden gelerek ülkemizi suçlaması gülünçtür. Sofuoğlu Rheinische Post’a yaptığı açıklamada, ‘’Merkel ve AB, Türkiye’nin özellikle de Kürtlere ve basın özgürlüğüne ilişkin insan haklarının ayaklar altına almasına göz yummamalı” demiştir.
Türkiye Suriyeli göçmelere kapılarını açarken, göçmen karşıtı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin lideri Frauke Petry, emniyet güçlerinin ülkeye yasadışı yollardan girmeye çalışan sığınmacıların üzerine gerekirse ateş açmasının yerinde olacağını açıklamıştır. Yapılan bir kamuoyu araştırması, AfD liderinin yalnız olmadığını ortaya koymuştur. Bir araştırmaya göre Almanların yaklaşık 3’te 1’i silahsız sığınmacıların üzerine gerekirse ateş açılmasından yanadır.
Gökay Sofuoğlu’nun öncelikle yaşadığı ülke Almanya’daki Almanya İçin Alternatif partisinin lideri Frauke Petry’ye tepki göstermesi gerekir.
Tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Bir yanıt yazın